HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş, ‘Bahçeli ‘Tecrit var’ diyor, ‘Gelsin konuşsun’ diyor ama söylemek değil yaşama geçirilmesi lazım. Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması gerekiyor. Artık tecridi konuşmamamız gerekiyor. Çağrıları aşan bir adıma gerek var’ dedi
Nezahat Doğan
Ülkede artık nasıl bir sabaha uyanacağımızı kestiremediğimiz olağanüstü günlerden geçiyoruz. Totaliter rejimin demokratik alana ve halkın seçilmişlerine yönelik başlattığı, her sıkıştığında devreye soktuğu kayyım atamaları yerel yönetimlere ve demokratik siyasete darbenin bir başka yöntemi olarak gelişiyor. Bir tarafta “Normalleşme mi, çözüm mü, demokratikleşme adımlarına doğru bir yol mu var?” soruları sorulurken, diğer tarafta iktidar siyasetin dilini her geçen gün daha da sertleşerek keskinleştiriyor. Bahçeli “Sözlerimin arkasındayım,” derken, Esenyurt’tan sonra Batman, Mardin ve Halfeti’ye kayyım atanması “AKP-MHP iktidarı nasıl bir oyun kuruluyor? Neyi hesaplıyor?” sorusunu da beraberinde getiriyor.
Bütün bu çelişkiler yumağının içinde halkın iradesine sahip çıkmak sadece Kürtlerin değil, aynı zamanda demokratik kesimlerin de üzerine düşen sorumluluk haline geliyor. Bu süreçte Halkların Demokratik Kongresi geçtiğimiz hafta genel kurulunu gerçekleştirerek yeni eşsözcülerini seçti. Meral Danış Beştaş ve Ali Kenanoğlu yeni eşsözcüler oldu.
Varlığını demokratik güçler ve birçok kesimden; Fırat’ın doğusundan batısına bileşenlerle oluşturan HDK, demokratik siyasetin üçüncü yolu olarak daha geniş bir demokratik taban için yola çıkarken, varlık nedeni bugün daha da önem kazanıyor. Biz de yaşanan süreci, iktidarın kayyım politikalarını ve “Toplumsal olarak nasıl bir çıkış yaratılmalı?” sorusunu HDK Eşsözcüsü Meral Danış Beştaş ile konuştuk…
- HDK, 2011 yılında emek ve demokrasi güçlerinin birleştiği, sol-sosyalist kesimlerle bütünleşmenin sağlandığı bir demokratik açılım perspektifi olarak hayat buldu. HDK’nin amacı, çıkış noktası ve felsefesi tam olarak neydi?
Halkların Demokratik Kongresi, 2011 yılında büyük bir heyecanla karşılandı. Kuruluş çalışmalarının içinde olmamakla birlikte, partiden dolayı yakından bildiğimiz bir meseleydi. Temel amacı, Türkiye’deki toplumsal kesimlerin, demokrasi güçlerinin bir bütün olarak toplumda var olan adaletsizlik ve eşitsizlik ortamına, özgür olmama ortamına itirazlarını ifade edebilecek bir platform oluşturmaktı. Amacı birlikte mücadele, birleşik mücadele, asgari müştereklerde ortaklaşma oldu. Farklılıklarımız olsa da, Cumhuriyeti demokratikleştirmek, var olan anti-demokratik uygulamalarla mücadele etmek gibi asgari müştereklerde bütünleşme hedeflendi. Bunun için de demokratik bir anayasadan, yasaların demokratikleştirilmesine, emekçilerin haklarının verilmesine, kadın mücadelesinin bir ivme kazanmasına, kadınların kolektif ortak mücadele alanlarının genişletilmesine uzanan birçok başlık var.
- Bu başlıklarda Kürt meselesinin çözümünde nasıl bir rolü var?
