Pazartesi söyleşisi-Ahmet Tulgar
İskender Özturanlı, iyi bir iktisatçı olmanın yanı sıra çok iyi de bir şairdir ama Türkiye hayatı onu gazeteciliğe, televizyon stüdyolarına ve elbette siyasete savurmuş. Birçok siyasi dönemeçte yaptığı analiz ve teşhislerle dikkat çeken Özturanlı, kısa bir süre öncesine kadar KRT televizyonunda ‘Aslı Astarı’ adlı bir program yapıyordu. Hem CHP hem de AKP’yi kulislerde de takip eden İskender Özturanlı ile seçim sonrasının çalkantılarını konuştuk.
Düz, dümdüz bir soruyla başlayalım: AKP ne yapmak istiyor?
AKP’nin bir siyasal aktör olarak ne yapmak istediği de o kadar açık değil şu anda. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve Antalya gibi şehirlerde bu denli erimiş olmalarını beklemiyorlardı. Topyekûn bir erime hali; bu saatten sonra bunu durduramazlar. Bunun da farkındalar. Özellikle İstanbul seçimini iptal ettirip ettirmeme arasındaki tereddütlü halin bir nedeni de bu. Zamanı geriye sardıramıyorlar, kabul edip etmeme arasında duruyorlar.
Bu seçim ertesinde olanlardan sonra AKP için her şey eskisi gibi olacak mı? Bütün bu yapılanlardan AKP’nin herhangi bir yarar sağlaması mümkün mü?
Her iki sorunuza da asla diyorum. Türkiye’de siyaset mevcut iktidar tarafından iyice daraltılmış, bir suni alışveriş haline dönüştü. Varlık nedenini sadece iktidar, beka, toplumsal ve ulusal korkular, süper güçlerin güya sürekli oyun sahası haline gelmiş bir ülkenin muhafazası gibi, boş, göreli, sadece seçimden seçime doldurulmuş ezberlerle siyaset yapmaya çalışan bir devlet partisi konumunda AKP. Devletin kolluğu, hukuku, yargısı ve bürokrasisi doğrudan doğruya partili. Bu yapı kendi üzerinde o kadar devasa bir hale geldi ki sahiciliğini kaybetti.
Elbette bizler bilsek de bilmesek de bir hesaplaşma içerisine girecekler. Böylesi durumlarda önce rakipler suçlanır, sonra sonuçlarla oynanmaya çalışılır, farklı ihtimaller denendikten sonra yenilgi kabul edilir. Ardından ibre içeri döner ve yüzleşme başlar. Bunun büyük bir saydamlık ve demokratik anlayışla olacağı kanısında değilim. Ancak bazı kilit kadrolarda ve hükümette temel değişiklikler olacağını düşünüyorum.
Mesela ekonomik kriz ve durgunluk, çok ciddi boyutta, hem krizin engellenememesi hem de kriz sonrası kötü yönetimin söz konusu faturalardan birini Ekonomi Bakanı’na yöneltecektir. Ancak aileden olması nedeniyle, söz konusu bakanın kabine dışı kalacağını değil son dönemde dengesiz çıkışları ile tepki toplayan Dışişleri Bakanı’nın yerine geçeceğini tahmin ediyorum. Ekonomiden Sorumlu Bakanlığa ise daha önce bu görevi yapmış olan kişilerden birisinin getirileceğini tahmin ediyorum. AKP’nin seçimin sonuçlarını kabul etmez hali elbette ona bir yarar getirmiyor, siyasal kaymaların, siyasal yön tercihlerinin ardındaki diyalektiği anlamayanlar için tarih süratle gerçekleşen çöküşlerle doludur. Bu sürecin uzaması AKP’ye yarar getirmemesi bir yana zararı da oluyor.
Sizce AKP hâlâ yekvücut bir parti mi, yoksa seçim sonrası alınan tavır parti içindeki bir grubun işi mi?
Ben bu grup işi, Pelikan vs. türü yorumları hep ihtiyatla karşılıyorum. Yapılmak istenen demokrasinin ihtilaflı ve uzlaşmalı doğasını geri dönülmezcesine tahrip ediyor. Çok örgütlü ve yukarıdan aşağı gelişen bir dirençle karşı karşıya olduğumuzu görmemek için kör olmak gerekir. Bunu parti içinde bir grubun etkisi diye yorumlamak partinin ve liderinin bu zaaflardan tenzih edilmesine yol açıyor. Oysa bu gelinen nokta tamamen bu zaaflardan kaynaklanmakta. Bunu açıkça söyleyememek bir tür patolojik bozukluk belki de. Saray çekişmesi, aile efradının baskısı belki magazin olarak çekici geliyor, ama doğru değil. AKP nicedir tek adam partisi ve onun rüzgarından habersiz orada bir yaprağın dahi dalgalanmayacağını hepimiz biliyoruz.
AKP’nin YSK’dan istedikleri ve YSK’ya yaptırdıkları Türkiye’nin bugününü ve geleceğini nasıl etkiler?
