Kürtçe çalışmalar da yapan Kirmanşahlı Dervişyan’ın kaleme aldığı ‘Abşûran’ Manos Yayınevi etiketi ile raflardaki yerini aldı. Kitabı Türkçe’ye çeviren Eivazi, ‘Abşûran’ın açlıktan nefesi koksa da bu çocukların umudu gül kokar ve o kokuyu bastırır, genziniz yanar gül kokusundan, sizi boğacak, ağlatacak kadar gül kokar’ diyor
Ercan Kaplan
Nemli duvarlar, yoksunluklar, içe dokunan, eli koynunda bir yaşam: Abşûran. Yoksulluğa yazgılı, zamanın kendini umarsızlıkta kurduğu bir an’lar toplamı. Taşkın suların susuz bıraktığı, ekmeksiz koyduğu, Abşûran.
Abşûran’da; kadına, çocuğa ve sanata bakışta geleneksel, dini motifleri koruyarak kodlayan ebeveynlerin çocuklara dikkat kesilmediğini, onları ötelediğini görüyoruz. Doğu toplumlarında geleneksel, dini tutumlar; varlığını devam ettirerek yaşamın ve toplumsal gelişimin akışına set olma özelliğini sürdürmüştür.
İran edebiyatına değerli katkılar sunan Sadık Hidayet, Gulam Hüseyin Sâedi, Goli Taraghi, Furuğ Ferruhzad’ın eserlerinin ve yönetmen Nasser Saffarian’ın söyleşi kitabının çevirisini yapan Makbule Aras Eivazi, son olarak Ali Eşref Dervişyan’ın Abşûran adlı hikâyesini çevirerek bir önemli esere daha “gönül borcunu’’ sürdürdü.
Çeşitli dergilerde birçok edebi türde yazıları yayımlanan Makbule Aras Eivazi; Abşûran’ı orijinal dilinden çevirirken dilin altyapısını bozmadan dokusunu koruduğunu şiirsel yalınlığından anlıyoruz. 12 öyküden oluşan kitapta sade, özlü, derdini meramını anlatan kelimeler, tümceler mevcut. Makbule Aras Eivazi’yle Farsça’dan çevirisini yaptığı ve Monos Yayınları etiketiyle Türkçe yayınlanan Abşûran’ı ve onun yaratıcısı Ali Eşref Dervişyan’ı konuştuk.
- Farsça’dan birçok eseri çevirerek Türkiyeli okurlara ulaştırdınız. Bir de Furuğ Ferruhzad şiir çevirisi ödülüne layık görüldünüz, sizi Farsça’ya yakın kılan neydi ya da rehberiniz Farsça, menziliniz çevirmenlik diyebilir miyiz?
Aslında ben Türkoloji mezunuyum. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Divan edebiyatı alanında yüksek lisansa başladığımda Farsça öğrenmenin iyi bir fikir olabileceğini düşündüm ve o zamanlar Ankara’da tek Farsça kurs olan İran Kültür Müsteşarlığı’nın Batı Han’daki Farsça Öğretim Merkezi’ne başladım, amacım birkaç kur devam edip biraz kelime hazinemi geliştirmekti. Ama bütünüyle bir aşk ilişkisine dönüştü bu macera ve ben kendimi Farsça’dan da İran kültüründen de alamaz oldum. Bendeki aşkı yaratan öncelikle Hâfız, Sâdi, Mevlânâ gibi şairlerin klasik eserleri oldu. Bu şiirlerle hayatım genişlik ve derinlik kazandı. Modern şiirle tanışmam çok sonra oldu ve Furuğ Ferruhzad’la da çeviri hayatım başladı. Çeviri bir menzil değildi başlangıçta, Farsça’nın ve İran edebiyatının benim hayatıma eklediği derin ve yıldızlı geceye başkalarını da ortak etmekti amacım. Herkes Furuğ okusun ve isyanın güzelliğini hissetsin, kadının dünyayı değiştiren gücünü, dilden dile aktarıldığında etkisini yitirmeyen o muazzam şiiri fark etsin; herkes Gulam Hüseyin Sâedi’nin hikayelerinde elinde fenerle gezinsin ve İran denilen ülkenin sokaklarını, insanlarını tanısın, herkes Dervişyan’ın yalın, tevazuyla baş eğen cümlelerinin peşi sıra yoksulluğun içindeki çağıldayan yaşamı görsün, herkes Goli Terakki’nin bilinç akışının koridorlarında geriye doğru kanatlanan hikayelerin, birbirine değen kanatlarınındaki güzellikle dirilsin istedim. Beni etkilemeyen bir eseri çevirmedim bugüne kadar, çeviriyi bir iş gibi değil bir sevda gibi görüyorum, acıtan, yaralayan ama sağaltan, dirilten bir sevda.
- Ali Eşref Dervişyan’ın, kalemi ve siyasi mücadelesi sebebiyle mahkûmiyet yaşadığını, sonrasında tıpkı Bastille Hapishanesi’nde olduğu gibi bir özgürlük şiarıyla umuduna bağlı halk tarafından kilit altından kurtulduğunu biliyoruz. Biraz Dervişyan’ı tanıyabilir miyiz?
