İşler bir kere çığırından çıkmayagörsün; savaş makinası en aptalca paranoyaları icat edebilir. 1942’de ABD’de öyle oldu. Mademki Japonlar bizi vurdu; öyleyse bütün çekik gözlüleri tıkın içeri! Mallarına da çökün elbette!
Arif Mostarlı
“Bir ırk olarak Japonlar, tarihte emsalsiz ve vicdansız bir ihanet rekoru kırdılar. Bu ülkede onları serbest bırakmanın küçük teorik avantajları ne olursa olsun, içerdiği riskler çok daha fazladır.”
Los Angeles Times’ın 22 Nisan 1943 tarihli başyazısında aynen böyle deniyordu. Ama aslında o süreç çok daha önce, 19 Şubat 1942’de, Başkan Franklin D. Roosevelt, orduya “herhangi bir kişi ya da topluluğun dışlanması için askeri alanlar belirleme” yetkisi veren 9066 sayılı Kararnameyi imzaladığında başlamıştı.
Çekik gözlü herkes!
Kesin bir kuraldır ve hiç değişmez: Her savaş, paranoya ve şovenizme ihtiyaç duyar. Çünkü ‘ulusu birleştirmek’ ve ‘düşmanı şeytanlaştırmak’ gereklidir. 7 Aralık 1941’de Japon uçakları Pearl Harbor’a saldırdığında, tam da bu fırsat çıkmıştı işte.
ABD Savaş Departmanı, Japon asıllı Amerikalıların, herhangi bir kanıt olsun olmasın, casus olabileceğini kafaya koymuştu artık. Özellikle Batı Kıyısı boyunca yaşayanların toplanması ve iç kesimlerdeki gözaltı merkezlerine yerleştirilmesi fikri bir süre tartışıldı. Şubat 1942’nin başlarında, Savaş Departmanı Pasifik kıyısı boyunca 12 kısıtlı bölge oluşturdu. Kararnamede açıkça ‘Japon’ yazmıyordu ama hedef belliydi. 18 Mart 1942’de Federal Savaş Yer Değiştirme Kurumu (WRA) kuruldu. Misyonu, Japon asıllı herkesi gözaltına almak, kamplara yerleştirmek, toprak satın almalarını engellemekti.
Fareler gibi ürüyorlar
Toplam olarak 127 bin kişi olan Japon nüfusunun yaklaşık 80 bini Nisei (Amerika doğumlu ikinci nesil) ve Sansei’ydi (üçüncü nesil). Geri kalanların, yani Japonya’da doğmuş olan ‘Issei’lerin ise hiç şansı yoktu. Programın mimarı Albay Karl Bendetsen’e göre, “bir damla Japon kanı” olan herkes kamplara alınmalıydı. Gözaltı programını yöneten DeWitt ise, “Bir Japon Japondur” diyor ve ekliyordu: “Sadakatlerini belirlemenin bir yolu yok. Haritadan silinene kadar Japonlar için her zaman endişelenmeliyiz.” Japonların “Fareler gibi yaşayıp fareler gibi ürediğini” iddia eden basın ise, “Bir engerek, yumurtadan çıktığı her yerde engerektir!” gibi manşetler atıyordu.
Böylece evlerinden zorla çıkarıldıktan sonra, Japonlar, önce geçici toplama merkezlerine götürüldü. Oradan da iç kısımdaki toplama kamplarına nakledildiler. İlk gözaltı kampı, Güney Kaliforniya’da bulunan Manzanar’dı. 1942-1945 arasında yaklaşık 120 bin Japonu kapsayan 10 kamp açıldı. Kamplara alınanlar, yalnızca karyolalar ve kömürlü sobalarla döşenmiş yalıtılmamış kışlalarda yaşıyordu. Çamur, sivrisinekler ve soğuktan çoğu etkilendi. Eğitim genellikle asimilasyoncuydu elbette.
Sadakat ölçümü!
1943’te Savaş Yer Değiştirme Otoritesi yetkilileri, ‘Nisei’lerin sadakatini ölçmek için geniş bir anket düzenledi ve kamplardaki tüm yetişkinlerin formu doldurmasını istedi. Japonya’da mı yoksa ABD’de mi eğitim gördüler? Budist miydiler, Hristiyan mıydılar? Judo yaptılar mı ya da beyzbol takımında oynadılar mı?
Anketin son bölümünde ise “ABD ordusunda emredilen her yerde hizmet etmek isteyip istemedikleri ve gerekirse Japon imparatoruna karşı savaşıp savaşmayacakları” soruldu. Mahkûmlarının çoğu her iki soruya da basitçe “evet” yanıtı verirken, yüzde 17’si, olumsuz yanıt verdi. Sonunda, en çok “hayır” yanıtı verilen Tule Gölü Kampı, “sadakatsiz”leri barındırmak için belirlendi. Onlar için hayat iyice zorlaştı. Bu arada, 30 bine yakın Japon ise ‘sadık’ bulanarak orduya alındı. Toplam 7 Japon ise kamp nöbetçileri tarafından katledilmişti.
Sonrası… Sonrası, bilinen şeyler! Önce yap sonra özür dile sistemi bu konuda da çalıştı. 18 Aralık 1944’te hükümet, tüm tehcir merkezlerinin kapatılacağını duyurdu. Mart 1946’da tümü kapatıldı. 1976 yılında Başkan Gerald R. Ford, 9066 sayılı Kararnameyi resmen yürürlükten kaldırdı ve “Amerikan tarihinde üzücü bir gün” gibi sözler geveledi. 1988’de ise ABD Kongresi, 80 binden fazla Japon Amerikalının her birine 20 bin dolar vererek, resmi bir özür yayınladı.
Amerikan 6-7 Eylül’ü
Her şey o kadar basit olmadı ama! Az buz değil: 120 bin kişi! Histerinin vardığı seviye buydu ve bu tabii ki sadece bir histeri’ değildi. 120 bin Japona, -tıpkı Holocoust başlangıcında Yahudilere yapıldığı gibi- işlerini halletmeleri ve taşıyabilecekleri kadar çok eşya toplamaları için dört günden iki haftaya kadar süre verilmişti ve bu, onların mallarına “çökme” fırsatı yarattı. Aileler bu süre içinde dükkânlarını ve evlerini satmak zorunda kaldılar. ‘Vatansever’ Amerikalılar fırsatı hiç kaçırmadı. Binlerce dolar değerindeki birçok ev ve işyeri bundan çok daha düşük bir fiyata el değiştirdi. Binlerce Japona arabalarının dönene kadar güvenli bir şekilde saklanacağı söylendi ama bu da yalandı. ABD Ordusu kısa süre sonra araçları indirimli fiyatlarla satın almayı teklif etti ve satmayı reddeden Japon Amerikalılara da “orduya lazım” deyip işin içinden çıktı! Uzun bir süre hiçbir Japon belini doğrultamadı.
Tarih böyle masal gibi anlatılınca her şey tekrarlanamayacak kadar saçma geliyor belki ama değil. Şimdi, şu anda örneğin Ukrayna’da ve başka yerlerde aynı sadakat testinin yapılıp yapılmayacağının garantisi yok.
Ha, bizim coğrafyamızı sorarsanız, onu boş verin! Biz o testten zaten her gün geçiyoruz!