Sınanmaktan bitap düşen günlerimiz, sabrımız ve öfkemiz buğulu bir gelecek vaat ediyor. Rengarenk bir duvar, aldığı lekelerin hatırasını düşünüyor. Devrilen bir ağaç, yıkılan bir avlu, çöken bir ev, kayan bir taş, sürüklenen yapraklar. Bu kadarı hatırlanıyor, devamını göstermeyen bir rüya gibi.
Haysiyet kaygısı kalmamış barbar bir tiran, gerçeklere yalanlar savuruyor. Kendini savunan gerçekler, bir türlü varlığına ayna olamıyor. Bizi bu haberler, asparagaslar birbirimizden koparıyor. Öyle ki bir uydurma, başka bir yerin sahihliği gibi duruyor.
Hayallerden taşan, sözcüklere sığmayan, sessizlikten kovulan dert ve dermana yol lazım. Kıyaslandığı her şeye abartarak yaklaşan çığlığa yer lazım. Dolaşıp dolaşıp çıktığı yere dönen, içine düştüğü ateşe itaat eden, yani ne kendini ne de başkasını asla sevemeyen ile nereye?
Şaşırmak gerekiyor, aldırmak gerekiyor. Yoksa dünyanın döndüğüne inanmak zor geliyor. Kahkaha ya da gözyaşı birbirine çare oluyor, beraber de yürüyebiliyor. Saksıda çürümüş toprak, açan çiçeği öldürüyor. Hayat taklit için çok müsait, muntazam bir yer. Herkesi de kendine benzetmiş, çatlamış bir ayna gibi kendini gösteriyor.
Uzun bir alıntı bulalım kutsallığını kaybeden kitaplardan; hükmünü kaybetmiş emirler, teşhir etmekten uzak düşmüş ayetler, unutulmuş yasaklar. Bir de tembihleri var aklın artık dışladığı, hayatın içine koymaktan vazgeçtiği. Durup bulmayı, durmadan yine bulmayı onarmalıyız.
İlk sudan ilk söze, ilk ateşten uzaya giden ilk insana, yeniden düşleyelim. Bir araya gelmek, yeniden düşünmek elzem ve tasarruf etmeden tasavvur etmenin manasını yeniden yazmalıyız. Çemberlerden ve zincirlerden yani sınır çizen ne kaldıysa, hepsini unutmalı, yerine bir şey koymadan yaşamanın yollarına düşmeliyiz.
Tabiatına ihanet eden bir eşyanın cezasını kim verebilir? Taklidinden sıkılmış her gerçek, yalvar yakar kendini hatırlatmak için sıraya giriyor. Çaba ya da mücadele, sığ sularda değil, derinlerde bulunur. Yeni bir eylem, denenmemiş bir hareket, dünyada yer bulamayan bir ihtimal gelsin de her şeyi sınavdan geçirsin.
Bozuk bir nota, bir patikada yaban otlarının gizlediği bir yol, değişen sokak adları, değerini kaybetmiş bir soru düşsün aklımıza. Eskilerden, geçmiş denilen ne ise artık, geçememiş olsun ve buraya gelsin; bu anın içine. Hilelere bulanmış kavgalar kendi efsanesini alkışlayıp gitsin.
Zannetmekle övgüler dizmek, sanrılarla suçlar üretmek bir yana, dünyanın dışına itilirken, uzak bir görüntü, anlaşılmayan bir ses herkese doğrular yakıştırıyor. Üstü örtülemeyen, ayyuka çıkmış da artık gizlenme nedeni bulamayan riyakarlık, ulu orta, sere serpe ve hayatımızın içinde. Bir konuktan ziyade bir ev sahibi olmuş da cevaplarımıza ara sıra yer buluyor.
Toparlayıp getiriyorlar olanları ve olacakları. Olması gerekenler ise bir sır gibi saklanıyor, hayatı sarsacak gerçekler eprimiş bir nesne gibi ıskalanıyor. Bilerek ve isteyerek, tirana yeni basamaklar kurarak. Karışmalı ve karşılaştırmalı her şeyi. Yoksa yol hep aynı kapıda, aynı kaldırımda yürütür ve düşürür bizi.
Burada pusular, burası linçler, bu kadar yalanlar. Dövülmüş gerçeklere itibar, dönmüş yalanlara açıklamalar değsin, istikrarı sarsmak her daim, herkes için. Tiranlık ve zalimlik istisna değil, istismar olarak yer bulup değişiyor. Barikat ve de itiraz kanıksamadan yıkar ancak.
Haftanın kitap önerisi: Ferenc Molnar, Pal Sokağı Çocukları / Çeviren: Tarık Demirkan, Yapı Kredi Yayınları