Halk ve devlet kavramlarının karşıtlığı Marksist öğretinin en önemli tespitlerinden biridir. Bu görüşe göre devlet, toplumun egemen unsurlarının kendi çıkarlarını korumak üzere tasarladıkları aygıttır. Bu saptama doğal olarak söz konusu aygıtı yönetenlerin kabul edeceği bir görüş değildir. Onlar tam tersine, tahakkümlerini daim kılma aracı olan devlet kavramına soyut bir ulvilik, soyut bir kutsallık atfetmek için çalışırlar. Devletin, milleti temsil ettiğini iddia ederler. Tarihinin somut analizi, devlet aygıtının asla kutsal olamayacağının kanıtları ile doludur. İnsan aklının sınırlarını zorlayan kirli para ilişkilerine baktığımızda en çok kutsallık atfedilen Vatikan devletinin, sıralamanın üst basamaklarında durduğu görülecektir.
Devlet denen mekanizmanın işleyişinde stoklanan ve tasnif edilen bilginin önemi çok büyük. Bu yapı, olabildiğince geniş bir bilgi arşivine ulaşmak için teknolojiler üretiyor. Sokağa çıkıldığı andan itibaren, her adımınızı izleyen, ihtiyaç anında elde ettiği verileri raporlayan, teknolojiyi kullanarak gerçekleşen bütün iletişimi kayıt altına alan, internette araştırdığınız her konuyu gözleyen, buna göre profil tanımlayan bir düzenek, aldığımız her soluğun da hesabını tutuyor.
Kapitalizm, reklam ve pazarlama işini iyi bilir. O yüzden de üzerimizde oluşturduğu ‘Büyük Gözaltı’nın kişisel güvenliğimizin teminatı olduğuna inandırır bizleri. Şehirlerarası ulaşımda, otobüs, vapur veya tren bileti alırken kimlik numaralarımızın kaydedilmesi, ulaşım hizmetinin daha nitelikli olmasına değil, bilgi havuzuna daha çok, daha ayrıntılı veri aktarılmasına yarar. Başka bir deyişle bireysel hayatın mahremiyeti, toplumun güvenliği bahanesi ile iğdiş edilir.
Bizler, sıradan insanlar olarak, sakınacağımız fazlaca bir sırrımız olmadığı yanılgısı ile bu uygulamaların kriminal işlere bulaşmış insanların sorunu olduğunu sanabiliriz. Oysa şeytan ayrıntılarda gizlidir. Bizim sıradan yaşamlarımız küresel ölçekte, hiç tahmin edemeyeceğimiz odakların ilgi alanına girebilir. Nitekim bu odaklar, kişisel verilerimizi içeren dosyalara olağanüstü ilgi gösteriyor, onlara ulaşmak için küresel casusluk faaliyeti yürütüyorlar.
Yakın geçmişe kadar casusluk ve karşı casusluk faaliyetleri, önceden tespit edilen konularla ilgili bilgilere ulaşmayı amaçlıyordu. Günümüzde ise, ilgili-ilgisiz tüm veriler çok daha büyük veri tabanlarında toplanıyor. Bu durumda esas çaba devasa veri tabanlarını ele geçirdikten sonra müthiş bir ayrıştırma çalışması ile kullanışlı olanları ayıklamaya yönelik.
Söz konusu faaliyetler devletlerin istihbarat faaliyeti olarak algılandığında basit casusluk çalışması olarak değerlendirilirler. Yeni tasarlanan ve ileri teknolojilerle donatılmış bir savaş uçağı projesinin karşı tarafın eline geçmesi küresel bir sarsıntı yaratmaz. Olsa olsa o projeyi üreten birimlerde bir şok dalgası oluşturur. Ancak aynı verilere devlet dışı yapılanmaların ulaşması, ‘terör’ ifadesi ile tanımlanır ve küresel sarsıntıya yol açar.
“Wikileaks” sitesinin kurucusu Julian Assange, devletlerin veri tabanındaki bilgileri halkların bilgisine sunarak, egemenlere karşı, kurulu düzene karşı çok ağır, kabul edilemez bir suç işlemiştir. Egemenler aynı yöntemlerle örneğin bir bankanın dolandırılmasını, milyon dolarlık vurgunlar yapılmasını hazmedebilir, ama tüm kirli çamaşırlarının ortaya saçılmasına karşı duyarsız kalamazlar.
‘Terör’ denen olgunun hem hepimize değen gerçekliğini, hem de varsayımsal halini aynı anda yaşadığımız tuhaf bir zaman dilimindeyiz. Özellikle yeni siyasi iklimde, antidemokratik tasarrufların en işlevsel bahanesi olarak ‘terör tehdidi’ alabildiğine sömürülen bir söylem olarak sürekli gündemde tutuluyor. Üstelik bu bahanenin arka planında, uluslararası komplo hesapları yapan her devlet, kendi çıkarlarına hizmet eden terör unsurları yaratmakta sakınca görmüyor. Türkiye’ye göre özgürlük savaşçısı olarak nitelenen ÖSO, ABD için bir terör örgütü. ABD’ye göre evini, köyünü, kentini savunan PYD savaşçıları, Türkiye’nin gözünde terörist. Her devlet kendi çıkarları için vekil tayin ettiklerini sürüyor savaşa. O yüzden bu kirli savaş oyunu ‘vekâlet savaşları’ olarak tanımlanıyor.
Bu kirli ilişkiler ağını kontrol ettikleri medyalar aracılığı ile kolayca örtebilen devletlerin kâbusudur Julian Assange gibi hackerler. O yüzden de yakalarını kurtarmalarına asla izin verilmez.