Kurulduğu 2010 yılından bugüne kadar tüm genel başkanlarını kadın olarak belirleyen Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), 30 Haziran’da Ankara’da gerçekleştirdiği olağanüstü kongre ile eşbaşkanlık sistemine geçti. 29 Ocak 2010 tarihinde kurulan partinin ilk genel başkanı Halkların Demokratik Partisi eski eşbaşkanı Figen Yüksekdağ oldu, Yüksekdağ’ın ardından Sultan Ulusoy ve Çiçek Otlu parti genel başkanlığı yaptı. ESP, Ankara’da gerçekleştirdiği 4. olağanüstü kongresinin ardından eşbaşkanlık sistemine geçmesi ile eşbaşkanlık görevini Özlem Gümüştaş ve Şahin Tümüklü üstlendi. Gümüştaş’la, eşbaşkanlık sistemini ve eşit temsiliyeti konuştuk.
Öncelikle ESP olarak neden eşbaşkanlık sistemine geçme ihtiyacı duyduğunuzu sormak istiyorum?
Ezilenlerin Sosyalist Partisi aslında kurulduğu günden bu yana parti yönetim organlarında eşit temsiliyet ilkesini esas alıyor. Bu ilke özerk bir kadın örgütü ile kadın iradesini güçlendirmenin yanı sıra, karma siyaset düzleminde kadını özneleştirme ve iradeleştirme güvencelerimizden bir tanesi. Fakat kurulduğumuz yıldan bu yana geride bıraktığımız on yıllık dönemde eşit temsiliyet ilkesini parti başkanlık mekanizmasında uygulamadık. Kuruluş aşamamızda henüz eşlik eden bir kadın örgütlenmemiz ve bir kadın özneleşmemiz yoktu. Kısa bir süre sonra partinin programını oluşturması, kadın devrimi görüş açısıyla Sosyalist Kadın Meclisleri’mizin kuruluşunu ilan etti. Bu henüz kadınlar olarak siyaset sahasına yeni adım attığımız bir konumdu. Henüz bir kadın yapısından örgütlü özerk duruşundan yoksun olduğumuz bu dönem boyunca parti başkanlığında tek kadın başkan formülüyle ilerlemeyi tercih ettik. Aslında bir tutum aldık. Kendi gelenekselliğimize de bir tutum alıp bu mekanizmayı kadınlar olarak tek başımıza götürmeye karar verdik. Hem de kadın iradesine, kadın aklına güvenmeyen erkek egemenliğine bir tutum aldık. Yani aslında benimsediğimiz pozitif eşitlik ilkesini pozitif ayrımcı bir şekilde kendimize tekçi biçimde uygulamış olduk.
Artık parti içerisinde genel başkanlıktan başlamak üzere yönetim mekanizmalarını hem kolektivize etmek hem de kadını özerk örgütlenmenin yanı sıra karma yapı içerisinde eşit kuvvet olarak yeniden inşa etmek için eş genel başkanlığı tercih etmiş olduk. Bu parti kadın yapımızın fikri ve kararı olmuş oldu.
Eşbaşkanlık sistemi kadınlar için neyi ifade ediyor?
Eşbaşkanlık sistemi aslında kadının siyasetin merkezine yürüyüşünün gerçek bir ifadesi. Yaşamın her alanında olduğu gibi merkezi siyasette de politika ve örgüt sahasında da eşit kuvvet, eşit güç, eşit dinamik olmasını ifade ediyor. Bunun en temel kurumsal güvencelerinden biri. Bizim pozitif ayrımcılığın biçimleri olarak uyguladığımız değişik ilke ve teamüller var. Örneğin kota veya kadının söz hakkını pozitif ayrımcı biçimde uygulamak. Bunlar aslında kadını iradeleştirme güvencelerimiz. Fakat eşit temsiliyet kadının artık temel bir varoluşunu simgeliyor. Bu bakımdan aslında sadece karar almak değil aynı zamanda kadını özneleştirerek kazanmamız gereken bir şey. Partili kadınlar, kadın özgürlük mücadelesini ve bakış açısını parti içinde kuramadığı, kadını iradeleştirmediği sürece konumu, varlığı, eksik olacaktır.
