Seçimin bitmesinden hemen sonra saray, devleti ağır bir baskı mekanizmasına dönüştüren, otoriter bir merkezileşmeyi sağlayan adımları hızla atmaya başladı. Bir yandan çıkarılan KHK ile devlet mekanizmasının işleyişi merkezileştirip sarayın emri altına verilen, öte yandan OHAL’i olağanlaştıran bir dizi düzenleme kararname marifetiyle uygulamaya konuldu. Bu merkezileşme tersten toplumun aslında devletin lime lime döküldüğü bir süreçle beraber yürütülmeye başlandı. Gerek son haftaya damgasını vuran ve çocukları hedef alan vahşi saldırılar gerekse Çorlu’da meydana gelen on insanın ölümü onlarcasının yaralanmasıyla sonuçlanan kaza bu dağılmanın boyutlarını göstermesi açısından üzerinde durulması gereken olgular olarak öne çıktı.
Şimdiye kadar olduğu gibi Çorlu’da meydana gelen katliam da ihmale yol açan politik ve ekonomik yönelim görmezden gelinecek, üstü örtülecek ve muhtemelen denetim dışı unsurların yani doğal sebeplerin yol açtığı bir kaza olarak tutanaklara geçilecek. İhmal suçu hafifleten bir tanımlamadır. Demiryolları diğer bütün kamusal hizmetler gibi özelleştirilip parça parça taşerona devredilmeye başlandığı andan itibaren toplumun can güvenliği kâr-zarar hesabına bırakılmış demektir. Toplu ulaşım, enerji, sağlık vb. tüm temel hizmetler esas amacı maliyeti en aza indirme çabasında olan ve bu nedenle her çeşit güvenliği ve toplumsal kaygıyı yok sayan saraya sırtını yaslamış, saray marifetiyle devlet kaynaklarından zengin olmayı hedef almış şirketlerin insafına bırakılmaktadır. İşçi cinayetlerinin artarak devam etmesi gibi taşeronlaştırma ve özelleştirme politikası Çorlu benzeri kitlesel ölüm ve katliamlar artarak devam edecektir. Bu nedenle Çorlu’da yaşanan bir kaza ya da kişilerin ihmali değil bizzat sermayenin ve sermayenin hizmetindeki sarayın bilinçli tercihinin sonucu meydana gelmiş bir katliamdır.
Muhtemelen bir soruşturma açılacak bir taşeron firma ve bu firmada asgari ücretle çalışan bir ya da birkaç işçi suçlu bulunup cezalandırılacak, ekonomi politikaları, bu politikaların yürütücüleri kendi sorumluluklarını o işçilerin üstüne yıkıp sırça köşklerine çekileceklerdir. Daha önce meydana gelen benzer toplu ölümlerde olduğu gibi Çorlu meselesinde de toplum vicdani bir dayanışmaya girecek, yaralılara şifa, ölenlerin yakınlarına başsağlığı dilenecek, yeni katliamların beklenmesine geçilecektir. Hem sermaye ve saray hem de toplum kendini aklayacak, özelleştirme ve taşeron politikaları görmezden gelinecektir. Çorlu katliamı politiktir.
Benzer bir politik yansıma bütün toplumun vicdanında ağır yaralar açan ve neredeyse tüm toplumu dünya, tarih önünde utanç içinde bırakan, çocukları hedef alan saldırılarda yaşanmaktadır. Yıllarca üstü örtülmüş, gizlenmiş ya da gelenek-görenek, dini maskelenmeyle meşrulaştırılarak sürdürülmüş bulunan çocuklara yönelik istismar gizlenemeyecek bir boyuta ulaşmış, neredeyse Pandora’nın kutusu açılmış, toplumun içindeki irin sokağa saçılmıştır. Devlet ve devleti yönetenler tıpkı Çorlu’daki katliamdaki rollerini doğaya ya da kişilere yıkarak kendilerini aklayacak, vicdanlarını rahatlatacaklardır.
Oysa çocukları hedef alan saldırı doğrudan toplumsal çürümeyi bütün boyutlarıyla ortaya çıkarmıştır. Türkiye çocuk istismarında Dünya 3.’lüğüne “yükselmiştir.” Tersten toplumsal vicdan ve ahlak yerin dibine girmiştir. Nerdeyse herkes çocuğunun gününden ve geleceğinden şüpheye düşmüş durumdadır. Neredeyse hiçbir çocuğun güvenliği kalmamıştır. Okullar, sokaklar, parklar, ulaşım araçları yani neredeyse bütün toplum çocuğa düşman kesilmiştir. Bu utanç vericidir. Utancı büyüten, suçu hastalıklı kişilere atıp saldırıların sessizce izleniyor olmasıdır. Kabul edilmelidir ki suçu kişilere atıp idam ve hadım gibi ilkel yöntemlerle çocuklara yönelen saldırıların durdurulacağını sanmak hiçbir şeyi çözmeyecektir. Mahkemeler saldırganları akladığı sürece devlet saldırıya uğrayan çocukları saldırganıyla evlendirdiği, saldırıları gizlediği sürece, hastaneler çocuk yaşta doğumların üstünü örttüğü sürece, devlet yetkilileri neredeyse tecavüzleri aklayıp çocuk yaşta evliliği yücelttiği sürece, yoksul çocukları denetimsiz tarikat yurtlarında barınmaya zorlandığı sürece çocuklara saldırılar sürecektir. Onlara bu cesareti veren toplumun bu saldırıları derin bir sessizlik içinde izliyor olmasıdır. Gerçek utanç tam da budur. Çocuklara yönelik saldırı politiktir.
Sarayın saltanatını sağlamlaştırma süreci toplumun yıkılma ve çürüme süreciyle başat gitmektedir. Ya saray yıkılacak ya da ülke bir bataklığa, toplumsa bu bataklığın içinde kıvranan garip mahlukata dönüşecektir.