İnsanlığın felaketi olmak için “nihai kötülük” bugünlerde yeniden kolları sıvadığını açıklıyor. Her şeyi tedbirden önce kadere bağlayan bu anlayış canımızla, kanımızla besleniyor. Bunu görmemek kaderine isyan değil, körlüktür
Mehmet Uçar
“Hayırseverlik dikeydir, aşağılar.
Dayanışma yataydır, yardım eder.”
Eduardo Galeano
“Bana İsmail deyin” cümlesiyle başlayan Moby Dick (Beyaz Balina) romanındaki hayata benziyor hayatlarımız. Varlığına inandığımız ama bir türlü yakalayamadığımız bir beyaz balinanın peşinde, dalgalardaki gemi gibi bata çıka yol alıyoruz.
Her zaman ölmeye hazırız, ama ölülere bakmaya yüreğimiz el vermiyor.
Kötülüğün en büyük yeteneği, cehennemi cennet olarak göstermesi ve bizi buna ikna etmesidir. Neo-liberal kapitalizmin böyle bir mahareti olduğu bilinir.
Topyekün kötülüğün ilacı da topyekün iyilik olabilir. Bilinmelidir ki Mehdi, bir şahıs değildir, bir ruhun (gücün) adıdır. Bu ruh, zulme direnmek, haktan, halktan yana olmak ve adalet için çalışmaktır. İyilik yapan herkes Mehdi’den bir parçadır.
Bu ruhtan da nasibini alan HDP, örgütlü olduğu her alanda deprem bölgeleri ile dayanışmasını göstermiştir.
Buna karşı kötülüğün safındaki herkes ise Deccal’in gölgesini taşır.
HDP’nin halkıyla dayanışmasını engellemek ve bu dayanışmanın başına kayyım yerleştirmek bu gölgenin ta kendisidir.
Bu gölgenin içinde onlar için şunlar gizlidir:
Dayanışma, dayanışmanın yarattığı örgütlülüğü, mutluluğu ve nezaketi hazmedememek.
Diğer taraftan, hazmedilemeyenler hayatın bize armağanıdır.
Yıldızlar, en karanlıkta daha güzel parlar. Bu ülkenin en zor ve karanlık günlerinde HDP ağacı içindeki yıldızlar her yerde parladı ve parlamaya devam ediyor.
Tarihsel olaylar, kalıcı özellikleriyle hafızalarda yer eder. Depremle birlikte gösterilen yeni yaşam dayanışması bu topraklara bir ütopyanın tohumlarını ekti.
Biri hariç herkes bir arada, herkes dayanışıyor. Herkes kendi rengince dayanışıyor. Bir kişinin mutluluğu herkesin mutluluğu oluyor.
Bu topraklarda dayanışma bir kez daha direnişin dili haline geliyor. Keskin sözler ağırlığını dayanışmanın yaratıcı o diline bırakıyor.
İktidar her türlü kirli savaşla yenebilir. Ama halk arasında yaşanılan bu dayanışmayı engelleyip yenecek bir silahı yok. O yüzden çaresizler. Yalanları işe yaramıyor.
İnsanlar dayanışma ile güzel bir şey işaret ediyor, parmağı ile gösteriyor.
Ama iktidar ve onun sözcüleri, işaret edilen yere değil parmağa bakıyorlar ve dayanışma içinde olanlara kara çalıyorlar. Onları tartıştırarak, zayıflatmaya niyet ediyorlar.
Onlar da ısrarla söylüyor: Parmağımıza değil işaret ettiğimiz yere bakın. Orada insanların aç ve açıkta kalmadığını göreceksiniz!
Şunu net gördük: Halk, yalnızken hiçbir şey, birleştiğinde her şeydir.
Onlar için tarih ya “çanak çömlek” ya da ranttan ibaret, paradan başka bir şeye iman etmiyorlar. İnsan müşteri değildir. Bu topraklarda bunu ve öncesini unutmamak, geleceğe bir hafıza yaratmak için 6 Şubat’ı kardeşlik ve dayanışma günü ilan edebiliriz.
Sermayenin korkusuna karşı, halkın birlik umududur bu.
Bu toprakların baskın inançlarından bir Müslüman için, iyilik ve kötülük, ilahidir.
Kötülük de bu bab içindedir, çünkü o olmadan iyiliğin varlığı ve mahiyeti anlaşılamaz.
AKP iktidarı bizler için artık budur. Mutlak kötülüğün semboller dünyasındaki adı olmuştur.
Bu kötülük, sömürü ve haksızlık, ülkenin her hücresine yayılmıştır.
Kurallara uymak yerine kuralları kendine uydurarak bunu her alanda yaygınlaştırmıştır.
Bunu beceremeyenlere de her türlü bağışlanma seçeneklerini sunmuştur.
İmar affı bunlardan sadece biridir.
On binlerin hayatlarını kaybetmesi, müteahhitlerin yayımlanan bina deprem yönetmeliğine uymamaları ile tek başına açıklanamaz. Aynı zamanda işini yapmayan her iktidar ve her belediye de vebal altındadır.
İşimizin, evimizin, ailemizin ve hayallerimizin depremle yerle bir olduğu bu sistemde, artık mevcut anlayışlar yönetemez. İnsanlığın felaketi olmak için “nihai kötülük” bugünlerde yeniden kolları sıvadığını açıklıyor. Her şeyi tedbirden önce kadere bağlayan bu anlayış canımızla, kanımızla besleniyor. Bunu görmemek kaderine isyan değil, körlüktür.
AKP-MHP iktidarı yola çıktıklarını yolda bulduklarına değiştirirken, yola çıktıklarını kontrol altına almak için kimi makam ve mevkilere getirmişti. Bu anlayışın yarattığı liyakatsizlik yetkin olmayan kişilerin kritik kurumların başına gelmesiyle sonuçlanmıştı. Ülkenin içinde bulunduğu karmaşanın bir başka boyutu da bu olmalı. Tabii ki tek adamın hakkını yemeyelim. O her şeyi bilen adam bilenleri de bilgisizliğiyle bir kenara itebilmiştir.
Okyanusta bata çıka beyaz balinayı arayan o gemi gibiyiz. Ölüm hep başka bir yüzle gösteriyor kendini bizlere; o kadere isyan etmediğimiz sürece.
Halife Ömer, dilenci bir kadınla anlaşmış, her gün kapısına gelmesini ve “ölüm de var, ya Ömer!” diye bağırmasını istemiş. Uzun zaman sonra Ömer kadına, artık gelmesine gerek kalmadığını söyleyince, kadın merak edip nedenini sormuş. “Çünkü,” demiş Ömer, “artık saçlarıma ak düşmeye başladı, ölümü unutmam.”
Aynı kederdeyiz. O yüzden yaşanılan bu son acı artık kendi içinde bir son olmalı.
Bizlere bunları yaşatanları asla unutmamalıyız.
Moby Dick romanının sonunda, beyaz balinanın gazabıyla gemi batar, ulu kaptan Ahab ve iyi kalpli yardımcısı Bay Starbuck dahil herkes ölür. Sadece bir kişi sağ kalır.
Ölenlerin hikayesini anlatmak ve hesabını sorması için birinin geride kalması gerekir.
Yoksa neden bağışlansın ki hayat?
O geride kalanlarla Deccallara karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.
Sevdiklerimizin adını anmaktan ve onların hatırasını taşımaktan başka yükler de var omzumuzda. İçinde yaşadığımız bu eğri düzeni düzeltecek olan güç bugün yoksulların ve mazlumların dilinde artık yeter demeyi bekliyor.
Biner biner ölmeden!