Filim gibi maşallah.
Devletin başı kürsüye fırlıyor…
Savaşa beş dakika kaldığını ilan ediyor.
Antep’te, şurada burada “seferberlik” yazıları uçuşuyor.
Yeni Şafak’ta biri “YPG ile ölüm-kalım savaşı” haberleri döşüyor.
Askeri konvoylar peş peşine Güney sınırına akıyor. Hendekler kazılıyor. Işıldaklar çakıyor. Bir hengame, sormayın gitsin.
Derken gizli görüşmeler, toplantılar, uluslararası heyetler, Amerikalılar, Almanlar, BM gözlemcileri falan, Türkiye başkentinde fır dönüyor.
Savaş öncesinde karşılıklı top atışları yerine şimdilik ağız dalaşları, tehdit düelloları birbirini kovalıyor.
Topyekun bir savaşa ha girildi ha girilecek…
Bu yazıda barıştan yana olanlara seslenmeyeceğim.
Türk milliyetçileriyle ilgileneceğim. Siz bir şoven milliyetçi olsanız… Militarizme tapınsanız… Şu yukarıdaki manzarayı gördüğünüzde ne yapardınız?
Önce heyecanlanırdınız.Yollara dökülür askeri konvoyların geçişini çılgınca alkışlarla selamlardınız. Her tankın ardından “geri dönersiniz inşallah” manasına gelen kovalar dolusu su dökerdiniz. Göz yaşlarınız göl olurdu. Bir yandan da “vah, vah, ana kuzularını Allah korusun” diye yanar yakılırdınız. Genç evlatlarınız evde duramaz olurdu. Cepheye koşmak için yaşını büyütmeye kalkanlar mı dersiniz, Genç Osman misali “bıyığın tarak tutmuyor” diyecek paşaya, aksini ispatlamak için demir tarağı üst dudağının üstüne saplayıp, “aha işte bıyığım tarak tuttu” demeye hazırlananlar mı dersiniz, millet yediden yetmişe ayağa kalkardı…
Etrafınıza bakın. Yaprak kımıldamıyor.
Reis gaza ne kadar basarsa bassın, millet öyle kolayca gaza gelmiyor
Daha da ilginci, “Peygamber Ocağı’dır” filan diyerek gördüğü her üniformalıya kucak açanlara da pek rastlanmıyor.
Nasıl rastlayacaksın ki? Bu ordu şu son on-onbeş yılda amansız bir hizipler arası savaşla perişan oldu. Önce “Atlantikçiler”, “Avrasyacıları” kodese atmaya kalktı. Bir kısmını attı ama tam atamadı. Derken “Avrasyacılar” 15 Temmuz’da “Atlantikçileri” “tam olarak” zindana tıkmakla kalmadı, onların imanlarını gevretti, kulaklarını koparttı, suratlarını dağıttı, her birinin “anlatmaya utanıyorum” dediği işlemlerden geçirdi.
Eh artık bitti denilen bir zamanda, şu son YAŞ toplantısı yapıldı… Toplanmasıyla dağılması bir oldu. Hepi topu 1.5 saat sürdü, sürmedi. Bir de ne görelim bir tasfiye daha.
Milliyetçi kardeşimiz böyle bir ordunun ardından nasıl etsin de göz yaşı döksün. Generallerinin yarısı hapiste, kurmaylarının neredeyse çoğunluğu da öyle. Her hafta beşer, onar muvazzafın bileğine kelepçe vurulmakta. F-35 uçaklarının peşinde koştururken, Hava Kuvvetlerinin pırpırlı uçaklarını bile uçuracak pilot kalmamış, çoğu hapiste, azı sivil uçaklarda işbaşı yapmış.
Ama daha önemlisi milliyetçi-ulusalcı ahalimizin önemli bir kısmı, İstanbul yerel seçimleri sürecinde uyanmış. Bir ordunun bugünkü haline bakmış, bir İmamoğlu’na akan ve daha düne kadar savaşla yok edilmesi gerektiğini düşündüğü Kürt oylarına bakmış…
Şimdi ne yapsın bu ulusalcı-milliyetçi kardeşimiz?
Nasıl etsin de seferberlik türküleri söylesin?
Evet.
Şu anda Türkiye bir savaşın eşiğinde. Eldeki ordu hala büyük. Ama içi çürük. Moral sıfır: Ne zaman tutuklanacağını bilemeyen komutanda moral mi kalır?
Ama daha önemlisi, artık bu ordunun arkasında bir “millet” yok.
Sen istediğin kadar seferberlik türküleri söyle, artık hiç kimse “Reis beni de cepheye götür” demiyor, bastırıyor parayı bedelli olup askerlikten de, savaştan da sıyırıyor.
Demek ki, Türk devletinin savaş gücü felaket ölçülerde zayıflıyor.
Türkiye bugünkü haliyle başlatacağı bir savaştan sağ salim çıkamaz. Birinci Dünya Harbinden beter hale gelir. O yıllarda harbin yıkıcı sonuçlarını sorgulayacak, suçlulardan hesap soracak bir kamuoyu yokken, şimdi var. Öyle yıllarca beklemeyecektir. İlk ağır kayıplarla ve ekonominin ilk tökezlemesiyle birlikte bu kamuoyu ayağa kalkacaktır.
Ve ayağa kalkan bu kamuoyunun saflarında bilin ki, düne kadar ordunun ardından göz yaşı döken Türk milliyetçileri de olacaktır.
İktidar bu savaşı başlamadan kaybetmiştir.