Andrê Bazin
Çeviri: Nalan Kurunç
Kabul edelim, westernler ciddiye alınmıyor! Elbette western’i nasıl da sevdiğini ilan eden aydın sıkıntısı çekmiyoruz. Bir sürü seçkin yaşlı beyefendinin bunu yüksek sesle ilan ettiği duyuluyor. Ancak bu beyanın arkasında yatan poz kesme sevdasına bakmaya kalmadan (bu şahısların ünvanlarına bir bakıverin, kendini “western aşığı” ilan edenlerin yılda yalnızca bir veya iki tane film izlediğini anlarsınız!), bunun bir yanlış anlamaya dayandığından neredeyse emin olabilirsiniz. Çoğu zaman bu aşk aslında türün sözde çocuksuluğuna yönelik bir hassasiyetten başka bir şey değildir (ki daha sonra bir şekilde sinemanın kendine has çocuksuluğunun aşırı bir ifadesi olarak kabul edilir); kültürlü insanlar da hoşgörülü bir paternalizmle popüler zevki haklı çıkarmayı severler. Hatta bu zevki paylaşıyormuş gibi yapmaktan çekinmedikleri de olur. Bazen içtenlikle de olsa içlerinde yeniden uyandığını memnuniyetle hissettikleri çocukluklarına dönük nostaljik bir özlem vardır bunda. Bu bakış açısının en tipik halini bilhassa televizyonda western’in kullanılma biçiminde görürüz.
Aslında söylediğim gibi kültürlü ve bilinçli izleyicilerin çoğu western filmlerini ciddiye almakta zorlanır. En iyi sinematografik eserler kadar hayranlığı veya tefekkürü hak eden bir western filmi fikri onlara çelişkili veya en azından paradoksal görünür. Buna ebette istisnalar vardır, mesela Shane[1] veya ünlü High Noon[2] filmi; ancak bu durumda onların bir western’den daha fazlası olduğu iddia edilebilir! Gerçekten de High Noon, geleneksel western kılığına girmiş ahlaki bir trajedidir ve bu açıdan çok güzeldir; tüm başarısı, bir yandan izleyicilerin çocuksuluğundan beslenirken diğer yandan onlara kendilerini zeki hissetme olanağı sunmasına bağlıdır. Aslında western’in böyle tanıtılması türe yönelik örtük bir küçümseme içerir, zira geleneksel karakterler tek başına bizden kıymet görmek için yetersiz görülür.
Laf arasında film eleştirmenlerinin yaygın tutumu western‘in bu muğlak durumunu pekiştirir. Daha düşük standartlı western’ler eleştirilmez. High Noon tarzı “yüksek western’ler,” entelektüel veya estetik spekülasyonlara münasip oldukları ölçüde eleştirilir ancak arada kalan gerçekten kaliteli western’ler, tamamen gözden kaçmazlarsa, çoğu zaman aceleci, yüzeysel ve çelişkili görüşlerin çapraz ateşine maruz kalırlar. Günümüzün en iyi western uzmanı Anthony Mann’in elinde kısa süre önce takdire şayan The Man from Laramie[3]’nin başına gelen de buydu. Apache[4]‘nin artık bilinmeyen bir film olmadığı gerçeği ise yönetmeni Robert Aldrich’in Amerikan prodüksiyonları arasında daha son iki yılda öne çıktığı düşünüldüğünde yalnızca belli bir süre geçerlidir. Apache ilk çıktığında hakkında yazılanlara bir bakmak iyi olacaktır.
Western filmlerine yönelik eleştirilerin belirsizliğinin birkaç nedeni var. Birincisi, gazeteciler entelektüeller arasında yer alırlar, bu nedenle de yukarıda özetlenen önyargılara tabidirler. İkinci bir neden ise Fransa’da western filmlerinin ya da en azından en iyi western’lerin tarihsel gerçekliği konusunda içinde bulduğumuz cehaletten kaynaklanmaktadır. Western bizim için naiflik ve konvansiyon karışımı bir şeyler barındırır ama Amerikan halkı onda genelde tarihinin çok net kısımlarını bulur. Senaryo belirli bir tarihsel olaydan alınmadığında dahi iyi western’lerin maddi ve toplumsal bağlamının yarı-belgesel bir değere sahip olduğu gerçeği değişmez. Fransız tarihine nazaran Hollywood’un faydalandığı kimi zaman şaşırtıcı özgürlüklere dikkat kesilsek de maddi gerçekliği içinde ahlaki yaşamıyla eski Amerikan Batı’sının aslında nispeten aslına sadık bir yeniden inşası olan şeyin salt bir film yapımcısının fantezisi olduğunu sanmaktan keyif alırız.