Kürt meselesi açısından, Türkiye’nin batı bölgesindeki toplumun Kürtleri tanıması gerekiyor. Kürt meselesinin ne olduğuyla tanışması gerekiyor. Tanışmıyor demiyorum. İddiam bu değil… Ancak neticede yüz yılı aşkın bir devlet aklı Kürt meselesini tek taraflı propagandayla, “bölücülük-terör ve ayrılıkçılık üzerinden” yansıttı. Oysa Kürt meselesinin demokratik çözümü, Türkiye’nin bütünlüğü zemininde birlikte yaşamı tarif ediyor. Hepimiz bu ülkede yurttaşlar olarak aynı hak ve özgürlüklere sahip gözüküyoruz ama sahip değiliz ve olmalıyız. HDK aynı zamanda bunun mücadelesini veren, verecek olan bir yerden kuruldu. Kürt meselesinin demokratik çözümünde de; barışın inşası ve toplumsallaşmasında da çok önemli bir sorumluluğu var.
- 2011 sonrasında bir çözüm süreci dönemi vardı. O süreçte HDK nereye evrildi ve nasıl bir açılım yaptı?
Biliyorsunuz bizim 90’lı yıllardan itibaren DBP geleneğinden gelen partilerimiz vardı. Amaç Türkiyelileşme! Türkiye’nin her tarafını kapsayacak bir siyaset, sorunları çözecek bir siyasi akıl gerekiyordu. HDK kurulduktan sonra kongre partisi olarak HDP kuruldu. Ben de HDP’nin ilk MYK’sında yer alan biri olarak o süreci çok iyi hatırlıyorum. HDP olarak 2015’te bu fikriyat açılımı ve felsefeyle yüzde 13.7’lik oranla tarihin en yüksek oyunu aldık. Çünkü Türkiye’nin her tarafından destek geldi. HDP bir Kongre Partisi olarak kuruldu ve kongrenin felsefesi, fikriyatı, perspektifi HDP’de yaşam buldu. HDK’yi işletebilirsek; geniş kesimlerle temas kurarak, çalışmalarını, örgütlemesini, mücadelesini tam anlamıyla anlatıp, anlaşılırsak; o kesimleri dinlemek noktasında da çalışmalara devam ederek daha da güçlendiğini ve genişlediğini göreceğiz.
Her DEM Partili HDK’lidir ama her HDK’li DEM Partili değildir. Biz Halkların Demokratik Kongresi olarak daha geniş bir kesime hitap ediyoruz… Biz toplumun farklı kesimleriyle iletişim kurmayı ve birlikte mücadele etmeyi önümüze hedef olarak koyuyoruz
- “İşletebilirsek,” sözünüz “demokratik güçler ve bileşenleriyle yeterli enerji ve sinerji yaratılamadı mı? Daha çok örgütlenip ortaklaşmayı sağlamada bir eksiklik mi var?” sorularını ortaya çıkarıyor. “İşletebilirsek” sözünü açar mısınız?
Bu son kongremizde yönetim mekanizmamız özeleştirel bir tutum ortaya koydu. Geçmiş dönem kongrelerde de arkadaşlar benzer tutumu büyük bir olgunlukla ortaya koydular. “HDK’nin felsefesini yeterince yaşamsallaştıramadık, yeterince bunu sahaya yansıtamadık,” dediler. Tabii ki bu konuda engeller vardı. Şimdi “ne yapabilirdik de yapmadık” noktasındayız. Bu kongreyi bir kurucu kongre olarak düşündü arkadaşlar. Düşüncede, sistematikte, felsefede, fikriyatta hiçbir sorun yok. Türkiye’nin sorunlarını çözüm alanında, mücadelenin büyütülmesinde, direnişin yaygınlaştırılmasında çok önemli bir yol haritası ve perspektif var ama bunu yaşama geçirmede sıkıntılar yaşanmış. Her DEM Partili HDK’lidir ama her HDK’li DEM Partili değildir. Biz HDK olarak daha geniş bir kesime hitap ediyoruz. Şimdi ilk meclisimizi –henüz kamuoyuna açıklamadık- Kasım’ın 17’sinde yapacağız. Orada yürütme kurulumuzu seçeceğiz, daha çok ve geniş saha çalışmaları yürüteceğiz. Biz toplumun farklı kesimleriyle iletişim kurmayı ve birlikte mücadele etmeyi önümüze hedef olarak koyuyoruz.
