Kapitalist Modernite’nin bir anlamda en büyük başarısı yaratmak istediği bireyde, kendisini bir zihniyet olarak şekillendirebilmesidir. Doğrusu bu durum, mezbahanelerde kesilmeye hazır ettirilmiş canlıları andırıyor. Öyle ki zihniyeten teslim aldığı bireyi, her yönüyle çöktürmeye, tüketmeye devam etmektedir. Bunun için öncelikle eğitimden başlanmaktadır, bilimin sistematikleştirilmesi adı altında parçalanmış bilimin, birbirinden çok uzak farklı olgularmış gibi ele alınışı, kategorize edilmesi bir anlamda parçalanma yaratırken, öte taraftan ise bütünselliği yakalayamayan bir bakış açısının temellerini atmaktadır. Ve birey bilgi bombardımanına tutulurken, bir yerde makine sistemi gibi eğitim ile öğrenmeden öte bir anlamayı getirmiyor. Ki bu konuda Murray Bookchin’in evren hakkındaki bilmelerimizin sadece %6’lık bir kısmını bildiğimizi dile getirirken, sorunun ne kadar yakıcı bir hakikat olduğu gerçeğini dile getirmektedir.
Bunu en çok da sosyal bilimler açısından bakınca, sosyolojinin olmadığı bir psikolojik sorgulama ya da tarihsel süreçsiz ele alınan olgulardan, mekândan yoksun sorgulamalara kadar ve en önemlisi insanı nesne olarak gören bilimin, “insan-sız” düşünmesi. Bunlarla beraber yaratılan sosyal bilim değil, açıkça toplum mühendisliğinin kendisi oluyor. Ve bilim-ci-lik adına her şey yapılır, üretilen hiçbir şey toplumsal bir kaygı içermezken, üretimlerin çoğu sermaye adına bir amaçsallık taşırken, ezel-ebet tüketen birey araçsallaştırılmaktadır ve bu tip bir birey modernite açısından en çok istenen birey prototipidir.
Ve sorgulamalarımız, belirlenen çerçevenin dışına çıkamaz, tüketen birey için bir yerden sonra sorgulamalar da bir tüketim eylemi olmaya adaydır. Hal buyken yaratılmaya çalışılan bireyin kendisi bir sorgulama dahi yaparken, bir anlamda çıkış noktası bulamaz olması, bir yerde bazı şeylerin meşruiyet zeminini de yaratmaktadır. Meşruiyet zeminin yakalanması ile bireyin bir kadavraya dönüştürülmesi artık an meselesidir.
Bununla beraber yaratılan bir körlük var, zira hazır bir zihniyetin kodları ile düşünmekte olan birey, sorunlar karşısında sadece meselenin bir kısmına odaklanırken, bütünsel olarak bir şeylerin unutulduğunun, görülmediğinin farkına var-a-mamaktadır. Doğrusu bu durum, mideden bir parça alınarak patolojik anlamda teşhisin ne olduğunun anlaşılmaya çalışılmasına benziyor. Bütünden bağımsız alınan parça; sonuç verici olmamakta iken, çok yönlü bir analizi de olanaksız kılmakta iken, çözümler de sadece kısa vadede çözümler olmaktan öteye gidemiyor. Ve öte taraftan kangrenleşmiş sorunlar yığınla birikip dururken, hakikatten uzaklaşma zeminine kapı aralanmaktadır.
Hakikat arayışında olan bireyin, sistem sorgulamasından ya da yaşamın anlamını sorgulayışına kadar puzzlenin parçaları gibi bir araya getirmesi uzun zaman alırken, buna çözümsel yaklaşmaktan öte, içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Oysaki sorunun baştan bir zihnen sorgulamanın koyulacağı çerçevenin oturtulması gerekmektedir. Bir anlamda bilimsel sistematiğin, epistemolojik olarak yeniden kurulmasından, diyalektiğinin yeniden yorumlanmasına kadar anlam bulma çabasının olması gerekmektedir. Öyle ki yeniden düşünmenin nasıl olması gerektiğine kadar tartışılması açıktır, zira yoksa başta belirttiğimiz üzre, parçaya odaklanan sorgulamanın, bütünselliğin kaybolmasını yaratacaktır. Öyle ki bu sorunun ana kaynağında bir zemine oturtulmaması, bir kayboluş hikâyesinin de sebebi olabilmektedir.
Ve derinden hızla akıp giden bir zaman; her-kese makûs bir talih yaşamın son sayfasının yakınlaştığının sinyalini vermeye başlarken, bir ömre sığmayan başarısızlıklar, elde pişmanlıklar…