Fakat her şeyden önce western’in büyüklüğü yanlış anlaşılır, zira gerçek mesajı tamamen dramatik ve lirik temalarda saklıdır ve onlarla bütünleşir. Aynı anda hem Amerika’nın chanson de geste[5]’i hem de macerası olan western, kaostan düzenin, adaletin ve müstakbel toplumun refahının doğacağı bu yeni ortaya çıkan ulusun ele geçirdiği (Amerikan) Erkeğinin gücünün, cesaretinin ve erdeminin bir ifadesidir.
İyi ve kötünün bir arada onandığı ve ilmek ilmek birbirinden ayrıldığı ahlaki bir epik olan western sinemasının Manişeizmi işten buradan gelir! Western destanın da ötesinde bir trajedidir, zira toplumsal düzen için gerekli olan yasanın basitliği, çoğu zaman kendi hayatları pahasına onu yaratanlardan talep ettiği niteliklerle hiçbir zaman tam olarak örtüşmez. Birçok western, Rodrigue’imizin kalbini parçalayan çelişkiden pek de farklı olmayan bu ölümcül çelişkiye (bilhassa Stagecoach[6]) dayanır.
Fakat edebiyatta destan ve trajedi dil aracılığıyla aktarıldığından onlara imgeye çok gördüğümüz bazı şiirsel, ahlaki ve entelektüel erdemler atfederiz. Western’in tüm mesajı eylem ya da temaşa yoluyla aktarılır, tefekkür ile değil. Kavgalar, ata binme ve her türlü kahramanlık, her zaman önceden sabitlenmiş aktif ve hareketli temalardır, onlar vasıtasıyla erdemlerin bir kez daha ifşa edilmesi, çatışmaların çözülmesi gerekir. Ancak bu eylem asla terk edilmeyen bir manzarada gerçekleşir çünkü bu manzara aynı zamanda kahramanın fethinin nesnesidir. Fethinin olduğu kadar aşkının da! Dolayısıyla western filmlerinin mizanseninin belirleyici niteliği lirizmdir. Görünüşte eşdeğer senaryolara sahip iki western filmi düşünüldüğünde, insanın doğadaki mevcudiyetine şarkı söyletmeye muktedir olduğunu kanıtlayan her daim daha iyi olacaktır. Eleştirinin zorluğu da bundandır, ne de olsa Anthony Mann, Nicholas Ray, Raoul Walsh gibi gerçek Batılı şairleri salt yapımcı olan George Sherman gibilerden ayıran bu temaşa niteliğini nasıl tanımlayabiliriz ki?
Western izleyin, auteur’lerine dikkat edin, yavaş yavaş ödüllendirilirsiniz. Her şeyden önce onlardan her geçen gün daha da fazla zevk alır; sonra bir gün, yönetmenin ekranda hareket eden at binicisine kazandırmayı başardığı yalın şiir gibi tanımlanamaz ama sarsılmaz birkaç işaret sayesinde bu filmleri layıkıyla değerlendirebilirsiniz. Artık western kıymetime layık mı değil mi diye merak etmeyi bırakırsınız. Zira ona öyle uzundur kıymet vermişsinizdir ki.
*www. terrabayt.com’dan alınan bu yazıyı İngilizce çevirisinden (çev. Sis Matthé) Nalan Kurunç Türkçe’ye çevirdi. Öznur Karakaş çeviriyi redakte etti.
Ana Görsel: The Man From Laramie (Anthony Mann, 1955)
Metnin ilk olarak À l’Ouest quoi de nouveau? adıyla Les Journées dergisinde 17 Ocak 1956 tarihinde yayımlandı.
[1] Vadiler Aslanı, 1953.
[2] Kahraman Şerif, 1952.
[3] İntikam Kanunu 1955.
[4] Asi Cengaver, 1954.
[5] chanson de geste, (French: “song of deeds”) any of the Old French epic poems forming the core of the Charlemagne legends. (https://www.britannica.com/art/chanson-de-geste)
[6] Cehennemden Dönüş, 1939.