- Türkiye’nin içinden geçtiği bu sarmalda HDK çatı örgütlenmesiyle nereye oturuyor?
Çok önemli bir yere oturuyor. Türkiye’de içinde bulunduğumuz siyasal atmosferde, toplumsal ve ekonomik alanda ciddi nefes alamama haliyle karşı karşıyayız. Narin cinayetinde de gördük. Davayı takip ettim. Orada aileyi kutsama ve aileyi koruma anlamında her gün aileyi savunan bir iktidar, toplumsal çürümeyi derinleştiriyor. Çocuğu ve kadını özne olmaktan çıkarıyor. Burada hem çürüme hem de büyük kadın kırımı söz konusu ve şimdi de çocuk kırımına doğru gidiyoruz. HDK, çocuk alanında çalışan bütün STK’ler, platformlar ve kadın hareketiyle doğrudan bağ kurabilecek en geniş ve kapsayıcı yapıdır ve bu ihtiyacı ortaya koyuyor. Elbette ki farklı sesler de çıkmalı. Bu demokrasinin ve çoğulculuğun bir gereğidir. Önemli olan; derdimizde ortaklaşalım, bu derdin çözüm mekanizmalarına birlikte güç verelim, yan yana duralım. Bizim hareket noktalarımız bu olacak. Bunun ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. İşçilerin, emekçilerin haklarının verilmemesinde, asgari ücrette, çiftçinin ürettiğinin bedelini alamamasında, pazarcının sorununda, maden işçilerinin mücadelesinde hepimizin el ele olması mücadeleyi büyütür. Bu demokratik zeminde anayasal tepkileri ortaya koymaktır ve HDK hakları aramanın başlığıdır.
- Her alanda toplumsal bir çöküş yaşanırken demokratik kesimler ve kitle örgütleri açısından çoğalma ve bir araya gelmede eksiklikler olduğunu düşünüyor musunuz? Barış ve demokrasiye özlem artarken bunun için ne tür adımlar gerekir?
Çok iç içe geçmiş sorunlar var ama temel meselelerden biri Türkiye’nin anayasasız bir ülke olması… Türkiye hukuk devleti olma ilkesini yitirdi. Ben bir hukukçu olarak, “Hukuk var mı bu ülkede?” diye çok soruyorum. Anayasasız bir ülke, hak ve özgürlükler askıya alınmış, iktidardan yana değilseniz düşünce özgürlüğünüz yok, ifade özgürlüğünüz yok. Toplantı ve gösteri yapma hakkı neredeyse coplarla, müdahaleler ve gözaltılarla sonuçlanıyor. İşte Batman’da; alenen sokakta işkence yapılıyor. Bereliler ortaya çıkmış kimlikleri bilinmiyor, sahte plakalarla cirit atıyorlar Batman sokaklarında. Neden? Çünkü Batman halkı iradesinin iadesini istiyor. Seçilmiş belediye başkanının göreve gelesini istiyor, kayyım gaspına ve darbesine itiraz ediyor, bu onun en doğal hakkı.
- Bu noktada demokrasinin en temel kuralı denir peki?
Tabii ki hukuka bağlılık ve halk iradesinin tanınmasıdır derim. Seçimler niye yapılır? Doğrudan demokrasi mümkün olamadığı için. Siyasetçilerin sınav yeri neresidir? Elbette sandıktır. Türkiye’de sandık tanınmıyor. Şu anda İstanbul hedefleniyor mesela. Özgür Özel Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ilişkin MİT’in bir yazısı ile ilgili açıklama yaptı. Farklı mekanizmalarla iradeye el koyma girişimleri var. Bu ortamda tabi ki birlikte mücadele etmek lazım. Halk iradesine sahip çıkmak lazım.
- İktidar yakın zamanda yeni süreçten söz etti, tecridi kabul etti ve Kürt sorunu var dedi. Bahçeli daha sonra “yok” açıklaması yaparken tecrit konusunda “söylediklerimin arkasındayım” dedi. Sonuçta somut bir adım atılmazken halk iradesi gaspları yaşandı. Bu olanlara baktığımızda traji-komik bir yerde miyiz?
