Eski bir baharı arıyor gözler. Evet, eskimeyen baharlar var. Hizasına hayret eden takvim yaprakları, ertelenme ile yüz yüze. Her bir günün önemli bir anı var. İşte o an zamansızdır, sığmıyor hiçbir yere ve varmak istediği bir yer yok. Sirayet edecek ne çok yol ve ömür var, diye bir teselli ve bu tesellinin vardığı bir yerler var.
Kıyılarını döven bir dalga sesi, sınırlarında patlayan bir mayının çukuru, uçurumundan yuvarlanan bir taşın izi. Islatan, havaya uçuran ve yerinden eden her hareket, bazen bir anın tam içinde ayrı yerlerde gerçekleşir. Ülkeden ülkeye değişen bir olağan hal durumu. Tuhaf bir vaziyet, farklı sonuçlar silsilesi.
Koşarken düşen bir atın hüznü, kırılan bir eşyanın aldığı biçimin huzursuzluğu, bir de istisna kabul edilen bir rüyanın hükmü. Değişecek elbet her şey, buna mahkûm bir dünyanın dönüp tavaf ettiği tek gerçek burada başlıyor ve bir yol gösteriyor; devran da dönecek, devir de değişecek.
Dünya nereden baktığımıza göre değişiyor, dünya neyi nasıl hatırladığımız kadar kendini gösteriyor, hayat neresini unuttuğumuz kadar görünüyor. Nedenleri ve şekilleriyle yaklaştığımız bir ömür, bize sunulan ve saklanan bir yaşamı naklediyor. Ve evet, her şeyin ötesi ve berisi kendini gösteriyor ama zamanla ve yettiğince.
Çürümüş bir zorbalık bağırıyor her yerde, çökmüş bir tiranın histerik kahkahası duyuluyor. Vahşete kıyak, barbarlığa övgü yanı başımızda volümünü artırıyor. Zehirli bir dil ve zehirli bir silah kol kola girmiş, hem konuşuyor hem de tetiği çekiyor. Kanlı gözlerinin içine ve salyalı sözcüklere bakarak tükürüyoruz; Sizden korkmadığımızı her daim kanıtlıyoruz ve sizden korkmadığımızdan korkuyorsunuz.
Devraldığımız bir gelecek düşü, birilerinin kâbusu. Çok yalnızız ama çok kalabalıklara davetler savuruyoruz. Bizim masalımızda herkes kahraman olabilir, bizim masalımızda hainlere rol verilmiyor. Birileri içeride, diğerleri dışarıda kalacak kadar bir hakiki tahayyül her birimizin bilincinde.
Öyle öğrendik, öğrendiklerimizde büyüdük ve hayatın orta yerine salınarak çoğaldık. Budur suç, cezayı kabul etmeyen davranış, fiyakası henüz keşfedilmemiş duruşumuz. Çoğalmamız ve her yerde bitmemiz, bir gülün dikeni olma hevesimiz, bir de inatçı cesaretimiz düelloya çağırıyor. Korkan gelmiyor, korkusunu saklayan birer huysuz gibi dolanıyor. Oysa umurumuzda olan her şeyin ve herkesin çevresinde dünya gibi dönüyoruz.
Denilir ki dağlar meydanlara, meydanlar da dağlara bakar. Oralarda yankılanan bir çığlık, burada slogana dönüşür. Orada zafer burada halay çektirir, orada ölüm burada öfke yaratır. Çok zaman önce başlayan bir gerçektir: Dağ aynadır.
Kalleşçe cinayetler silsilesi, tuzaklarla dolu katliamlar bir kader misali sürülürken namlu gibi, asla nişangah değiliz. Kedere ısrarla gülen tavrımız, dünyaya nam salmış bir kere. Bize başka bir fotoğraf yok, farklı bir suret yasak. Aman dilemeyen bir gelenek her defasında, her olayda diyor herkese; Haysiyet bir oyun sahası değildir.
Haftanın kitap önerisi: Guillermo Rosales, Felaketzedeler Evi / Çeviren: Gökhan Aksay, Jaguar Yayınları