Kısaca Berlinale olarak anılan Berlin Film Festivali’nin açılışına birkaç hafta kala, festival tarihinin en büyük skandalını patlatan bir haber çıktı Alman basınında; hem de tam, yeni atanan festival direktörünün yarışma filmlerini basın toplantısıyla açıkladığı gün!
Haftalık Die Zeit gazetesinde yayımlanan haber, festivalin ilk 25 yılı boyunca yöneticiliğini yapan Alfred Bauer’in Nazi geçmişini ortaya seriyor. Yeni ortaya çıkarılan belgelere göre, Bauer sadece Nasyonal Sosyalist Parti’nin üyesi olmakla kalmamış, SA milislerine de katılmış, dahası Goebbels’in propaganda makinesinde önemli bir rol üstlenerek sinema sektöründe karar verici konumda yer almış inançlı bir faşistmiş. Nazilerin ve Goebbels’in sinemaya ne kadar önem verdiği hatırlanırsa, Bauer’in hangi ilkeler ışığında çalıştığını tahmin etmek zor değil. Muhalif sinemacıları üstlerine gammazladığı, kimin film çekmesine izin verilip kimin cepheye gönderileceğine karar veren kişi olduğu da bulgular arasında.
Nasıl oluyor da bu bilgiler 70 yıl boyunca, 1986’daki ölümünden sonra adına prestijli ödül vermeye başlayan festivalin ve kültür camiasının gözünden kaçabildi? Kültür sanat alanının kirli çamaşırları aklama potansiyeli ve sinemanın gözleri kör eden doğası diyebilir miyiz?
İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından 1951 yılında, Almanya’daki Amerikan askeri varlığının girişimiyle temelleri atılan Berlin Film Festivali, soğuk savaş döneminin bir ürünü olarak doğmuştu. Kısa zamanda Hollywood yıldızlarının ziyaretleri ve gösterişli galaları ile kapitalist blokun Doğu’daki vitrini olarak kullanılan Batı Berlin’in en gözde etkinliği haline gelmiş. Öyle ki batılı sinema yıldızlarının dev posterleri Doğu’dakilerin göreceği şekilde yüksek yerlere asılırmış.
Böylece festival, daha birkaç yıl öncesine kadar Nazileri bağrına basmış olan Berlin’in karanlık geçmişini de örten renkli bir şal işlevi görmüş. Anlaşılan o ki, festival başkanı da görevde kaldığı 25 yıl boyunca kendi kirli çamaşırlarını festivalin suyunda bir güzel çitilemiş. Yalanlar üzerine kurulu bir kimlik edinip Nazi geçmişini özenle silmeye çalışmış, bunda başarılı da olmuş; en azından 2020’ye kadar mumunu yakabilmiş. Aslında Die Zeit’in haberine kaynak olan belgeler onyıllardır arşivlerde herkese açık duruyormuş, lakin kimsenin ilgisini çekmemiş. Ta ki Ulrich Hähnel adlı amatör bir araştırmacı başka bir şeyi araştırken tesadüfen bu belgelere rastlayana kadar.
70. yılını kutlamaya hazırlanan Berlinale, bunca zaman saygın bir kültür ikonu olarak gördüğü A. Bauer adına verilen ödülü hızlı bir kararla iptal etti, hayatını anlatan -elbette Nazi geçmişine değinmeden- ve festivalde sunulması planlanan özel kitabı da geri çekti. Bir festivalin kendi karanlık geçmişiyle yüzleşmeye hazır ve gönüllü olması iyi bir şey.
Dünyanın en eski festivali ve halen en saygınlarından sayılan Venedik Film Festivali de, bilindiği gibi Mussolini tarafından başlatılmış, Nazi propaganda filmlerini programına alıp ödüllendirmiş, Goebbels’i onur konuğu olarak ağırlamış ve bu geçmişin üzerine, onunla pek de hesaplaşmadan yükselip bugüne gelmiş bir kültür etkinliği.
Gelelim günümüz Nazilerinin yaptığı ‘kültür hizmetlerine’… Suudi Arabistan, Mart ayında Cidde’de Kızıl Deniz Uluslararası Film Festivali adıyla şaşaalı bir festival başlatıyor mesela. Daha 2017’ye kadar sinema salonlarının yasak olduğu, ilk sinema filminin 2012’de çekildiği ülkede böyle büyük bir organizasyona soyunmanın arkasında yatan, sinema sanatına olan aşk veya ani bir aydınlanma değil elbette; daha dün testereyle gazeteci doğradığına dünya alemin tanık olduğu Mohammad Bin Salman’ın ve sülalesinin kanlı iktidarını şık bir (beyaz) perdenin arkasına gizleme hevesi yatıyor. Dudak uçuklatan ödül paralarına bakınca, birçok ‘demokrat’ sinemacının festivalde arzı endam edeceğini tahmin etmek zor değil.
Aynı şekilde İsrail’de devlet desteğiyle düzenlenen pek çok festival, işgal devletinin etnik temizliklerini, ırkçı ayrımcı karakterini temize çekmeye yarayan birer kültürel vitrin işlevi görüyor. Filistinlileri görünmez kılan bu etkinliklere Türkiye’den de sorgusuz sualsiz katılan sanatçılar var kuşkusuz. Düşünün ki dünyanın öbür ucundan konukların katılabildiği, ama o topraklarda birkaç kilometre ötede yaşayan Arapların kontrol noktalarını veya utanç duvarını aşıp gidemediği bir festivale katılıp partilerde kadeh tokuşturuyorsunuz. Ne kadar kültürlü bir hayat!