*Siyaset erkeklerin ağırlıkta olduğu bir alan. Bunun değişmesi için ne yapılmalı, ne gibi yeniliklere ihtiyaç var?
Aslında ilk sözü kendimize söylememiz gerekir. Kadınlar olarak bu tür kurumlarda, organlarda varlığımızı sistematize edip, güvenceleştirince erkek egemenliğini geriletmek için gerçek bir güce, yani örgütsel güce kavuşmuş olacağız. Bunu başaramadığımız her durumda erkek egemen akıl doğal döngüsüne hızla geri dönüyor. Geride kalan yıllarda HDP içerisinde de bunu yaşadık. Biz ESP olarak parti içinde de bunu yaşadık. Kadın örgütlenmemiz geriye düştüğü, kadın yoldaşlarımızın biraz politika ve örgüt sahasından geriye düştüğü her durumda erkek dilde, erkek tarzda, erkek egemen biçimde kendini var etti. Bu bakımdan sadece kadın özgürlük mücadelesi değil, kadın devriminin eşlik ettiği toplumsal devrimi kazanmalı, siyasetin içerisinde olmalı ve özneleşmeliyiz. Aynı zaman uyarıcı olmak ve ortamları bu tür davranışlardan arındırmak için gözetleyici olmak önemli. Örneğin biz SKM olarak partiyi kadın tarzıyla eğitme, partide kadın özgürlük mücadelesini başat kılma, partide erkek egemenliğini geriletme görevini üstleniyoruz. SKM’nin partiyi bu açıdan denetlemesi söz konusu. Yine parti içerisinde zaman zaman erkeklik atölyeleri var devreye soktuğumuz. Bunları MYK içindeki erkek yoldaşlardan başlamak üzere il ilçe örgütlerinde yapıyoruz ve uyguluyoruz.
Siyasetin dili de eril aynı zamanda. Bunun değişmesi veya ortadan kalkması için ne yapmak gerekir?
Kadın tarzını kadınlar olarak siyasette etkin, yönlendirici bir tarz olarak önce bizim kuşanmamız gerekiyor. Çünkü bizim karşılaştığımız erkek egemenliği karşısında doğal refleksimiz, hızlı biçimde geleneksel düşünüşü ve davranışımıza dönmek oluyor, kırılmak oluyor. Örneğin Meral Akşener gibi bir formülasyon üretti merkez sağ siyaset. Bir kadını genel başkan olarak partinin başına getirme ve bir kadın profili çizmek istediler. İşte siyasetin bizi tek başımıza irade kıldığı yerde bize yaptığı şey, Akşener’de yaptığı gibi erkekleşme oluyor. Bir erkek tarzı erkek düşünüşü. Hareketten söylemlerine kadar bunu da reddetmemiz gerekiyor. Ne olduğumuz yerde pasif, geri duran, temel meseleleri erkelere bırakan kadınlar olacağız ne de olduğumuz yerde erkek egemenliği ile mücadele adına erkeklere benzeyen kadınlar olacağız. Burada kendi tarzımıza güvenmemiz, demokratik, eşitlikçi olduğuna inanmamız ve geliştirmemiz gerekiyor. Bir diğeri uyarıcı olmak. Biz ne zaman erkek dili ve tarzı konusunda uyarıcı olsak çok hızlı erkekler tarafından da içine sokulduğumuz bir üslup tartışmamız var. Elbette ki sözlerin, fikirlerin içeriği ile ilgileniyoruz. Bu önemli ama aynı zamanda o fikirlerin ifade edilişinde üretilen erkekliğe tekabül ettiği için mücadele ediyoruz.
Son birkaç yıldır toplum üzerinde ciddi baskılar söz konusu. En çok da kadınlar bu baskılardan etkileniyor. Baskılar toplumu ve kadını nereye doğru götürüyor?
