Bazı şeylerin yansıması her yerde aynı değildir. Aynı anlamlar ayrı yaşanır. Coğrafyadır, cinsiyettir, ırktır, mezheptir vesaire kıstastır. Bugünlerin meşhur yasağı sokağa çıkma yasağı. Kürt illerinde, ilçelerinde ve köylerinde bu sokağa çıkma yasağının uzun bir tarihçesi ve farklı uygulamaları var. Benim yaşımdakiler bu yasaktan epey bir mazi biriktirdi. Benden önceki kuşak da öyle. Son süreçte ise 2015-2016 yıllarındaki sokağa çıkma yasakları; tabut yerine buzdolabı, sokakta anneler, sürüklenen bedenler… Benimle beraber büyümüş, hâlâ Mardin’de yaşayan ve baba olmuş bir arkadaşım o zalim süreçte telefonla konuşurken şöyle demişti bana: “Babam bana bir daha öyle şeyler yaşanmaz diyordu, barışı göreceksin diyordu. Ben büyürken barışı görmedim. Daha sonra ben baba olduktan sonra çocuğuma aynısını dedim. Ama bak, onlar da aynı durumu yaşadı. Ben nasıl çocuğumun yüzüne bakayım.” Bu bir soru değil, tarihe fırlatılmış bir isyan.
Geçen gün Nusaybin’de zihinsel engelli 8 yaşındaki B.E.’ye yapılanları görünce kendi çocukluğuma gittim. Bizim çocukluğumuz kayda alınmadı, travmalarımıza alındı. Öte yandan bu görüntüleri ilk defa görenlerin şaşkınlığına açıkçası ben daha çok şaşırdım. Meğerse bizim kayda alınmayan ne çok dövülmüşlüğümüz varmış… O dönemin her çocukta travma yarattığını bilerek, kalsın diye bu günlere…
Çocukluğumda sokağa çıkma yasakları sık sık yaşanıyordu. Mahiyetini bilmesek de biz çocuklar için kovalamaca günüydü. Taş ve mermi arasında dolaşmaktı en kaba tabirle. Bir gün, yine sokağa çıkma yasağı konulmuş. Nedenini yine bilmiyoruz. Bir şeyler olmuş ve yasak girmiş sokaklara. Ben 9-10 yaşındayım. Mahalledeki arkadaşlarımla kapalı pazar yerine gidiyoruz. Ne kadar çürük domates, patlıcan, kavun falan varsa toplayıp yanımızda götürdüğümüz poşetlere dolduruyoruz. Bu bir nevi cephanemizdir. Çünkü taş atmaktan yorulduk ve bu başka bir taktik. Pazar yerine gidiyoruz, tezgahlar dolu ve sadece üzeri kapatılmış. Fırsattan istifade meyve de alabiliriz, sonuçta çocuklardan başka kimse yok. Yine de pazarcı amcalara ve teyzelere ayıp olmasın diye dokunmuyoruz çünkü amaç yemek değil atmak.
Pazardan mahalleye dönerken aramızda deneyimli olanlar motorsiklet sesini de panzer sesini de ayırt edip işaret veriyor. Ulaşımda çıkmaz yollar olur bazı yerlerde. Mesela bir yere gitmek için bir yerden geçmek gerekiyor bazen. İşte o bazenlerin canı çıksın istersiniz. Ben de istedim. Mahalleye girecekken mecburen caddeden giriş yapmalıydık. Öyle de yaptık. Bir işaret gelince etrafımıza bakındık önce. Bir de baktık polis dolmuşu geliyor. Karşı karşıya kaldık. En iyi savunma saldırıdır stratejisi artık doğal bir tepki midir, öğrenilmiş midir, bilmiyorum. Herkes poşetinden eline geçen sebze-meyveyi fırlatmaya başlıyor. Seri olduğumuz için polis dolmuşunun ön camı bozuk sebze lekelerinden görünmüyor. Birden durmak zorunda kaldılar. Biz de o başarıyla mahalleye daldık. Herkes eve koşuyor çünkü bu ilk mola, öğle yemeği zamanı. Esas rövanş öğleden sonra başlayacak ve herkes karnını doyurmuş, tedbirini almış olacak.
