Yeni yıl meselesi bir yanıyla eskiyen yılın değerlendirilmesini içerirken, diğer yanıyla yeni yıldan nelerin beklendiğini de işaret eder. İnsanlar kendi özel hayatlarında dair olduğu kadar, toplumsal yaşama dair de çeşitli beklentilere sahiptir. Ne yazık ki bir şeyin olmasının beklenmesi ile onun olabilirliği aynı anlama gelmez. Gerçekleşebilir beklentilere girmek kişiyi ya da toplumsal yapıyı, bu beklentiyi realize etmek için çabaya sevk etiği için faydalı bir durumdur. Fakat gerçekleşmesi mümkün olmayan beklentilerin içerisine girmek aksi sonuçlar doğurur. “Rüyalarla hayat arasında bir bağ varsa her şey yolundadır.” Lenin’in Pisarev’den yaptığı bu alıntıyı beklentilerle gerçekler arasında bir bağ varsa, her şey yolundadır şeklinde revize ederek okuyabiliriz.
Siyasal beklentilerin hayatla bağı siyasal mücadelenin imkan ve kapasitesi ile ilişkilidir. Bu ilişkide belirleyici olan, beklenti içerisindeki yapının bu beklentisinin toplumsal dinamikler ve bu dinamiklerin güçleri ile uyumlu olup olmadığı meselesidir. Sınıflar mücadelesi içerisinde verili sınıfsal dinamikler, bu dinamiklerin hareket kabiliyeti ve potansiyelleri doğru hesaplanmadan beklentiler içerisine girmek söz konusu hesapsızlık nedeniyle, bu beklentilerin boşa çıkmasına yol açabilir. Elbette toplumsal mücadelede beklentiler, farazi kurgular üzerinden değil, büyük oranda yaşanmış deneyimlerden yola çıkılarak şekillendirilir. Sorun yaşanmış deneyimlerin ortaya çıktığı koşulların yeni dönemde benzer şekillerde var olup olmadığı sorunudur.
Saray anayasal bir baskı düzenini adım adım kurarken, toplumsal muhalefetin bu inşa sürecini durdurmayı bırakın yavaşlatmakta bile yetersiz kalması, yaşanan saldırılar karşısında büyük tepkilerin oluşmasını bekleyen kişi ve kitleler nezdinde ciddi hayal kırıklıklarının oluşmasına ve giderek mücadeleye olan inancın zedelenmesine yol açmaktadır. Peş peşe gerçekleşen bu saldırılar bir yandan saray tarafından toplumsal muhalefetin hareket kabiliyetinin ölçülmesini sağlarken, diğer yandan adım adım bu kapasitenin eritilerek zayıflatılmasına da yol açmaktadır. Siyasal süreci bütünsel olarak ele almayan bireysel zihin, kaçınılmaz olarak hassas olduğu her durumda toplumun da benzer hassasiyetlere sahip olmasını, bu hassaslık üzerinden tepki vermesini beklemekte, birey hayatın beklentisiyle uyumlu olmadığı durumda hayal kırıklığına uğramakta, dahası bu hayal kırıklığının teorisini yaparak kendi yaşadığı güven bunalımını etrafına yaymaktadır. Bir adım ileriye giderek hayal kırıklığını eylemsizliğin bir gerekçesi haline getirmektedir.
Ağır bir baskı sürecinde yaşanan siyasal baskının tüm toplum üzerinde derin kaygıların oluşmasına yol açtığı, insanların vicdani kaygılarının yerine yaşamsal kaygıları ile hareket ettikleri göz önünde tutulmalıdır. Hemen herkes yaşanan dönemi, toplumun tüm kesimlerini hedef alan ağır bir baskı süreci olarak tarif etmektedir. Döneme karakterini veren devletin zor aygıtlarının toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde belirleyici bir konuma geçmiş olmasıdır. Saray toplumu ve devleti yeniden şekillendirip örgütlerken, kendi karşısında gördüğü tüm toplumsal dinamiklere düşman hukuku uygulamaktadır. Bu hukuk en basit anlamıyla düşman ilan edilenin tüm yasal teamüllerin ve hakların dışına çıkarılması, her çeşit saldırıya açık hale getirilmesidir. Düşman ilan edileni bertaraf edebilmek adına her yol meşru görülmekte, her çeşit aygıtla topyekun bir saldırı başlatılmaktadır. Sanatçılar gözaltına alınmakta, gazeteciler, siyasetçiler tutuklanıp, insanlar işinden, okulundan atılmakta, hatta devlet tarafından aforoz edilerek tüm kazanılmış haklarına el konularak yaşamsal faaliyetlerden mahrum bırakılmaya çalışılmaktadır. İşinden atılanın başka bir işte çalışmasına hatta başka bir ülkeye bile gitmesine izin verilmemektedir.
Her çeşit karşı çıkışın ağır saldırı ile ezilmeye çalışıldığı böylesi süreçlerde, tüm özgül mücadeleler devletin siyasal karakteri üzerinden kristalize olarak bütünleşir. Esas olan devletin bu olağanüstü karakterinin sona erdirilmesi meselesi haline gelir. Böylesi bir tespit kaçınılmaz olarak, olağanüstü bir dönemde olağan süreçlerde ortaya konan toplumsal ve sınıfsal tepki ve eylemler beklentisine girmenin de doğru olmadığı sonucunu doğurur. Tekil görünen bütün sorunların çözümü uzun soluklu birleşik bir mücadele ile gerçekleşmek durumundadır. Meselenin böyle konulması, beklentilerin daha kabul edilebilir bir yere çekilmesinin ve doğalında hayal kırıklığı yerine küçük kazanımların morali ile daha büyük adımların alt yapısının oluşmasını sağlar. Aynı zamanda daha sonuç alıcı işlerin yapılabilmesi için güçlerin yan yana getirilmesi gerektiğini ortaya çıkarır ki ihtiyaç olan da budur. Durumun doğru tespiti duruma teslim olmayı değil, durumu değiştirecek devrimci mücadeleyi ve inisiyatifi gerektirir.
Bütün politik analizler devletin olağanüstü karakterine vurgu yaparak başlasa da, ne yazık ki bu analize uygun bir politik duruş ortay konulmamaktadır. Sanki olağan bir sürecin içerisinden geçiliyormuş gibi davranılmakta rekabet ve küçük hesaplar sürece hakim görünmeye devam etmektedir. Herkesin yeni yıldan beklentisi söz konusudur. Sosyalistlerin görevi işçi sınıfı ve ezilen halkların kendilerinden beklentilerine politik mücadelenin isterlerine cevap vermek, mümkün olan en geniş güç birliğini oluşturarak bu beklentileri boşa düşürmemek olmalıdır. Ufak iktidar kavgalarının ve küçük dükkanları devam ettirme kaygılarının halkın beklentilerine yanıt olmadığı görülmelidir.