Hatır ve hatırlamak arasında bir köprü var. İşte bazen o köprüleri yıkmak gerekir çünkü sınırlar eskilerden gelen bir şeydir. Başlangıçlar enkaz sevmez, bu yüzden yıktığını yakmak da gerekir çünkü küllerin bile bir anısı kalır geride. Hüneri kahrolmuş bir mucize gibi bugünlerde her yerde her şey bir şey. Safsatalara bahane, yalanlara emek gerekmiyor. Anlamı asimile edilmiş her şeyin kuşatması altında bir hayatın orta yerinde kendimize uzanmak istiyoruz. Belki de uzlaşmak, haysiyetten ödün vermeden, kendimizi kendimize çaktırmadan ezdirme seansları.
Başa çıkılamayan ne çok şey var bu yeryüzünde, insanın başını dumanlı bir dağ gibi eden ne çok şey. Üstelik buna bir ayna bulmak zor, resmini çizmek riyakârlık. Çağ bu, insanı kendinden başka her şeye benzetebilir; en yakınındaki bir eşya ile kendini vurabilir. En olmadı, ufak bir biblonun hayaleti insanı yerinden edebilir, haritalarda adını duymadığı bir şehre sürgün edebilir. İnsan kalabalık bir yalan, insan karabasanını yanında taşıyan bir uyku, insan dünyada ne varsa hepsinde kendini görebilendir; İğrenç ve ilginç, ilenç bir ilinti.
İnsan sabreden yerleriyle karşılaşınca öfkelenir; hakkıdır ve çıkmaz sokaklara sapan yolları hep oralara çıkar. Etrafında dolaştığın bir cevap, bir gün seni vurur ve o yara bir ömür sürer. Bu bir isim, bir anı, bir eşya, bir bakış, bir koku, bir manzara olabilir. Her ihtimal insanı peşine takabilir ve uzun süren bir günü bir ömür süren bir güne benzetebilir. Hayat noksanlıkla nam salmış ve her birimize kendi lakabından bir lanet salmış olabilir. İhtimaller ihtimal olarak kaldıkça güzelleşir, ihtilaller hatırlandıkça iyileştirir.
İnsanın kendine karşı şiddeti var, insanın kendi benliğiyle kavgası, yaradılışıyla, huyuyla, biçimiyle, ülkesiyle, bahtıyla, kısmetiyle, şansıyla bir ömür süren kavgası. Zaten insanın adı kavga, sonradan değişti bu kural ve isimler çoğaldı, adresler yaratıldı, sesler uzaklaştı. Artık iki insan bir aradayken de kavga meşru, yalnızken de kavga meşru. Kayan birçok şeyin sonrası kavgadır. İnsan vazgeçtiği her yerde ve herkeste gizli ya da açık duran bir yara gibi görülüyor. Öyle bir görünmek ki kendine dönüp bakmadan duramıyor.
Biri hayatında ülke olur, biri gelecek, biri geçmiş, biri hasret, yani bir insan bir başka insanın yaşadığı dünyada her şeyi oluveriyor. Yaş deniliyor, yaşanmışlıklar, yaşanamamışlıklar, hepsi bir arada. Bir tek insan daima yalnız, ısrarla kendine ayna. Evet, insan bakıp kendine, baktığı her yerle kavgasını temaşa edebilendir.
Hayat ve hayal arasında bir harf farkı var. İnsan yaşayınca, hayatın bir yerinde bir hayale kapılınca cennet de cehennem de bir adım ötede bekliyor: Hayal edip hayatı kaçırmak, hayatta olup hayallere yetişememek. İnsan da dünya da bir mecaz sanki, hem de nefes alan bir mecaz. Olmak ya da olmamak değil, olmak ve oldurmak rekabetinde her şey. Bu yüzden madde de mana da ayrı bir tartıda kendine hafiflik ve ağırlık beğeniyor.
İnsanların birazında hüzün yerleşiktir, denilir. İnsanın birazında haklı firar mevcuttur sanılır. İnsan biraz kendisi dışında da yaşamayı bilendir. Bir insan bir insanın her yerinden ve göreceği her şeyden kendine rol çıkarır. Bazı oyuncular bu yüzden ölümüne kadardır. Ölümüne kadar seninle sahne alır. Son serüvenler içindir: Bir insan, bir insanı delirtebilendir, o kadardır ve hükmüne sadıktır.
Haftanın kitap önerisi: Osamu Dazai, Batan Güneş / Çeviren: Bilge Çay, Olvido Yayınları