Ben de eve koşup önce dama gidip elimdeki poşeti zulaladım bir yere. Sonra da gidip sofraya oturdum. Az sonra abim geldi. Onu da bir sokak arasında başka çocuklarla görmüştüm ama konuşamamıştık yoğunluktan. Sofrada anne ve baba olduğu için olayları konuşmadan yemeğimizi yiyoruz. Baktım abim benden önce kalktı. Ben de birkaç dakika sonra kalktım ona güvenerek. Evden çıkmadan önce annem elma verdi bana. Ben de merdivenlerden inerken elmamı ısırmaya başladım. Arkadaşlarımla toplanacağız, sonra da herkes zulasını getirip plana göre hareket edecek. Ben tam bizim dış kapıdan çıkıp elmaya uzanırken birden sert bir el boynumdan tuttu. Öyle bir tutmak ki boynumu kimin tuttuğunu bile göremiyorum. Sadece sokakta sürüklendiğimi görüyorum. Kafamdaki ‘kim bunlar’ sorusunun tek muhatabı yerdeki taşlar. Biraz daha sürüklendikten sonra kendimi polis minibüsünde buldum. Elimde elma, boynumda deli gibi bir ağrı.
Evin önünde pusu kurup beni boynumdan sürükleyen polisin hangisi olduğunu bilemedim. Zira kafamı kaldırdığımda zebellah gibi dört tane polis gördüm. Sırayla beni tokatladılar. Elimdeki elma düşmedi. Ben sadece beni nasıl tanıdıklarını, dahası kapının önüne pusu kuracak kadar nasıl takip ettiklerini düşünüyorum. Çünkü eve girdiğimi bilen gören olmamıştı. Ben bunlara kafa yorarken araç hareket etti. Bir başka mahalleye gittik. Orada kapı açıldı, yüzlerini yeni gördüğüm polisler, “bu muydu bize taş atan” diyerek tokatlıyor beni. Biri, “bu muydu ateş yakan” diyor dövüyor. “Kimler vardı yanında, isim ver” diyor, tokatlıyor. Sonra kendi aralarında muhabbet ediyorlar, ben dolmuşta bekleyip elimdeki elmaya bakıyorum. Sonra bir mahalle, yine bir mahalle daha. Durduğumuz her yerde orada bekleyen polislerce tokatlanıp dövülüyorum ve benden isim istiyorlar. Elimde dişlediğim elmanın solmuş izleri. Tek isim yok, bir bilgi yok. En son bir mahalleden daha dönerken polislerden biri aracı yavaşlattı, ben de yine dayak geliyor diye bekliyorum. Baktım öndeki polislerden biri soruyor, “hiştt lan, bu gelen de sizinle miydi?” Ben çocuğa bakıyorum, tanıyorum. Ama gammazlamak bizde çok ayıp bir şeydir. “Evet, tanıyorum. Bunun alakası yok, babası yok onun, garibandır” diyorum. Halbuki yok öyle bir şey, mahalleye gidiyor eyleme dahil olmak için, babası da var, gariban da değil. Polisler inanıyor. Bizim mahalleye doğru gidiyorlar. “Merak etme, senin peşini bırakmayız” diye tehdit ediyorlar. Ben bir şey demiyor, giden çocuğun yanlışlıkla arkadaşları ele vermesinden korkuyorum. Çünkü biraz alıktı, polis minibüsünü bile fark etmemişti. Endişem orada başladı. Bir de eve götürüp ailemi de yanıma katmalarından korkuyorum.
“Evini göster, seni götüreceğiz” dediler. Mecbur evi gösteriyorum. Polisin biri koluma girip eve götürüyor. Annem açıyor kapıyı. Karşısında polisle beni görünce şaşırıyor. Polis, “babası nerde bunun” diye soruyor. Annem de “babası evde değil, şehir dışında” diyor babamı kollayarak. Öğrenilmiş savunma bu da. “Ne biçim ailesiniz. Çocuğunuz dışarıda devletin polisine taş atıyor, hiç mi merak etmiyorsunuz” diyor. Annem, “Dayısına gideceğini söylemişti, bilmiyorduk” diyor. Aklına gelen ilk cevap sanırsam. “Alın bunu, bi terbiye verin. Babasına da söyleyin bi dayak atsın” diye tembihleyip beni öne itiyor polis. Annem de formaliteden, “tamam, babası döver” diyor.
Eve girdiğimde halen elimde elma vardı. Şişmiş yüzümle lavaboya gidip yüzümü yıkadım. Anneme olanları anlattım. Baktım abim odaya girip, “İnsan evden çıkmadan önce damdan bakar, sokakta polis var mı yok mu. Öğren bunları. Ben damdan baktım polis var, çıkmadım, seni benim yerime yakaladılar, mêroo” dedi gülerek. Meğerse abim çarşının ortasında ateş yakmış ve polise taş atmış. Eve koşarken de polis görmüş. Onu arıyorlarmış. Biz iki kardeş birbirimize çok benzediğimiz için beni almışlar. Elma ve tecrübe bir de yanağımda patlayan tokatlar büyük ders ve tecrübe oldu bana. Kuşaklardır devam eden savaşlar ve yasaklar gölgesinde çocukların hafif ve kısa özeti bu. Sokaklarda, evlerinde yasal mermilerle katledilen çocukları anarak…