Lamı cimi yok, iktidar artık huy haline getirdi. Ekonomi kötü gidince baskıyı arttırıyor, dış politikada batağa girince baskıyı arttırıyor, yanlış ve halktan, emekten kopuk politikaları sonucu anketler alarm zili çalınca baskıyı arttırıyor. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmemiş metodlarla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.
Son iki haftada olanlar, insanın başını döndürüyor. Bir olayın şoku atlatılmadan ikincisiyle karşılaşıyoruz. Ama kendi hatalarının sonucu olarak karşılaştığımız tüm olumsuzlukların da vebali muhalefete yükleniyor.
Bizi aylardır meşgul eden, bir ayda altmışa yakın can kaybına yol açan İdlib meselesinde başından beri “İdlib’de ne işimiz var, oradan derhal çıkalım” diyen HDP’ye Libya ve Suriye’ye giriş tezkeresine iktidarın kuyruğuna takılarak “evet” diyen CHP de katılarak İdlib’den çıkmak gerektiğini söylediğinde iktidar, “Suriye’den çıkmak istemek, vatan hainliğidir” diyerek bas bas bağırıyor, şehitler tepesini boş bırakmayacaklarını söylüyordu. İktidarın ortağı Bahçeli, “yansın İdlib, batsın Suriye, Şam’a kadar gidelim” diyordu. Suriye’nin kendi toprağını şubat sonuna kadar terketmemesi halinde taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacaklarını söylüyorlardı. Ama 5 Mart’ta Fransa, Almanya, Türkiye ve Rusya arasında düzenlemek istedikleri toplantıya Putin katılmayacağını söyleyince İstanbul’a davet edildi. Putin, önce nazlandı, sonra “siz gelin” dedi ve paşa paşa Moskova yollarına düştük.
AKP iktidarı, meseleyi aynı zamanda parti meselesi olarak görüyordu. Öyle ya Cumhurbaşkanı, aynı zamanda AKP’nin de genel başkanıydı. Muhalefetten ve destekçi partiden hiçbir milletvekili Moskova’ya giden heyete katılmazken AKP’nin parti sözcüsü ve grup başkanvekili heyete katılmıştı. Ne içinse?
Putin’in çalışma odası kapısında Osmanlı’yı yenen generallerin resimleri altındaki saniyesi gün gibi gelen sıkıntılı bekleyişten sonra yapılan toplantıda, ateşkes sağlandı. Daha önce “çekilmezse vururuz” dedikleri Suriye’ye hedeflediği bölgeler bırakıldı, kendi gözlem noktalarımız Suriye’nin koruma alanında kaldı. 30 kilometreden az güvenli bölge kabul etmeyeceklerini söylüyor, Rusya’nın der gibi yapıp beş kilometrelik alanını reddedeceklerini açıklıyorlarken mutabakat metnine o kısım hiç girmediği gibi M4 karayolu çevresinde toplam 12 kilometrelik koruma alanını üstelik Rusya ile birlikte koruyarak Suriye’ye bırakıyorlardı.
Aaa, dönüşte ne oldu peki?
Yandaş basın “Kılıçdaroğlu ateşkese üzülmüştür” diyerek zafer çığlıkları atmaya başladı. Başta HDP olmak üzere CHP’nin tabanı ve örgütünün önemli kısmı bu ateşkese sevindi ve HDP tek yolun derhal Suriye’den çıkmak olduğunu söyledi.
Peki iktidar ne yaptı?
Önce, sınır kapılarını açarak mültecileri Trakya sınırıyla Ege sahillerine yığdı. Bu kış kıyamette, kadın, çocuk, yaşlı ve birçoğu yalınayak yollara düşen göçmenler Yunanistan’a geçmeye çalıştılar, açlıkla, soğukla ve Yunanistan askerlerinin şiddetiyle karşılaştılar. İçişleri Bakanı’na göre yüzbinler geçmişti, karşı taraf birkaç yüzlü rakamlar veriyordu. Hangisinin doğru olduğunu anlayamamıştık, çünkü basın mensupları olay yerinden uzaklaştırılmışlardı, haberleri, köylülerden ve olay yerinden gelen mültecilerin anlatımlarından alıyorlardı.
Öncelikle Suriye’de taş üstünde taş bırakmak istemeyen Bahçeli, herkesten önce Moskova seferinin zaferle bittiğini müjdeledi.
Sayın Erdoğan, Avrupa çevrelirende şantaj olarak algılanan, ama hiçbir destek de verilmeyen göçmen sorunlarının çözümü için Brüksel’deydi ama oradan da dişe dokunur bir şey çıkmadı gibi.
İktidarın en büyük icraatı ise içerde yargısını harekete geçirmek oldu.
Daha önce yayınlanmış, hatta Meclis’te isimleri verilmiş Libya’da hayatını kaybetmiş iki MİT mensubunun cenazesi dolayısıyla gazetecileri gözaltına aldılar. Suçlu görülmeyince Yeniçağ’dan Murat Ağırel ile gazetemiz Yeni Yaşam Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser ve Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik gözaltına alınıp Sulh Ceza Hakimliğince serbest bırakıldılar, ancak savcı yeniden itiraz ederek tutuklanma talebinde bulundu. Hukukumuzda hiç yeri olmayan bu itiraz türü, hukuka takla attırılarak, bırakılanların talimatla yeniden tutuklanmasıdır ve öyle de oldu, üç gazeteci de yeniden tutuklandı. Hukuk dışı, haksız, kanunsuz bir uygulama.
Dahası var, Adnan Selçuk Mızraklı, HDP Diyarbakır milletvekiliydi, 31 Mart’ta istifa edip Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Hakkında bir soruşturma ve koğuşturma yoktu. İktidar, belediyelere el koymak için önce görevden alıp yerine kayyım atadı, uzun zaman sonra hakkında bir soruşturma açıp Kayseri Cezaevi’ne koydu başka birçok belediye başkanıyla birlikte. İki gün önce ise dokuz yıl dört ay ceza verdiler, örgüt üyeliğinden. Selçuk Başkan istifa edip belediye başkanı olmasaydı şimdi ne dava vardı, ne de hapis kararı.
Aynı şey Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi Osman Kavala’nın da başına geldi. Önce Gezi olayları davasından tutuklanıp beraat etti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen bırakılmadı, kararın tanındığı son gün bu sefer 15 Temmuz darbe girişimi dolayısıyla ve casusuluk suçlamalarıyla ilgili tutuklama kararı verildi.
Olaylar öyle çok ki, saymakla sonu gelmez. Ancak acı olan, demokrasi ve özgürlükler yolunda mangalda kül bırakmayan CHP sözcü ve organları, bu konular üzerine gederken başka partilerden olanları isim isim ve üstünde durarak sayarlarken, HDP’lileri veya ona yakın davrananları “ve ötekiler” diye geçiştirmekte, isim vermekten kaçınmaktalar çoğu zaman.