Bazen toplumlar onları toplum yapan en temel şeyleri unutabilir, birilerinin hatırlatması gerekir. Siyaset biraz da böyle bir hafıza mücadelesidir. Şu temel kural, örneğin: Erdemin gerçek göstergesi, insanın tanıdıklarına değil tanımadığı insanlara takındığı yüzüdür. Çocuğunuzu çok ama çok sevmeniz, sizi sevgi dolu bir insan yapmaz. Başkasının çocuğu için ne kadar duyarlı olduğunuz belirler gerçek insanlığınızın ölçüsünü. Buradan başlayıp kuralı farklı bağlamlara uygulayabiliriz. Kendi tarihiniz ile başkasının tarihi, kendi ana diliniz ile başkasının ana dili, kendi ormanlarınız ile başkasının ormanları için hissettikleriniz arasında açı farkı mı var? Bunun adı sonu ‘severlik’le biten bir şey olamaz, anca milliyetçilik olur ve buradan ırkçılığa, savaş taraftarlığına atlamanız an meselesidir.
Türkiye’de insanlığınızı ölçmek istesem, Ermeni soykırımına veya Kürtlerin haklarının gaspına bir Türk olarak, Alevi katliamlarına bir Sünni olarak, Filistinin işgaline bir Yahudi olarak nasıl yaklaştığınıza bakarım. Yeniden başkan adaylığına oynayan ve kendisini “demokrat sosyalist” olarak tanımlayan ABD’li senatör Bernie Sanders geçenlerde kitlesine seslenirken “tanımadığı insanlar için” bir şey yapma erdeminden bahsedince sözleri sosyal medyada viral oldu: “Kendiniz için olduğu kadar, hiç tanımadığınız o insan için de mücadeleye var mısınız? Birlik olup ekonomik yönden zor durumdakiler için mücadeleye var mısınız?” Kapitalizme ve bireyciliğe tapan bir sistemin içinde bir siyasetçinin bu sözleri telaffuz etmesi (ki daha önce de #NotMeUs (#BenDeğilBiz) menşeili bir kampanya yürütmüştü), hele kitleler tarafından alkışlanması günümüz şartlarında azımsanacak bir şey değil.
Son bir yıldır, özellikle son bir aydır Cezayir, Sudan, Puerto Rico, Ekvator, Şili, Arjantin, Irak, Hong Long, Endonezya, Haiti, Katalonya, Azerbaycan, Lübnan, Kolombiya, Bolivya, Uruguay, Gine, Venezuela ve muhtemelen atladığım başka ülkelerde, nispeten farklı saiklerle sokağa dökülenleri birleştiren bir şey varsa o da #BenDeğilBiz duygusu olmalı. Toplumun çoğunun açlık sınırında yaşatıldığı Haiti gibilerini bir yana bırakırsak, bu ülkelerin çoğunda sokağı mesken tutanlar içinde hali vakti yerinde olanlar az değildir herhalde. Şili’de ezici çoğunluk metro biletine yapılan 30 cent’lik zammı karşılayacak maddi güçten yoksun olmasa gerek. Ama işte sloganın dediği gibi asıl mesele 30 cent değil (sen daha anlamadın mı?), 30 yıldır süregelen neoliberal gaddarlık. Ve o 30 cent’i ödeyemeyecek olanlara karşı toplumun geri kalanının sorumluluğu, asıl mesele.
Bizim o sorumluluk duygumuza, 80 milyonluk insan kalabalığını toplum yapan şeye ne oldu peki? Bir süredir yok, oysa bir ara çok yakınımızdaydı. Bu konuyu her düşündüğümde aklıma düşen, sık sık hatırlamak gerektiğine inandığım o sembolik olayı tekrar anacağım. Hani İstanbul metrosunda parası olmadığı için turnikeden atlamaya kalkan bir gencin güvenlik tarafından üst arama dedektörüyle darp edilmesi üzerine yaşananları hatırlarsınız. Haber duyulduğu anda tepki olarak şehrin metro duraklarında kart basmadan turnikeden atlama eylemleri dalga dalga yayılmış ve adli vaka gibi görünen şey “Ulaşım haktır, satılamaz!” sloganıyla siyasi bir talebe tercüme edilmişti. O dayanışma eylemine katılanların hiç biri o mağdur genci tanımıyordu, ama işte aynı vücudun farklı uzuvları gibi davranmayı bilmişti. Parmağımıza bir şey batınca bütün bünyenin tepki vermesi kadar sağlıklı bir refleksti. Toplum dediğimiz sosyal-bünyenin böylesine aleni -küçük veya büyük- acılara karşı tepki vermekten vazgeçmesi maalesef kısmi felç göstergesidir. Gezi’den sonra, AKP ve müttefikleri iktidarını toplumsallığı felç edecek darbeler silsilesi üzerine kurdu. Her koyunu kendi bacağından asma stratejisi izleyen bir rejimle mücadele, her şeyden önce toplumun toplumsallığını hatırlaması ve tanımadıkları ile dayanışması ile başlamalı. Sınıfsal dayanışmanın ve örgütlü mücadelenin ötesinde bir şeyden bahsediyorum. Dört çaresiz insan açlıktan ölmemek için siyanürle ölmeyi tercih ediyor ve (sosyal medya haricinde) tepki vermiyorsak, otizmli çocuklar insafsızca yuhalanıyor ve bunun için sokağa çıkmıyorsak, çok ciddi bir felçle malulüz demektir. Dönemin egemen ahlakı bizi öylesine çürütmüş ki, utançla susmak yerine suçluluk duygusundan kaçmak için türlü türlü bit yenikleri aramaya çalışıyor kimileri. Neredeyse “siyanürü alacak parayı nereden buldular” diye soracaklar! (Belki de sormuşlar da gözümden kaçtı.)
Şimdinin egemenlerinin yargılamaya çalıştığı Gezi hareketi, işte bu çürümeye karşı panzehiri üreten bir şeydi. Sağır kulaklara hatırlatalım: Gezi, ben’den biz’e giden yolun adıydı. Ve gerçek bir toplum olacaksak eğer, eninde sonunda yüzümüzü döneceğimiz yerdir.