Dervişyan; Kirmanşah doğumlu bir yazar, çok yoksul bir aileden geliyor, 1941 doğumlu. İlk gençlik yıllarından
itibaren iş hayatına giriyor, sonrasında öğretmenlik yapıyor. Öğretmenlik yaparken, folklorik ürünleri derleyerek halk kültürü üzerine çalışmaya başlıyor. İran Efsaneleri adlı 19 ciltlik eser çıkıyor ortaya. Kürt dili ve edebiyatı üzerinde de çalışıyor, Kürtçe sözlük çalışması var. Samed Behrengi’yle tanışmış ve onun fikirlerinden, yazıdaki yalın, içten üslubundan etkilenmiş. Yayımlanan ilk yazısı da “Samed Sonsuzdur” adını taşıyor. 1971-78 yılları arasında siyasi düşüncelerinden ötürü hapis yatıyor. 1979’daki İran İslam Devrimi’nden sonra yazılarının yayımlanmasında zaman zaman engellemelerle karşılaşıyor, sansüre karşı mücadele veriyor.
İran’da pek çok ödül kazanıyor, ülkenin en prestijli ödüllerinden Huşeng Golşiri ödülünün de sahibi. İran Pen’inin en eski üyelerinden biri, 2006’da Merkezi Washington’da bulunan İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin Hellman/Hammet ödülünü alıyor.
Maalesef ki ömrünün son yıllarını beyne pıhtı atması sonucu oluşan hastalıklarla geçiriyor, kendisinin verdiği beyanatta, televizyonda Saddam yönetimince idam edilen Irak Kürtlerini gördükten yirmi dört saat sonra beyne pıhtı atma olayının gerçekleştiğini belirtiyor.
Sayıları otuzu bulan eserlerinden en bilinenleri Bisütun, Abşûran, Ekmek Zamanı, Babamın Şarkıları Eşliğinde, Altın Çiçek ve Kızıl Silah, Kara Bulut, Bingöz, Okulumuzun Duvar Gazetesi, Boyama Kitabı, Çocukların Kitaplığına Sevgili Abimiz ve Ateş Ne Zaman Geri Dönecek?, 18. Hücre’dir. Kısa öyküleri İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Ermenice, Fince, Norveççe, Kürtçe ve Türkçeye çevrilmiş.
- İran edebiyatında zengin bir anlamı olan Ali Eşref Dervişyan’ın yanı başımızda olmasına rağmen hakkında maalesef sınırlı bir bilgiye sahibiz. Bunu biraz da popüler kültürün ilerici kültüre ket vurması olarak okuyabilir miyiz?
Popüler kültürün bunda etkisi vardır muhakkak ama bazı konulardaki ön yargılarımızın daha çok etkili olduğunu düşünüyorum. Eğitimli kesimin bile edebiyata bakışında hâlâ ezberler söz konusu. Aşamadığımız bir Batı ne yaparsa iyidir, Doğu’nun edebiyatında çok da kayda değer bir şey yoktur algısı var. Tanzimat’la toplumsal hayata musallat olmuş bir Batı kültürü hayranlığı, Doğu’yu yerme hali devam edip gidiyor. Ali Eşref Dervişyan da bu mesnetsiz kabuller arasında kendine yer açmaya çalışan yazarlardan biri. Gerçi özellikle İran sinemasının da etkisiyle ve daha çok gençlerin İran edebiyatına artan bir ilgileri de var, ama henüz genel algıda istenen eşitlikçi noktadan çok uzaktayız.
- Geçtiğimiz aylarda çevirisini yaptığınız Abşûran’a yakından baktığımızda hikâyeler aynı duygu iklimini yaşatıyor okurda. Bir hikâyeyi diğerinin yerine düşündüğümüzde iliklere işleyen yetkin bir yoksulluğun bütünselliği bozulmayacak boyutta. Dervişyan, bu bütünlüğü ne üzerinden kuruyor?
Yoksulluk, cehalet, hastalıklar, çocukluk gibi ana izlekler Dervişyan’ın yazı coğrafyasının sıradağları gibidir. Dervişyan’ın en dikkat çekici taraflarından biri dilindeki yalınlık, doğrudanlıktır; günlük hayat ritminde bir dil kurgusu yaratmayı başarır ki bu bana kalırsa onun anlattığı dünyada hepimizi aynı safa getiren bir etki yaratıyor. Okurla dilden başlayan bir eşitlikçi yapı kuruyor Dervişyan, mutlaka siyasi görüşünün de bunda doğrudan etkisi vardır. Hikâye dili, okurla metin arasındaki mesafeyi sıfırlıyor, doğrudan o dünyaya dahil oluyoruz. Bir çocuğun dünyasını anlatırken ya da bir çocuğun gözünden dünyayı anlatırken bir çocuk hangi kelimeleri kullanırsa onları seçiyor, bu konuda okurda en ufak bir hakikat kırılması yaratmıyor. Onun yazdıklarını bir çocuk böyle konuşur mu, böyle düşünür mü şüpheleri eşliğinde değil; gülümseyerek, acıyı bizde hissederek, her şeyin altında umudun kalp atışlarını da duyarak okuruz. Aslında okur, hikâyeleri okurken kendi belleğinde de geriye doğru giderek çocukluğunun toprağında gezinmeye başlar, çocukluğunun göğü altında yürürken unuttuğu aldanışları, yediği tokatları, gözyaşlarını, acıyla yutkunduğu zamanları hatırlar. Çocukluk ve yoksulluk arasındaki ilişkide, bütün coğrafyalarda insanın karşısına, benzer acılar çıkıyor hep. Yazarın kendi hayat hikâyesinden ve çoğunlukla çocukluk belleğinden hareketle yazması da elbette sözünü ettiğiniz bütünlüğün oluşmasında etkili.