Bu meseleyi bütün Türkiye tartışıyor. Beyinlerimiz yandı deniyor ya, tam da oradayız gerçekten. Bir kere Bahçeli’nin muhalefetin bile ürktüğü, cesaret edemediği, çekimser kaldığı, hatta “dokunmayayım o alana,” dediği tecrit sorunsalını meclis kürsüsünden kabul etmesi çok önemlidir. Biz yıllardır hep tecrit diyoruz. İmralı’da bir işkence devam ediyor. Ne Türkiye hukukuna ne de uluslararası hukuka uyan bir tablo var. Biz 44 aydır sürekli söyledik, Meclis’te sayısız defa bunu tartıştık. Bunlar duymazdan gelindi, görünmez kılındı. Tabi ki Bahçeli’nin sorun tanımlamasıyla da aynı noktada değiliz.
Kürt sorunu yoktur diyor mesela. Kürt meselesi nasıl yok! Tabi ki var… İşte Kürtler iradeleri gasp edilen bir halk; Kürtler kendi anadilinde eğitim göremeyen bir halk; Kürtler doktora derdini kendi dilinde, Kürtçe anlatamayan bir halk; Kürtçe yaşayamayan bir halk. “Evinde konuş,” diyorlar ama ben mahkemeye gidiyorum dilimi kullanamıyorum, kendimi ifade edip savunamıyorum. KCK davalarında biz bunu o kadar yoğun yaşadık ki yıllarca arkadaşlar savunma yapmadılar. Sonra bir yasal değişiklik oldu. Bunun gibi birçok başlık var. Kürt meselesinin olduğunu herkes biliyor ama politik olarak bunu başka şekillerde nitelendiriyorlar.
- Bahçeli’nin çağrısı sonrasındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kayyımlar atandı. İmralı’da disiplin cezaları ortaya çıktı, halen ikinci bir görüşme yapılamadı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç görüşmelerin önünde bir engel yoktur, demesine rağmen görüşme yapılmadı. Bizim geçmiş deneyimlerimiz var. 2011-2014 yılları arasında Türkiye’nin nispeten soluk aldığı, barışın konuşulduğu, bütün televizyon kanallarında bunun ihtimallerinin ve sonuçlarının değerlendirildiği, akil insanlar heyetinin kurulduğu, bütün bölgelere gidilip Kürt meselesinin konuşulduğu, Dolmabahçe Mutabakatı gibi çok önemli bir deklarasyonun yayınladığı ve muhatap olarak Sayın Öcalan’ın olduğu bir masa var önümüzde. Bu nedenle oradan faydalanılması ve deneyim aktarımı gerektiğini ifade etmek istiyorum. Bahçeli “Tecrit var” diyor, “gelsin konuşsun” diyor ama söylemek değil yaşama geçirilmesi lazım. Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanması gerekiyor. Artık tecridi konuşmamamız gerekiyor. Mesajları ve adımları konuşmamız gerekiyor. Çağrıları aşan bir adıma gerek var.
- Geçmiş çözüm sürecinde masa devrildikten sonra iki taraflı bir muhasebe yapılabildi mi? Artılar ve eksiklikler yeterince ortaya konabildi mi?
