Yeni yönetime geçilmesiyle devletin yeniden inşa edildiği bu dönemde ABD’li rahip Brunson meselesi Adnan Oktar dizisinin devamı gibi geliyor insana. Doların bu denli yükselmesinin halk gündeminde olması da aynı yere bağlanabilir. Doğa dengesinin kapitalizmce bozulmasının havuz medyasında işlenmesi de insanı şüphelendirmiyor değil.
Ama ben yine de sel, su baskını, heyelan ve bunlardan dolayı yıkılan beton köprüler, mikser kamyonlarının kazaları, bize kilitlenen parke taşları ile inşaatlarda yitip giden yaşamların nedeninden bahsedeceğim. Sermayenin midesi gözünden büyük ve sömürüsünün her türü legaldir. Kentleşmeyi tamamıyla betonlaşma olarak algılıyor ve halk arasındaki tanımla betoncular olarak tarihteki yerimizi alıyoruz.
Almanlar derki; “Asfaltı biz bulduk ama yamayı Türklerden öğrendik. “Betona bakış açımız da asfalt anlayışımızdan çok farklı değil. Araç odaklı kentler, asfalta boğulmuş parklar, nehir-dere yataklarına yapılmış çok katlı binalar, sulak ve bataklık alanlara yapılan havaalanları, köprüler liste böylece uzayıp gider kentleşememe politikalarında.
Almanya 1900’lı yılların başlarında dünyanın ilk beton santralini kurar ve akabinde ilk beton mikserini bularak dünyanın beton devi olur. Tabi Almanya betonda bu kadar iyi olmasına rağmen çelik, taş ve ahşap yapılarda da gelişimine devam eder.
Rivayet odur ki 1.Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye ilk mühendisini müttefiki olan Almanya’ya gönderir. Orada betona dair teknikleri öğrenir. Bu mühendis ülkeye dönerek betonla ilgili çalışmaları başlatır. Türkiye’de ise yüz yıldır bir gıdım değişmeden betonarme ve beton üzerine kurulu yapılaşma hızla devam eder. Yerel ve kültürel dokuya uygunluk, yerel malzeme, ucuz ve doğal olan tüm yapı elemanları ikinci plana atılmış hatta yok edilmiştir. Beton o kadar yer edinmiştir ki dağ, dere, tepe, park, avlu ve ne varsa betondan olmuştur.
Türkiye sanayisini beton üzerine kurmuştur. TOKİ’yi kurarak ülkenin en büyük betoncusu olmuştur. İnşaat sanayisinin motorize gücü olan TOKİ devlet eliyle Rantabil olmuş alanları yasa ve yönetmeliklerle sermayeye devri için çalışarak bir yandan da Gettovari yalıtılmış, izole evler ve binalar yaparak insanları kontrol altında tutmaya çalışır. Bir alanı yapılaşmaya açmak isteğinde tarım, imar, enerji, kültür gibi tüm bakanlıklar birlikte hareket eder. Kiminde tarım, güvenlik, güzelleştirme, deprem ve kentsel dönüşüm adı altında kamu yararı, zorunlu-zorla kamulaştırmayı da yasa ve yönetmeliklerle yapar. Ülkede daire oranı 1,27 olmasına rağmen sermayenin sanayisini beslemek adına durmaksızın yeni yapılar yapılmakta ve bankaların kredi politikalarıyla bu tüketim desteklenmektedir.
Kum ocakları nehir, dere yataklarını değiştirmekte tarım, sazlık ve bataklık alanları yok etmektedir. Çimento fabrikaları tüm yaşamı tehdit ederek ormanı, toprağı, havayı, suyu kirletir. Kum ve çimento karışımı olan beton bir halk ve çevre sağlığı problemidir.
Beton yapılar kansere sebep olan radon gazı oranı çok yüksek olmasına rağmen ölüm kokan bu inşaat malzemelerinin kullanımının önü açılmıştır. Kerpiç gibi doğal, sağlıklı ve ucuz olan bir malzeme küçümsenmiş. Bu yapılarda yaşayanlar alt tabaka olarak tanımlanmış ve insanların bu malzemeden uzaklaşması sağlanıp beton tüketimi artırılmış. İnsanların elinden alınan bu malzeme bugün torbalara konarak doğal-ekolojik malzeme adı altında uçuk fiyatlara satılmaktadır. Birçok kerpiç, taş yapını ömrü 500 yılı bulurken betonarme bir yapı 50 yıl olmasına rağmen empoze edilen tüketim alışkanlıklarından dolayı tercih edilmektedir.
Bu betoncular ormanları, bataklıkları, parkları ve toprak olan her yeri betonla kaplamaktadır. Bunun sonucu olarak yağışlarla gelen su ormanlar ve bitki örtüsü ile tutulamaz toprak tarafından emilemez. Bu su kentlerde geçici nehirler oluşmakta, kırsal alanlarda heyelan ve sel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bir canlı-cansız yaşamı için tehdit olup vazgeçilmez parçaları olmaktadır. Doğa ve insanı meta olarak gören aşırı kar odaklı politikalardan biran önce vazgeçilmelidir.