Kılıçdaroğlu “Ali’nin, Hüseyin’in, Ehli Beyt’in üzerine yemin billah ederim ki, savaşa da, tecride de, işgale de karşıyım, benimle ittifak edin, yerel seçimlerde adaylarıma oy verin” dese…
Altılı Masa’nın topu birden “aynen” diye “çepik çalsa”, bıyık burup, gerdan kırsa…
Erdoğan, “Bekir, Osman, Ömer, Muaviye ve de Yezid üzerine, dinime imanıma, kitabıma, müshafıma çözümü de ben yaparım, benimle ittifak edin, Bilal’e, Selçuk’a oy verin” dese.
Bahçeli “aynen” diye kurt sesi çıkartıp, parmak işareti yapsa…
Şu son seçimlerden ve ittifakın cılkı çıktıktan sonra içinizde tek bir Müslüman ya da Hıristiyan ya da Êzidî ya da Yahudi Kürt, Kürdün dostu tek bir Sünni, Alevi ya da deist ya da ateist Türk, hepsinin yoldaşı tek bir Ermeni, Rum, Katolik, Ortodoks, Protestan, Anglikan bunlara inanıp ittifak bataklığına balıklama atlar mı?
Birbirlerine madik atanlara kim güvenir?
Bir tarafta bu sayılanların birbiriyle saç saça baş başa boğuştuğu “ittifak bataklığı”, diğer tarafta “demokratik ulusun halklar denizi”.
Müslümana soruyoruz: Bataklığın çirkef ve de mekruh suyundan mı abdest alırsın, kir tutmayan “demokratik ulusun halklar denizinin” suyundan mı?
Laike soruyoruz: Eylül başının sıcağında bataklığın vıcık vıcık, simsiyah suyunda mı serinlemek istersin, bembeyaz köpüklü “demokratik ulusun halklar denizinin” mavi suyunda mı?”
Ümmed-i Muhammed’in de “Atatürk’ün askerlerinin” de eğer akıllarını yitirmediyseler verecekleri cevap aşikâr.
Diyelim ki, bir halk toplantısı düzenlenmiş olsun. Hayalimizdeki bu toplantıya Millet İttifakı’na oy veren yüzde 49, Saray İttifakı’na oy veren yüzde 51 farzedelim ki katılsın.
Millet İttifakı’na oy veren kitle “biz savaşa, tecride, işgale karşı çıkacağız, siz de oyunuzu bizim adaylarımıza verin” dese, o kitlenin partileri ne savaşa, ne tecride, ne de işgale zırnık karşı çıkmayacak olsalar bile, siz Yeşil Sol adına “verdik gitti” demez misiniz? Ya da onlar değil de, Saray İttifakı’na oy veren kitle “biz savaşa, tecride, işgale son verilsin diyoruz, siz de oyunuzu bizim adaylarımıza verin” dese, o kitlenin Sarayı savaşı, tecridi, işgali şimdi bile yürütmekteyken, siz Yeşil Sol adına “verdik gitti” demez misiniz?
Sizi bilmem, ama ben derim. Çünkü “siyaset madrabazının sözü” sahte senettir, kalp paradır. Yüz yıldır siyaset piyasasına bu sahte senetleri ve kalp paraları sürmüşlerdir. Ama bu ülkenin 85 milyonunun ezici çoğunluğu bir gün bile “savaşa, tecride, işgale karşıyım” dememiştir. “Karşıyım” dediği gün devlet ne yaparsa yapsın, madrabaz siyasetçi ne halt ederse etsin, halkın sözü bir kere böyle değişti mi, Türkiye değişecek demektir.
O halde “ittifak bataklığında” siyasetçilerden “söz almak”, onların Yeşil Sol binasını “ziyaretinden” manalar çıkarmak beyhudedir. Topu birleşip “söz verseler” de kıymeti yoktur. Ama bir halk toplantısında düne kadar savaştan, tecritten, işgalden yana olmuş ve şimdi bunlara karşı çıkmış birkaç bin kişinin vereceği söz altın değerindedir. Onlarla ittifak da yapılır, karşılıklı destek sözü de verilir. Seçim öncesinde “söz veren” siyasetçi seçim sonrasında pişkin pişkin sırıtıp “dün dündü, bugün bugün” dese de, -sosyolojinin kanunudur- halk (tek tek bireyler değil) ne diplomasi yapar, ne taktik kurnazlık. Seçimde tek belediye kazanmasan da o birkaç bin insanı kazanmak seçim sonrasında yüz binleri, ardından milyonları kazanmanın yolunu açar.
Ezcümle, siyasiler “ittifakın” cılkını çıkardılar. Çok iyi ettiler. Bize böylece gerçek ittifakın halklar arasında olacağını göstermiş oldular. Onlar ittifak bataklığında debelensinler, biz denizlere açılalım.
Şöyle bir deklarasyona ne dersiniz?
“Partimiz Kürdistan’da kendi adaylarıyla seçimlere katılacaktır.
Türkiye’de nasıl oy kullanacağımıza, siyasi partilerin merkezleriyle “pazarlık” ederek karar vermeyeceğiz. Bunlarla ittifak yapmayacağız.
Bizim dışımızdaki partilerin seçmenleriyle sokak sokak, mahalle mahalle, ilçe ilçe ve il il yapacağımız ortak toplantılarda karar vereceğiz.
Bizim dışımızdaki hangi partinin seçmen çoğunluğu “savaşa, tecride, işgale karşı olduğunu ilan ederse” destekledikleri parti ya da ittifak ne derse desin, Türkiye’deki seçmenlerimizi onların adaylarını, hatta o adaylar da ne derse desin desteklemeye çağıracağız. Bizim için ittifakların, partilerin, adayların ne dediği değil, onları destekleyen halkın ne dediği esastır, onların sözlerine değil, halkın bize vereceği sözlere güvenmekteyiz.
Bu seçimde böyle bir ortaklık sağlanamazsa, halk toplantıları çağrımıza dışımızdaki partilerin seçmenleri olumlu yanıt vermezse Türkiye’nin de her yerinde kendi adaylarımızla seçimlere gireceğiz.
Partiler ve adaylar değil, halk ne derse o olsun.”
Ben böyle bir deklarasyon “takasıyla” denize açılabileceğimizi düşündüm. Siz çok daha mükemmel bir tekne düşünebilirsiniz. Denize açılalım da neyle açılacaksak onunla açılalım. Çünkü artık parti merkezleriyle oynanan oyunun sonuna gelmiş bulunuyoruz.