Ruhunu muktedirlere satmış ‘bilim’ insanları için Hitler ya da Truman ne fark ederdi ki? Bir gecede değişti hayatları ve temizlenmiş bir geçmişle yine aynı işlerini yapmaya koyuldular
Neredeyse 75 yıl önce, Berlin henüz tamamen düşmemişken, Mart 1945’te Bonn Üniversitesi’nin tuvaletlerinde bulunmuştu o liste. Osenberg Listesi diye tarihe geçti sonradan. Hazırlayan, Nazilerin ‘Savunma Araştırmaları Derneği’ başkanı mühendis Werner Osenberg’di çünkü. Basit bir kâğıt parçası gibiydi ama sonradan ne işlere yaradı!
Stalingrad’dan sonra
Birkaç yıl geriye, 1943’e gitmek gerekiyor anlamak için. Nazilerin, Sovyetler Birliği’ne başlattığı büyük fetih seferi Stalingrad sonrasında bataklığa saplandığında, Almanya lojistik ve teknik gücünün önemli bölümünü bu macerada tüketmişti. Alman askeri-sanayi kompleksi ülkeyi savunmak için yetersiz durumdaydı ve 1943 yılının başlarında Hitler yönetimi bir dizi bilim insanını, mühendisi ve teknisyeni savaştan geri çağırmaya başladı. Böylece yüzlerce mühendis, roket uzmanı, bir gecede konum değiştirerek merkeze geldi. Matematikçiler fırınlardan, hassas mekanikçiler kamyon şoförlüğünden geri çağrılarak yeniden savunma konusunda bilimsel araştırmalara yöneltilecekti.
Tabii ki burada esas önemli olan bütün bu elemanların siyasi ve ideolojik açıdan güvenilir, Nazi ideolojisi ve Führer’e bağlı unsurlar olmasıydı. İşte Osenberg Listesi bu ölçütlerle oluşturuldu.
Maden bulmuş gibi
Liste ele geçtiğinde, önce İngiliz M16, sonra da Amerikan İstihbaratı’nın çok ilgisini çekti. Binbaşı Robert B. Staver’in inisiyatifinde yürütülen çalışmada, tek tek hepsi gözaltına alındı. Ama bu sıradan bir gözaltı değildi, çünkü Amerikalıların derdi daha başkaydı; Pentagon, bu bilim insanlarının devam etmekte olan Japon savaşında işe yarayacağını düşünüyordu. Ayrıca bu listedekilerin başka ülkelere kaçmasının da önüne geçmek istiyorlardı. “Ataş Operasyonu” (Paperclip Operation) fiilen böyle başlamış oldu. Birleşik Devletler Birleşik İstihbarat Hedefleri Alt Komitesini (CIOS), savaş sonrasında listedekileri araştırmak ve kaçırmakla görevlendirildi.
1947’ye gelindiğinde bu operasyon, aileleriyle birlikte tahminen bin 800 teknisyen ve bilim insanını kapsıyordu. Özellikle yüksek profilli olanlar belli bir yerde toplanırken, bazıları ise köylere yerleştirilerek maaşa bağlandı. Bir süre sonra ise Nazi dönemi bilim insanlarının ABD’ye transferi başladı. 1946’dan itibaren gruplar halinde ABD’ye taşınan Alman bilim insanı ve teknisyenlerin yasal geçişi ise Meksika’daki ABD konsolosluğu üzerinden yapılıyor, transfer edilecekler Latin Amerika üzerinden ABD’ye yurttaş olarak girip kaydediliyordu. (Bu süreçte Dr. Mengele gibi azılı Nazilerden bazılarının Bolivya ve Brezilya diktatörlerinin himayesinde kalmayı tercih ettikleri biliniyor.) Sadece ABD Hava Kuvvetleri 260 kişiyi istihdam ediyordu.
Kirli ödüller
1990’a kadar devam eden operasyon boyunca bin 600’den fazla kişi ve ailelerine böylece geçiş yaptırıldı ve bütün bu elemanlar NASA dahil olmak üzere ABD havacılık ve uzay teknolojilerinin temellerini attılar. Örneğin 1968’de NASA Üstün Hizmet Madalyası ‘Ataş Operasyonu’ üyeleri olan Kurt Debus, Eberhard Rees, Arthur Rudolph ve Wernher von Braun’a verilmişti. Savunma Bakanlığı Sivil Hizmet Ödülü 1966’da Siegfried Knemeyer’e, Goddard Uzay Bilimleri Ödülü, Wernher von Braun, Hans von Ohain ve Krafft Arnold Ehricke’ye verilmişti. Ve daha niceleri… Özellikle von Braun, insanlı uzay araçlarının mimarıydı.
Tabii ki bu arada, sözü geçen kişilerin geçmişlerine bir sünger çekilmişti. Sadece tek biri, Georg Rickhey, Toplama Kampında esirleri zorla çalıştırmaktan resmen yargılandı; o da 1947’de beraat ettirildi. 1951’de, ABD’ye gelen Walter Schreiber ise Ravensbrück Kampı’ndaki insan deneylerine katıldığı ortaya çıkınca ABD ordusunun yardımıyla Arjantin’e yerleşti. Tabii ki hepsi Nazi veya SS subayı değildi, ancak hepsi Führer’e bağlılık bildirmiş, onun yaptıklarını onaylamış insanlardı; aralarında en çok değer verilenler ise ya doğrudan Hitler ile ya da Heinrich Himmler ve Herman Göring gibi Nazi Partisi’nin önde gelen üyeleriyle çalışmış olanlardı. Örneğin, bir roket uzmanı olan von Braun, “kendisi için çalışacak köleleri seçtiği” Buchenwald toplama kampında bulunmuş, Hubertus Strughold, Dachau toplama kampında mahkûmlar üzerindeki işkenceli tıbbi deneyleri bilindiği halde bunları reddetmişti. Oysa 1942’deki toplantı görüntüleri çok netti ama o artık ABD’nin havacılık ve uzay tıp alanındaki baş bilimcisiydi ve o zamandan beri uzay tıbbının babası olarak görülüyor.
Belki, “olan olmuş artık” denilebilir şimdi dönüp geriye bakınca. Olan olmuş, evet, sözü edilenlerin çoğu da yaşamını yitirmiştir muhtemelen. Ama her şey bu kadar basit mi? Soykırımın milyonlarca kurbanı için geçerli mi bu söz?
Daha da önemli sorun, bütün o eski Nazilerin ABD topraklarında kendilerini nasıl hissettikleri. Kolay bir adaptasyon olmuş sanki. İnsan kendisini ve bilgisini egemen sınıflara ve diktatörlere satmakta bir beis görmüyorsa, Almanya ya da Amerika, ne fark eder ki?