‘Köprü kerizlemesi’nin Türk icadı olmadığını öğrenmek ağır darbe oldu doğrusu. Keşke George C. Parker’ın hikâyesini hiç okumasaydım. Adam bizden 50 yıl önce Brooklyn Köprüsü’nü defalarca satmış!
Arif Mostarlı
1890’ların sonu ya da 1900’lerin başında bir gün New York polisi tuhaf bir durumla karşılaştı. Brooklyn Köprüsü üzerinde birtakım adamlar, kamyonetlerden camlı camekânlı bazı malzemeler indirip iki taraflı gişeler kurmaya çalışıyorlardı. Başlangıçta ne yapacaklarını pek bilemediler, daha önce yaşadıkları bir durum değildi bu. Adamlar ciddi ciddi köprünün sahibi olduklarını ve gişe kurmaya hakları olduğunu iddia ediyorlardı. Birkaç tartışma ve itiş kakıştan sonra bazıları tutuklandı ama arkası geliyordu işin.
Sonra işin sırrı çözüldü biraz. Köprü ‘sahipleri’nin (!) hepsi de bu hakkı ve ‘tapu’ belgesini James J. O’Brien, Warden Kennedy, Mr. Roberts, Mr. Taylor ve William McCloundy isimli kişilerden aldıklarını iddia ediyorlardı ama aslında tarif ettikleri tek bir kişiydi: George C. Parker!
Meğer o da ‘milli’ değilmiş!
Cezaevlerinin adli koğuşlarında yatmış olanlar bilir, bu dolandırıcı milleti eski tip koğuşların muhabbeti en güzel abileridir. Kavgayı, kabadayılığı, uyuşturucuyu pek sevmezler; öyle pijama terlikle filan da gezmezler, düzgün giyinmek meslek icabıdır çünkü. Zaten çok da yatmazlar içeride, ağızları iyi laf yaptığı için savunmaları etkilidir; çıktıktan sonra kendisini tahliye eden hakimi söğüşleyecek kadar ‘ikna edici’ olan birini tanıma fırsatım olmuştu. Öyle şimdiki zamanın dolarla bigudi yaptıran kara paracılarına da benzemezlerdi ayrıca; salya sümük ağlamak yazmazdı onların kitaplarında; efendi gibi yatar çıkarlar, sonra da ‘yeni projelerle’ mesleğe devam ederlerdi.
‘Aktif’ zamanına yetişemedim ama Sülün Osman da onlardan biriydi eskiden; pek anlatılırdı ahali arasında. “Hayatım boyunca beni dolandırmaya kalkışmamış tek bir kişiyi dolandırmadım” şeklindeki ünlü vecizenin sahibi olan Sülün’ün en büyük marifeti kendini kurnaz zanneden uyanıklara Galata Köprüsü’nü ‘satmak’ olarak tarihe geçmişti.
O gün bugündür ben hep Sülün şahsında ‘yerli ve milli’ bir kahramanımız olduğunu düşünür, en azından bir alanda memleketimizin başarıyla temsil edildiğini zannederdim.
Heyhat! Gerçek öyle değilmiş meğer. Sülün’den çok önce George C. Parker bu işin doktora tezini yazmış! Öyle ki, adam Amerikan İngilizcesine bir deyim armağan etmiş. Çok saçma bir şeye inananlara şöyle deniliyormuş: “Eğer buna inanıyorsanız, size Brooklyn’de satabileceğim bir köprüm var.”
Gel vatandaş gel!
Parker’ın İrlandalı ebeveynlerin çocuğu olarak New York City’de doğduğu ve dört erkek, üç de kız kardeşi olduğu biliniyor. Daha fazlası yok. Zaten gerekli de değil. O dönemin New York’unda, kısa yoldan zengin olmak isteyen çocuklardan biri olduğu anlaşılıyor. Wall Street’in kodamanları kadar zengin olmadı elbette hiçbir zaman ama şöhretli olduğu kesin.
Köprü meselesi de şöyle: Brooklyn Köprüsü, 1883’te açıldığında gerçekten de ücretliydi. Yürüyerek geçmek bir peni, at ve binicisi için 5 sent, at ve at arabası için ise 10 sent. Yurttaşların baskısıyla yaya geçiş ücreti 1891’de kaldırıldı ama 1911’e kadar araç geçişleri paralı olmaya devam etti. O zamanlar, daha iyi bir hayat arayan milyonlarca göçmen, daha çok Ellis Adası ve New York City üzerinden ABD’ye giriş yapıyordu ve hemen hepsi yoksul ve umutlu olan bu insanlar, “Amerikan Rüyası”nın nimetlerini daha ilk adımda tatmak için aşırı hevesliydiler. Parker gibiler için bu heves bulunmaz nimetti. Muhteşem bir ikna kabiliyeti vardı ve giyimiyle kuşamıyla da güven veren bir karakter ortaya koyabiliyordu. Böylece uzun süre köprü satışına devam etti. Kimi zaman 500 dolara, kimi zaman ise 50 bin dolara. Öyle ki, sonunda Ellis Adası’ndaki görevliler yeni gelen göçmenlere “Kamu binalarını veya sokakları satın alamazsınız” uyarısında bulunan kartlar vermeye başladı ve köprüde de “burayı satın almayın” afişleri yer almaya başladı.
Basit bir çek yüzünden
Sadece köprü değil elbette. Parker, işinde o kadar iyiydi ki, zamanla Özgürlük Heykeli’ni, Madison Square Garden’ı, Ulysses S. Grant’in mezarını, Metropolitan Sanat Müzesi’ni ve ayrıca City Hall Park’ın bir bölümünü de satmayı başardı. Arada birkaç kez yakalandı ama mesleğinden taviz vermedi. Birkaç kez de kaçmayı başardı hatta. 1908’de mesela, tutuklu bulunduğu Raymond Street Hapishanesi’nden bir şerifin bıraktığı şapkasını ve ceketini giyip gitmişti.
Çok ilginçtir, en sonunda Parker’ın başını yiyen 150 dolarlık basit bir karşılıksız çek oldu. New York’un Baumes Yasaları uyarınca, dördüncü bir suçtan hüküm giyen kişiler ömür boyu hapse mahkûm edilmek zorundaydı. Bu yüzden 1928’de, Kings County Mahkemesi’nde müebbet hapse mahkûm edildi ve eğlenceli günlerine Sing Sing Hapishanesi’nde devam etti. 8 yıl dayanabildi ama. 1937’de yaşamını yitirdi ve hapishane mezarlığına defnedildi.
***
İşte böyle… Bütün diğer işlerimiz gibi, ‘köprü kerizlemesi’ de, yerli bir icat değilmiş meğer. Hep öyle sanırdım ben. Hayal kırıklığı!
Yine de bir avuntumuz var ama. ‘Yeni Türkiye’de gece yarısı atılan tek bir imza ile milyarlarca liralık köprü ve otoyolları birilerine yok pahasına ve üstelik müşteri garantisiyle verebiliyor, böylece geçen geçmeyen milyonlarca insanı kazıklayabiliyoruz. Bu da az marifet sayılmaz ki.
Üstelik imza da sahte değil!