Özgür Müftüoğlu
AKP’nin ilk kez iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinin hemen ardından Erdoğan, AKP Genel Başkanı sıfatıyla, hükümetin bir yıllık Acil Eylem Planı’nı açıkladı. Açıklanan eylem planı AKP’nin özgün politikalarından ziyade Dünya Bankası (DB) ve IMF’nin “reform” adı altında önerdiği/dayattığı neoliberal politikaları içeriyordu. Sağlık konusunda 90’lı yıllarda Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle hazırlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın (SDP) ana başlıkları da AKP hükümetinin gerçekleştirmeyi vaat ettiği bu plan içinde yer alıyordu.
Birinci AKP hükümetinin ilk icraatlarından biri Dünya Bankası’nın 2003’te yayımladığı Türkiye Sağlık Sektörü Raporu ile de eş zamanlı olarak SDP’yi kademe kademe uygulamaya koymak oldu. SDP iki temel gerekçeye dayanıyordu. Bunlardan biri bütçeye “yük” olarak görülen sağlık harcamalarının finansmanını yurttaşlarla paylaşarak bu “yükü” hafifletmek; diğeri ise sağlık hizmetlerini piyasaya açarak sermaye için kâr alanı haline getirmekti. Bu çerçevede “reform” adı altında getirilmesi öngörülenler şunlardı:
- Hizmet sunumu ile finansmanın birbirinden ayrılması,
- Özel sağlık kuruluşlarının teşvik edilmesi,
- Sağlık hizmetlerinin piyasa anlayışı içinde (kâr odaklı) sunulması,
- Yerinden yönetime dayalı bir sağlık sistemin kurulması.
AKP, ikinci iktidar döneminin sonunda (2011) SDP’yi büyük ölçüde yaşama geçirdi. Bu dönemde SDP kapsamında akla ilk gelen düzenlemeler, “SSK ve diğer kamu kurumlarının sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi; özel sağlık kurumlarının teşvik edilmesi; sağlık ocaklarının kapatılarak aile hekimliğine geçilmesi; sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altına toplayarak Genel Sağlık Sigortası’nın yasalaşması ve performansa dayalı ödeme sistemi…” oldu. Kent içinde kolayca ulaşılabilir olan hastanelerin kapatılarak kent merkezlerinden kilometrelerce uzakta kurulan şehir hastaneleri gibi kimi düzenlemelerle SDP, AKP’nin 20. yılında hala sürüyor.
Sağlık, emek yoğun bir hizmet alanıdır. Bu alana ilişkin bir dönüşüm, sağlık hizmetini sunanların rızası, onayı alınmadan “başarılı” olamaz. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de SDP, halkı ikna etmenin yanı sıra sağlıkçıların da dönüşümden kazançlı çıkacağı propagandasıyla gündeme getirilmiştir.
Emek ve meslek örgütleri özellikle Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES), SDP’ye en başından itibaren karşı çıkmış, mücadele etmiştir. Bu karşı çıkış, SDP’nin sağlık emekçilerini olumsuz etkileyecek olmasından ziyade halkın sağlık hizmetlerine ulaşımının daha da zorlaşacağı ve sunulan sağlık hizmetinin niteliksiz hale geleceği içindir.
AKP, iktidarı boyunca küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda DB ve IMF tarafından hazırlanan SDP’nin “sadık” uygulayıcısıdır. Bu nedenle hem sağlık hizmeti alanlar hem de sunanlar tarafından giderek daha güçlü biçimde hissedilmekte olan SDP’nin Türkiye’de sağlık sisteminde yarattığı tahribatın birinci elden sorumlusunun AKP iktidarı olduğu söylenebilir.
29 Mayıs Pazar günü Ankara’da TTB’nin çağrısı ve demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle SDP’nin sağlık sisteminde yarattığı tahribata karşı “Beyaz Miting” yapılacaktır. TTB’nin bu mitingin gerekçesini açıklayan çağrısı şöyledir:
“TTB olarak, memleketimizin sağlık sisteminin toplum yararına değiştirilmesi, hekimlerin yaşama, çalışma ve ekonomik koşullarının düzeltilmesi için, yurttaşlarımızı ve kurumlarımızı aşağıda yer alan 10 acil talebimize destek vermeye davet ediyoruz. Bu talepler şunlardır:
- Sağlık sisteminin temelini koruyucu sağlık hizmetleri oluşturmalıdır!
Birinci basamak sağlık hizmetleri güçlendirilmeli, hastalanmama üzerine kurulu politikalara öncelik verilmelidir.
- Beş dakikada sağlık olmaz!
Hekimlerin hastalarına yeterli süre ayırmalarını sağlayacak koşullar sağlanmalıdır.
- “Şehir-şirket hastaneleri” politikasından vazgeçilmelidir!
İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri bilime ve toplum sağlığına uygun yapılandırılmış kamu ve üniversite hastanelerinde sunulmalıdır.
- Sağlığa ayrılan bütçe artırılmalıdır!
Sağlık herkes için parasız olmalı, hekimler emeğinin karşılığını almalıdır.
- Etkili bir “sağlıkta şiddet yasası” çıkarılmalıdır!
Çalışma alanları şiddetten arındırılmalı, güvenli hale getirilmelidir.
- COVID-19 meslek hastalığı sayılmalıdır!
- Sağlık sisteminin eksikliklerinin sorumluluğu sağlık çalışanlarına yıkılamaz!
Sağlık hizmetlerinden kaynaklanan zararlarda hastaların kayıpları kamu tarafından üstlenilmelidir.
- Hekim üzerindeki baskılara son verilmelidir!
Aile Hekimliği Ceza Yönetmeliği, mobbing, KHK, arşiv taraması ve güvenlik soruşturması gibi baskıcı uygulamalardan vazgeçilmelidir.
- Tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminde “nitelik” öncelikli olmalıdır!
Tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitimi uluslararası standartlara uygun hale getirilmeli, çok sayıda tıp fakültesi açılmasından ve kontenjan artırılmasından vazgeçilmeli “nitelik” esas alınmalıdır.
- Hekimlerin örgütlenmesi ve haklarını savunmasının önündeki engeller kalkmalı!
Başta hekimlerin meslek örgütü TTB olmak üzere, hekim örgütlerinin hedef gösterilmesinden vazgeçilmelidir.”
“Beyaz Miting”in “beyazı” sadece sağlıkçıların önlük rengini değil, karanlığa bulanmış bir ülkenin bu karanlıktan arınma niyetini, umudunu da simgelemektedir. Pazar günü sadece sağlık emekçilerinin hakları için değil, sağlık hakkımız ve karanlıktan arınmış daha yaşanır bir ülke için “Beyaz Miting”de olmak gerekir.