Muhasebe yeterince yapıldı mı sorusuna cevap vermek kolay değil. Bizler bunu değerlendirdik tartıştık. Mesela en büyük özeleştiri alanlarımızdan biri barışı yeterince toplumsallaştıramadığımız oldu. Benzer bir süreç olursa bu konuda daha fazla çaba sarf etmemiz gerektiğini kabul ettik kendi cephemizden. Diğer taraftan süreç daha şeffaf olabilirdi; daha geniş kesimler tarafından katkıya açık değerlendirmelerin ve eleştirilerin yapılması gibi. Ama çözüm sürecinin bitme ve bitirilme sebebinin iktidar eliyle olduğunu, çöktürme planıyla olduğunu çok net ifade edeyim. Bir yandan masada otururken diğer taraftan MGK’de çöktürme planı hazırlanıyordu. Bu plan kabul edildi ve deşifre oldu. İkisi bir arada yürüyemez… Bir taraftan koparmaya çalıştığınız eli nasıl tutuyorsunuz? Bir el kalmaz zaten. Önemli bir ayrıntı; Meclis’te şu anda çözüm sürecinin arkasında duran tek güç DEM Parti’dir. İktidar bunun arkasında durmuyor. Biz Meclis’te, o dönemi savunuyoruz, arkasındayız, tekrar demokratik siyaset ile bunu aşmalıyız sözünü hep söyledik. Ama onlar buna karşılık çözüm sürecinde rol alan heyetlerimizi cezaevine kapattılar. Selahattin Demirtaş halen cezaevinde, İdris Baluken yedi yılı aşkın süre tutuklu kaldı. Sırrı Süreyya Önder bir yılı aşkın süre tutuklu kaldı. Ve o dönem çıkardıkları yasayı da sadece devlet görevlilerini korumak üzerinden planladılar. Tabi ki şimdi soru işaretleri artıyor.
- İktidar “yeni süreç” derken, Erdoğan’dan “Ne Kandil, ne İmralı, ne Dem… Kürt kardeşlerime elimi uzatıyorum,” ifadesi geldi. İktidarın söylemlerindeki tutarsızlığın nedeni ne olabilir? Tutmayan başka hesaplar mı söz konusu?
Kürt kardeşleriyle çözsün! Bizce de çözsün! Tabi ki Kürtler muhatap bir bütün olarak milyonlarca nüfustan oluşuyor. Ben de bir Kürt kadını olarak bu muhataplardan biriyim. Ama Kürt kardeşlerini Gülistan Sönük’ten ayrı düşünemezler. Kürt kardeşlerini Mehmet Karayılan’dan, Saniye Bayram’dan, Ahmet Türk’ten ya da Devrim Demir’den nasıl ayıracaklar? Bu Kürt kardeşleri belediye eş başkanlarımızı seçti. Bunlar benim iradem dedi. Şimdi o Kürtlerin iradem dediği belediye başkanlarını görevden alarak, belediyeyi gasp ederek, sonuçta Kürt kardeşlerini çiğnemiş olmuyor mu? Gülistan Sönük yüzde 64 oy almış nereye koyacağız onu? O Kürt kardeşlerini temsil ediyor zaten. Çözüm onu tanımaktan geçiyor.
- Erdoğan o cümleyle ne yapmak istedi? Ne amaçladı?
DEM ’den, HDK’den, belediye başkanlarından ayrı bir Kürt kardeşleri varsa bilmiyoruz biz. Tabi ki bize oy vermeyen Kürtler var. Batman’ı örnek vereyim; yüzde 65 oy almışız, yüzde 15 kendileri almış. Biz o yüzde 15’e Kürt değil demiyoruz, onlar gibi bakmıyoruz. Bu söylemlerle, ayrıştırmalarla çözüm olmaz.
- İktidar irade gasp edilirken diğer taraftan da direnişi kırmaya mı yöneliyor?
Tabii ki… Batman, Mardin, Halfeti ayakta. Ayakta olan, direnen, hakkını arayan Kürt kardeşlerini sen muhataplıktan çıkarabilir misin? DEM Parti şiddet dışı yöntemlerle siyasi zeminde çözümü savunuyor. HDK de demokratik bir mekanizmayla, demokrasi güçleriyle birlikte birleşik mücadeleyi savunuyor. Neticede biz bu meseleyi şiddet dışı yöntemlerle çözmek için mücadele ederken şiddetin bitmesi gerekiyor. Çatışmasızlık ortamının olması gerekiyor. Demokratik dönüşüm için.
- İktidarın bu çelişkili tutumu nasıl bir sonuç doğurur?
