Çağımızın en büyük sorunlarından biridir insanın derinliğini yitirmesi. Elbette insanın derinliğini yitirmeye yürüdüğü süreçte yitirdiklerinin bu derinlik yitimini ortaya çıkardığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Derinlik yitimine götüren, insanın her türlü duyguda, öfkede, sevinçte, üzüntüde, kıskançlıkta, imrenmede, kaygıda, endişede, yenilgide, zaferde, aşkta, sevgide bu kadar sığlaşmasının temel nedeni insanın neredeyse bir bütünen masumiyetini yitirmesidir. Masumiyetin bilme ile elbette yakından bir ilgisi vardır. Bilmemek, bir suçun hafifletici nedenidir. İnsan yaşamı, bilmediği, bilmediği için de işlediği suçlar, düştüğü yanlışlarla doludur. Bilmenin kolay olmadığı, bilgiye ulaşmanın çok masraflı olduğu ve çok zaman aldığı dönemin insanı için kabahat işlemek bir yere kadar kaçınılmazdı. Bilme, bilmede derinleşme, bilmeyi toplumsallığın güçlü inşası ve bireylerin bir arada barış içinde yaşamasının kolaylaştırıcısı olarak göreve koşmak bilge insanların, filozofların, önderlerin, liderlerin doğal sorumluluğu, kaçınılmaz görevleriydi. Bu insanların içinde derinleştikleri, yoğunlaştıkları, arayıp buldukları, doğadan gözlemle, çağrışımla edindikleri, yaşam bilgisi olarak ortaya koydukları bilgi, toplumsal yasalara dönüşürdü. Böylece filozofları, liderleri, öncüleri ne kadar bilgeyse o toplum o düzeyde gelişimin, refahın yolunu aralayabilmekte, uzun yıllara uzanan bir toplumsallığı inşa edebilmekteydi.
Bilmek elbette kuru bir bilgiden ibaret değildi. İnsanın ruhuna giydiği bir giysiydi bilmek. Bilmek sorumluluktu, bilmek hesaplaşmaydı, bilmek itiraz etmekti, bilmek arayıştı, bilmek itiraz ettiğinin, karşı çıktığının yerine yeni bir şey koyabilmekti. Bütün bunlarla yoğrulan insan, bilgiyle bu kadar derinliğine ilişki kuran insan masumiyetini korumak için de büyük bir çabanın sahibi olacaktı, böyle bir illiyet bağı geliştirecekti bilmeyle. Bu dönemin edebiyatının, sanatının da bu meselelere nasıl kafa yorduğunu, efsanelerde, destanlarda, halk hikayelerinde, dini menkıbelerde, kıssalarda, şiirde, ortaya yeni çıkan roman türünde yarattığı karakterlere bakarak anlamak mümkün. Yarattığı en toplum karşıtı, en kötücül karakterde bile bir masumiyet olduğunu görürüz. Bu karakteri bir bütün olarak gözden çıkarmaya, toplum dışına atmaya gönlümüz razı gelmez okuyucu, dinleyici olarak. Gılgameş destanındaki Enkidu ile dertlenir, onu anlamaya çalışır, Dostoyevski’in, işlediği suçun ağırlığı altında çırpınıp duran ilk suçunun onu yeni suçlara sürüklediği Raskolnikov karakterini anlamaya, onunla empati kurmaya, onu yeni suçlar işlemeye alıkoymaya çalışır.
Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay, bu kadar dolaysız, bu kadar zahmetsiz olduğu günümüz insanı için bilgi değerini yitirmiştir. Bilmek, sorumluluk almaktan, derinleşmekten, itiraz etmekten, karşı koymaktan bağını koparmıştır. Artık kabahate, suç işlemeye, kötülüğe götüren şey insanı, bilmemek, bilgisiz olmak değil, bilakis bilgi sahibi olmanın ta kendisidir. Bilgi çoğaldıkça derinliğini yitirmiş, derinliğini yitirdikçe daha çok ve daha kolay üretilir hale gelmiştir. Ortalama bir insanın sahip olduğu bilgiyle, günümüz dünyasının ürettiği bunca yıkım, zulüm, kötülükle ilgili bilgisi, bu kötülüğün ortaya çıkış kaynakları ile ilgili bilme durumu onu dünyanın en huzursuz varlığı yapsa gerekti. Bunca şeyi bilirken insanın buna karşı gelmemesi, kayıtsız kalması, hatta giderek bu kötülüklerin bir parçası haline gelmesi bilme ile masumiyet arasındaki ilişkinin nasıl zedelendiğini, hakikatin nasıl yitirildiğini gösterir bize. Bilmenin sorumluluk getirmemesi, insanı yaşadığı toplumdan, çevresinden, dünyadan, kainattan sorumlu kılmaması hakikatin yitirilmesinden başka bir şey değildir.