“Bu saatten sonra bana ne olacağı önemli değil. Herkes gibi ben de uzun bir hayat yaşamak istiyorum. Uzun yaşamak önemli, fakat şu an bununla ilgilenmiyorum. Sadece Tanrı’nın isteğini yerine getirmek istiyorum. Ve o bana bu dağa çıkmam için izin verdi. Ve çevreme baktım, vaat edilmiş toprakları gördüm. Oraya sizinle beraber gidemeyebilirim. Fakat bu gece bilmenizi istiyorum ki, biz halk olarak, o vaat edilmiş topraklara ulaşacağız. Bu nedenle bu akşam mutluyum. Hiçbir şeyden endişelenmiyorum. Kimseden korkmuyorum. Gözlerim tanrının gelişinin zaferini gördü!”
Bundan 51 yıl önce, 3 Nisan 1968 akşamı tam böyle söylemişti Martin Luther King.
Ertesi gün vurdular onu. Kaldığı motelin balkonuna çıktığında, uzaktan tek atışla boğazından yaralandı. Hızla hastaneye götürüldü ama kurtarılamadı. Katili James Earl Ray, doğrusu pek bir tuhaftı. Hırsızlıktan 20 yıl hüküm giydikten sonra Missouri Eyalet Cezaevi’nden kaçmışken her nasılsa aklına King’i öldürmek gelmiş ve bunun için gerekli dürbünlü tüfeği her nasılsa edinmişti! Daha ilginci, Ray, bir sürü sahte pasaportla ülkeden çıkmayı da başarmış, sonunda nihayet İngiltere’nin Heathrow Havalimanında yakalanmıştı. Bütün bunların hepsinin rastlantı olmasına inanmak zordu, cenazeye katılan 300 binden fazla insan da inanmadı zaten. FBI’ın kirli başkanı Edgar Hoover hala görevdeydi çünkü!
Hep sivil hep itaatsiz
1929’da Atlanta/Georgia’da doğan King, öğrenim hayatı boyunca hep insan haklarıyla ilgili oldu. Marehouse Koleji’nin sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra, Pensilvanya’daki Crozer Teoloji Fakültesini de bitirdi. 1953 yılında Coretta Scott ile evlendi. 1953’te, 24 yaşındayken en önemli siyah kilisesi olan Alabama’daki Dexter Avenue Baptist Kilisesi’nin pastörüydü. 1 Aralık 1955 günü Rosa Parks’ın otobüs eylemi patladığında, King, 382 günlük Montgomery Otobüs Boykotu’nun düzenleyicilerinden biriydi. Bu arada evi bombalandı; tutuklandı.
King, Güney Hristiyan Liderlik Konferansı’nın (SCLC) 1957 yılında kurulmasında önemli rol oynadı ve “şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik” felsefesinin izleyicisi oldu. FBI, ensesindeydi elbette; 1961’den itibaren dinlemeye alındı ama bir suç kanıtı bulunamadı.
Siyahların hakları için sürekli olarak eylemler düzenleyen King, zaman zaman bu eylemlerin diğer bileşenleriyle anlaşamasa da genel bir saygı gördü. 1963’te Lincoln Anıtı önünde 250 bin kişiye yaptığı “Bir Hayalim Var” konuşması muazzam bir etki yarattı.
Çizgiyi iyice aşınca…
1965’ten sonra King, iyice göze batmaya başlamıştı; çünkü artık Vietnam Savaşı üzerine de konuşuyordu. 4 Nisan 1967’de New York konuşmasında, ABD’nin Vietnam’ı bir sömürge yapmak istediğini açıkça ifade etti. King, bu konuşmasında kapitalizmin temel dürtüsü olan kâr hırsına da değiniyor ve bir ahlaki değişiklik olmadan sorunların çözülemeyeceğini belirtiyordu.
Böylece, Güney’de zaten nefret edilen King, Kuzey’de de hedef tahtasına oturdu. Time dergisi onu “Vietnam’ın ağzıyla” konuşmakla suçluyordu. Ancak King, bu konuda geri adım atmadı ve bu kez ABD’yi çoğunluğu çocuk olmak üzere 1 milyon Vietnamlıyı öldürmekle suçladı. Hayatının sonuna doğru King savaş karşıtı görüşlerini ve kaynakların yeniden dağıtılmasının gerekliliğini daha sık dillendirmeye başladı. İşin doğrusu o, her zaman ılımlı biriydi ama şunları söylemekten de geri durmuyordu: “Milyarlarca dolardan bahsetmeden siyahların ekonomik sorunlarını çözmekten bahsedemezsiniz. Varoşlardan elde edilen kârı yok etmekten bahsetmeden varoşları sona erdirmekten bahsedemezsiniz. Fakat o zaman tehlikeli sularda tehlikeli kişilerle muhatap olmanız gerekir. Bu bizim tehlikeli sularda avlanmaya çalıştığımız anlamına gelir, çünkü kapitalizmde bir şeyin yanlış olduğunu söylüyoruz. Refahın daha iyi bir dağılımı olmalı ve belki de Amerika demokratik sosyalizme yönelmeli.”
Kardeşçe ya da aptal gibi
Belki de böylece kırmızı bir çizgiyi aşmıştı King. “Bir sorunu çözmenin en iyi yolu nedenini yok etmektir” diyordu ve bu kadarı bile Amerika’da, bir dürbünlü tüfeğin hedefine yerleşmek için yeterliydi. Öyle de oldu. Irkçıların zaten nefret ettiği, ‘demokrat’ beyazların da ‘aşırı’ bulmaya başladığı King, sonunda muhtemelen FBI tarafından finanse edilip yönlendirilen ırkçı bir katilin kurşunlarına hedef oldu.
Aradan 50 yıldan fazla zaman geçtiği halde, şimdi yine ırkçılığın kirlettiği bir dünyada yaşıyoruz. King’in hayali gerçekleşmiş değil hâlâ. Ve belki de onun şu kehanetinin gerçekliğine doğru sürükleniyoruz hep birlikte: “Birlikte kardeş gibi yaşamayı öğrenmeliyiz, yoksa birlikte aptal gibi öleceğiz!”
Arif MOSTARLI