Rejimin yapısı muhafazakarlaştıkça ve kutuplaştıkça aslında kadına dönük şiddet, cins kırımının biçimleri çok çoğaldı. Son birkaç yıl içerisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış politikası, Suriye’de özel olarak şekillenen dış politikası, burada özel olarak kadınlara dönük ürettiği bir düşman tarzı var. Aynı zamanda iç politikada eğitimden toplumsal yaşama, muhafazakarlaştıran adımlar, kadının toplumsal, ekonomik sahadan dışlanmasını, bedeninin aşağılanması, yaşamın dışına itilmesi hamlelerini çok güçlendirdi. Belki daha fazla güçlendirecek. Ama aynı zamanda gerçek bir cins kırımıyla karşı karşıya olduğunu gördüğü için en çok isyan eden oluyor. Özgürlüğü en fazla bilince dönüştüren oluyor. Son birkaç yılımız aslında bunun örneğidir. AKP iktidarına en güçlü itirazın kadınlar tarafından gelmesi bu yüzdendir. Önümüzdeki dönem kuşkusuz bu mesele kadınlar arasında patlamalara yol açacaktır. Kendi yolunu da açacaktır. Kendi meşru savunma araçlarını ve imkanlarını da yaratacaktır. Aynı zamanda kendi birleşik duruşa da yol açacak. Şuanda zaten kadın hareketi öyle bir noktaya gidiyor. Birleşik bir hareket olarak gelişiyor, söylemle gelişiyor. Cins bilinciyle gelişiyor. Bayraklarla, flamalarla değil, değişik ideolojik ayrım noktalarıyla değil, cins kırımına karşı, cins isyanını geliştirerek gerçek bir cins özgürleşmesi için birleşik hatta doğdu. Bu hattın kendisi toplumun en geri en muhafazakar yerlerinde bile bir bilinç yaratıyor. Örneğin öz savunmayı kullanan kadınlar var. Kütahya’dan, Afyon’dan görüyoruz. Kadın cinayetlerine karşı bir örgütlenme ve isyanı görebiliyoruz. Buralar aslında kadın özgürlük mücadelesinin dokunduğu bilinç olarak dokunabildiği ve bir karşı koyuş üretebildiğini de gösteriyor. O nedenle bunun kesin olarak toplumsal bir karşılığı da var. Ben o yüzden önümüzdeki süre boyunca da rejimin karşısına dikilen en temel odaklardan biri olacağını düşünüyorum kadınların. Sadece hareket içindeki örgütlü kuvvetlerin değil.
Kadınların dünyasal duruşu siyasetin de önünü açacak
İktidar toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir dil kullandıkça kadınlar daha çok birleşiyor. Örnek olarak Kadınlar Birlikte Güçlü girişimi söz konusu. Kadınların birleştirici gücü, bir arada yaşama olanaklarını oluşturabilir mi?
Ben siyasetin birleşik kanal konusunda tıkanma noktasını açmaya en yakın olanın kadınlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü rejimin kutuplaştırıcı yapısı karşısında mümkün olduğunca birleşmek bizim cins kimliğimizle ilgili bir şey. Kişisel özgürlük taleplerimizle ilgili bir şey. Kadının tarzı üstten, hegemonik bir yönetme kibriyle yönetim tarzına sahip değil. Doğal olarak bunlar işte siyasette bir yan yana gelme birleşik durabilme yolunu açıyor bize. Geride kalan yıllarda da bunu çok fazla gördük. Nerede bir kadın katliamı yaşansa, nerede bir kadın öz savunma hakkını kullansa kadınlar gerçek bir cins bilinci ve onuruyla harekete geçtiler. Ve onun etrafında bir sözün ayrıştırıcılığına düşmeden yan yana oldular. Siyasetin de buna ihtiyacı var. Türkiye siyasetinin zaten en temel açmazı bu birleşik duruşu yaratamamak. Kadın hareketinin siyasetin önünü açacağını düşünüyorum. Üstelik enternasyonal duruş bakımında da çok güçlü bir duruş sergiliyor kadın hareketi. Mesela 8 Mart, Amerika’da başlayan bütün dünyaya yayılan MeToo hareketi çok önemli duruşlar. Kadınlar dünyasal bir duruş örgütlüyorlar. Erkek egemen siyaset karşısında çok önemli bir dinamik. Ben bunu kadınların başaracağını düşünüyorum.
Safiye Alagaş/İstanbul-Jinnews