Silahlarıyla, atlarıyla, kara pelerinleriyle geldiler… Ve aralarında dünya edebiyatının en önemli şairlerinden olan Federico Garcia Lorca’nın da bulunduğu binlerce insanı katlettiler.
İspanya iç savaşı sırasında Granada kentinde sekizbin kişi kamyonlarla götürülüp kurşuna dizilmişti. 19 Ağustos 1936’da Lorca’yı da götürdüler… Kendi mezar çukurunu kazdırdılar ve kurşuna dizdiler.
Katledilişinin gerekçesini kimi kaynaklar muhafızları hicveden şiirlerini gösterir: “Karadır atları, kapkara/ nalları kapkara demir/ pelerinlerinde parıldar, mürekkep ve mum lekeleri/ hepsinin de kurşundan beyni/ yoldan aşağı çıkageldiler/ o çılgınlar, o gececiler/ boğdular geçtikleri yeri…”
***
Federico García Lorca, dünya çapında yalnızca soyadı ile, yani Lorca olarak tanınır ve anılır, İspanya’da ise Lorca, soyadı ile değil adı ile ‘Federico’ diye anılır. (Tıpkı Nazım Hikmet’i sadece Nazım diye andığımız gibi.)
Öldürüldüğünde otuz sekiz yaşındaydı ama olgunlaşmış, usta bir şairdi. Yakın dostu Pablo Neruda; “Lorca’yı İspanya’nın soluğunu kesmek için kestiler. Bu ölümün duruşmasında birbiriyle uzlaştırılamaz iki İspanya vardı: Korkunç çatal tırnaklı lanetli cinayetlerin zehirli İspanya’sı ve karşısındaki İspanya: Yaşama onuru ve ruhuyla gülen, sevginin, geleceğin parıltılı İspanya’sı, Lorca’nın İspanya’sı” diyordu bir konuşmasında.
Lorca, Granada’nın bir köyünde, aydın bir ailede pastoral bir ortamda büyüdü. Bu ortamın sanatına önemli katkılar sağladığını belirtir: Ailesi daha sonra çocuklarının eğitimi için Granada’ya yerleşir. Granada, Lorca’nın yalnızca çocukluk dünyasıyla ilgili değil, tüm yaşamıyla bütünleşecektir. Granadalı olma, onda zulüm görmüş olanlara-Çingeneye, Siyaha, Yahudiye, Faslıya- karşı bir sempati yaratacaktır; “Ah çingenelerin kenti, her yerinde bayraklar/ söndür yeşil ışıklarını, korucular geliyor./ Kim görür de unutur seni. Ah çingenelerin kenti.”
***
Şairlerin çoğu birbirinin geliştirdiği ve sürüklediği bir şiiri kaynak alırken, Lorca bir halkın yüzyıllar içindeki yaşamlarının damıttığı bir şiir suyuna, kaynağına girmiştir. Halk şarkısını, oyununu, dansını, müziğini gözeterek ve buna kendi lirizmini de ekleyerek yeni bir öz yaratmıştır. O sanatının gücünü biraz da titiz, zor beğenen ve kolaylığa düşmeyen yaradılışından alır.
Bireysel oluşunun yanında toplumsallığı da es geçmeyen, hem yerel hem evrenselliği yakalayabilmiş bir şiir onun şiiri. Zamana dayanıklı, kalıcı oluşunun bir sebebi de bu olsa gerek.
“Senin olsun mavi göğün/ ben de ödünç alırım yüreğini bir arkadaşın,/ ırmakları olan bir yürek ve pınarları/ ve demirden bir bülbül ki/ dayanır çekicine yüzyılların.”
Lorca ruhunun gizlerini olduğu gibi açarak, yazmak için duygularını zorlayan bir şair olmamıştır. Onun şiiri, kişiliğinin damgasını her zaman bulabildiğimiz örnek nitelikler taşır. Onun keskin ve içe işleyen imgeleri, İspanya’yı gizemli kaynaklarından tanımaya yöneltir bizi.
Lorca kısa süren yaşamına rağmen resim ve müzikle de ilgilidir. Tiyatro oyun yazarlığında da güçlü bir kişilik oluşturmuştur.
***
Evet, dünyanın en önemli sanatçılarından biri olan Federico Gorcia Lorca, gerçekleri söylediği için ölüme mahkum edilen sanatçıları simgeleyen bir anıt gibi dimdik ayakta duruyor.
O, sıcak bir yaz günü, bir Ağustos sabahında Frankocu faşistler tarafından kurşuna dizildi. Mezarının nerede olduğu bugün de bilinmemektedir; ama artık yalnız İspanya’nın değil, dünya edebiyatının önemli bir kişiliği olduğu çok iyi bilinmektedir. Turgut Uyar’ın ona atfettiği şiirinde belirttiği gibi:
“Artık kat’iyen biliyoruz / halk adına dökülen kan / sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır, dişlerin arasında / İspanya’da ve her yerde…”