Kayyım ve Kürt meselesinin çözümü yan yana duramaz. Bir elinde hançer bir elinde gül olamaz. Bunlar birbiriyle uyumlu adımlar olamaz. Bu nedenle insanların kafası yandı. Eğer irade gerçekten olumluysa, bir çözüme, barış ve demokrasiye evirtmekse, kayyımların derhal görevden alınması belediye başkanlarımızın göreve dönmesi lazım, bunu tartışma dışı tutuyoruz. Diğer taraftan eş başkanımız Tuncer Bakırhan’a yönelik –ben HDK eşsözcüsüyüm aynı zamanda DEM Parti Erzurum Milletvekiliyim- linç saldırılarını çok yakından tanıyoruz. Tahir Elçi’den, Hrant Dink’ten tanıyoruz. Bunu asla sineye çekmeyiz. Sözleri çarpıtılarak, ters yüz edilerek hedef gösteriliyor. İçişleri Bakanı da yaptığı açıklamayla bu linçe ortak olmuştur. Eşbaşkanımız milyonlarca insanı temsil ediyor ve eski ezber söylemlerle bu meseleyi köpürtmelerinin hiç kimseye faydası yoktur. Biz çok netiz. Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümünü savunuyoruz. Çözüm konusunda çok ciddi külliyatımız var. Öneriler, yasalar konusunda, anayasa ve mekanizmalar konusunda kendimize güveniyoruz.
Barışı anlatacağız. Barışın olmamasının Giresun’daki fındık üreticilerine ne kaybettirdiğini anlatacağız. Havva Anaya devletin orayı neden zapturapt altına aldığının barış ile ilişkisini anlatacağız. Savaşın ekmeğimizden, soframızdan neleri eksilttiğini anlatacağız
- HDK’nın bugünkü mevcut duruma karşı nasıl bir misyonu, örgütlenmesi ve adımları olacak?
Toplumsal barışın neden önemli olduğunu anlatmak çok gerekli… Barışı anlatacağız. Barışın olmamasının Giresun’daki fındık üreticilerine ne kaybettirdiğini anlatacağız. Havva Anaya devletin orayı neden zapturapt altına aldığının barış ile ilişkisini anlatacağız. Savaşın ekmeğimizden, soframızdan neleri eksilttiğini anlatacağız. İlk meclis toplantımızdan sonra kolları sıvayacağız yollara düşeceğiz… Bizim Türkiye’nin her tarafında, her kesimle temas kurma girişimlerimiz ve çalışmamız olacak. Keşke mümkün olsa da tutmadığımız el kalmasa. Türkiye’nin her tarafında barışın toplumsallaşması için görüşmeler, ziyaretler, örgütlemeler, etkinlikler, paneller, sempozyumlar, forumlar, konferanslar gerçekleştireceğiz. İl meclisleri ve mahalle meclislerimiz aracılığıyla örgütleneceğiz.
Gittiğimiz her yerde barışı anlatacağız. Barışın olmamasının Giresun’daki fındık üreticilerine ne kaybettirdiğini anlatacağız. Kadınlara, Havva Anaya devletin orayı neden zapturapt altına aldığının barış ile ilişkisini anlatacağız. Yoksullaşmanın barış olmamasıyla ilişkisini çok güçlü anlatacağız. Savaş politikasının bizim ekmeğimizden, aşımızdan, soframızdan neleri eksilttiğini anlatacağız. Militarizmin neleri kaybettirdiğini, kadına, çocuğa şiddetin savaş politikalarıyla ilişkisini anlatıp mücadele hattını öreceğiz. Çocuklarımızın her an ölüm haberini beklemenin büyük bir acı olduğunu ve son bulabileceğini anlatacağız. Ne bir Kürt annesinin ne bir Türk annesinin askerde olsun, dağda olsun artık evladının yolunu gözlememesinin ne kadar büyük huzur getireceğini ve mutlu olacağımızı anlatacağız. İşte barışın toplumsallaşmasını böyle sağlayacağız.
Derdimiz aydınlık bir gelecek
- Meral Danış Beştaş’ın derdi nedir?
Derdimiz büyük, geleceği aydınlık görmek istiyoruz. Her şey için, en doğal haklarımız için mücadele etmek yerine bunu yaşayabileceğimiz günler için mücadele ediyoruz.