- Abşûran’a; nehrin taşıp sularını evin duvarlarına yoksulluğu takvimlemediği, keman tınısının eve seslenişini eylediği, ekmeğin taze güçle bolca umutla bölüşüldüğü, bahçede gülün kırmızıya kestiği, ayvanın dişlendiği, “çocuklara ayakkabılarını düz giydirecek fırsatın olduğu”, ‘barış’ı doldurduğu bir yaşamın tasavvuru diyebilir miyiz?
Abşûran; çocuğun merkezde olmadığı, olamayacağı ve büyüklerin hep mağlup edildiği, umutsuz ve aç bırakıldığı bir dünyadır. Yaşadıkları yoksulluk hep fondadır bütün öykülerde ama biz, ona alışmayız ya da onu orada abartılı bulmayız, yazarın onu gözümüze sokmaya çalıştığını düşünerek rahatsız olup görmezden de gelmeyiz. Yoksulluk oradadır, bir duvar saati gibidir, hep duyarız sesini ve zaman gibi o da hayatın akışının temel elementidir Abşûran’ın dünyasında. Yazar o yoksulluğu bize tasvir etmez, aslında, Dervişyan neredeyse hiç tasvir etmez, gösterir, anlatır, müthiş bir doğrudanlıkla hikâye eder. Ebeveynleri gece gündüz çalışan bir ailede dört kardeşin hayatlarının nasıl bir ritmi olduğunu görürüz, büyüklerinin dünyasının nasıl da onların dünyasından uzak olduğunu, bunun nasıl acı yarattığını ve aslında çoğu kez çocukların anne babalarını onların sandığının aksine çok derinden görüp gözlemlediklerini, onların acılarını da dert edinip kendi dertlerine eklediklerini fark ederiz. Yaşlarından önce büyürler bu çocuklar, anne babaları için üzülürler ama her şeye rağmen bir çocuk yoksul bir dünyada onca yoksunluğa rağmen hep umudun peşindedir, umudu hep yeşertir çocuklar. Bir bahçede gözleri gibi baktıkları bir gül vardır bir öyküde, müthiş bir öyküdür o! Evlerinin camından durmadan o gülü izlerler, toprağına gübre bulurlar, suyunu hiç ihmal etmezler, gülün açmasını beklerler gece gündüz. Ama bir de büyüklerin akla hayale sığmaz katılıkları vardır, anlayışsızlıkları vardır; nerede, ne zaman onunla karşılaşacaklarını bilirler bu çocuklar ama yine de hesaba katmadıkları bir açıklıktan o öfke gelip bulur onları. Büyüklerin anlayışsızlıkları kalplerini bomba gibi parçalasa da bu öykünün sonunda şunu görürüz: Bir çocuk hiç pes etmez! O yüzden Abşûran’ın açlıktan nefesi koksa da bu çocukların umudu gül kokar ve o kokuyu bastırır, genziniz yanar gül kokusundan, sizi boğacak, ağlatacak kadar gül kokar Abşûran aslında. Çocukların umudunun gülüdür, onun kokusudur bu!
- Güncelde yakıcı etkisini sürdüren yasaklama, sansür, toplatma kararları… Ali Eşref Dervişyan’ın maruz kaldıklarına güncelde de pek çok yazar yayınevi de maruz kalıyor. İran edebiyatının derin birikimini bir kenara bırakırsak birçok açıdan bu yasaklama furyası benzerlik taşımıyor mu?
İslam devriminden önce olduğu gibi sonra da Ali Eşref Dervişyan’ın yazdıklarının sansürle karşılaştığını söylemiştim hatta yazar, eserlerini 2017’de ölümünden hemen önceki süreçte yurt dışında yayımlatmaya başlamıştır. Elbette İran’da sanat alanındaki sansürler sanatçıların yaratma süreçlerini sekteye uğratıyor, bazen baltalıyor. Bu durum dünyada sansürün söz konusu olduğu her yerde geçerli. Az önce yoksulluğun ve çocukluğun dünyanın her yerinde birbirine benzediğini söylemiştim bence sansür de dünyanın her yerinde aşağı yukarı aynı minval üzere. Abşûran’daki çocuklar gibi sansürün yoğun olduğu coğrafyalarda sanatçılar, ayakları altında hep ezilse de sol göğüslerinin altındaki gülü sulamak zorundalar, bizi o umut kurtaracak çünkü.