Çok kötü etkiler, etkiliyor da zaten. Kazanılmış bir seçim iptal edilemez, defalarca saydırıldı. İstanbul seçimi dışında Türkiye tarihinde defalarca saydırılıp sürekli aynı sonucun çıktığı başka bir seçim yok. Türkiye tarihinin en meşru seçimi. Öte yandan KHK’lı adayları seçime sokup da mazbatalarını vermemek ve genelde kendilerine ait ikincilere o şehirleri yönettirmek korkunç bir tuzak. Bilerek yapılıyor. Atanmış kayyumlar yerine seçilmiş kayyumlarla işi götürmek. Ellerinden gelse, bazı seçilmişlere sebepsiz yere mazbatalarını vermeyecekler. Öte yandan YSK, Muş gibi, Balıkesir gibi şehirleri az farkla AKP kazandığı için buralarda oyları yeniden saydırmadı. İstanbul seçimini iptal etmek bir delilik, bunu yapacaklarını sanmıyorum. Ama böylesi bir şey olursa bunun geri dönülmezcesine büyük tahribatlar yaratacağı da aşikâr.
İstanbul, Cumhurbaşkanı ve AKP için ne ifade ediyor ve İstanbul’un kaybedilmesi AKP’yi nasıl etkiledi?
İstanbul Erdoğan’ın siyasi varlık nedeni olarak gördüğü bir şehir. AKP iktidarına giden yolun döşendiği maddi, psikolojik ve sosyolojik üstünlüğün vazgeçilmez manivelası. Bütün siyasal kadroların İstanbul üzerinde devşirildiği, yetiştiği ve karmaşık toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkiler ağını hem hareket ettirmeyi hem de yönetmeyi öğrendikleri yer. Sorunları aşabilmek ve kendine güvenen siyasal kadrolar yetiştirmek için İstanbul kilit önemde bir kent. Bu her siyasal grup için de geçerli aslında. İstanbul yerel hizmeti verirken öğrenmek kadar cesameti ve büyük sosyo-ekonomik yapısı ile bir sonraki aşamada siyaset üretmek adına sunulan en büyük vaat. İstanbul’u kazanmak bile başlı başına bir siyasal vaat, bir siyasal ütopya.
Öte yandan bu muazzam zenginlik, geçen 25 yıllık dilimde, sınırsız imkanları ile AKP iktidarının baskıcı gücüne dayanaklık, payandalık etti. İstanbul’u yöneten siyaseti tahkim ediyor. İstanbul’u yönetenin kof, ham ve hantal olduğu gerçeğinin üstü, bu yönetim gücünün büyük imkanları ile örtülüyor. Siyaseten aslında birçok şeyin arkadaki İstanbul kaldıracı ile zahmetsiz olduğu, İstanbul dev’inin nice cüceleri sakladığı görülecektir. AKP iktidarı, tam da bu nedenle İstanbul’un kaybedilmesine dayanamıyor, kofluğu, beceriksizliği, hantallığı ortaya çıkacak, birçok şeyin balon olduğu görünecek diye. Bunu çok kritik buluyorum.
Bu seçim sonrasında olanlar ülkenin batısındaki kamuoyuna geçen dönem Kürt kentlerindeki kayyum atamalarının ne manaya geldiğini öğretmiş midir? Sizce Türkiye muhalefeti bütünleşiyor mu?
Türkiye’de baskı muhalefeti bütünleştirdi. Batıdaki kamuoyu elbette Kürt kentlerindeki kayyum atamaları konusunda artık daha bir duyarlı olacaktır. Seçilmiş belediyelere kayyum atanması gayrı demokratik bir süreçtir, kendi halkına yabancılaşmış bir yerel yönetim modeli çalışmaz. Sonsuza dek kayyum ile yönetilemez ya bu kentler. Bu dönemde özellikle HDP belediyelerinin kendine özgü başarılı modeller geliştireceğine inanıyorum.
AKP’nin ve dolayısıyla YSK’nın birçok seçim sonucunu tanımaması Türkiye ekonomisine de etki eder mi? Ülkedeki iktisadi kriz nereye gidiyor?
Ülkede çok büyük bir kriz ve resesyon var. Şu anda krizin daha da etkili olmamasının tek nedeni ise gelişmiş ülke merkez bankalarının gevşek para politikası uygulaması. Bu politikayı değiştirdikleri gün bizi büyük bir çöküş bekliyor. Kendi elimizde olmayan bir çöküş tahmini yapabiliyoruz ancak. Yoksa çıkış çok sert olacak ve kurlar fırlayacak. Bunu damat bakanı dinleyen bir yatırımcı FT’ye açıkladı ve “Bizim merkez bankaları parayı sıkılaştırdıklarında bu kadar kötü yönetilen bir piyasadan çekip çıkarım” dedi. Hâlâ “Bloomberg, FT, Reuters bize saldırıyor” diye yayın yapılıyor. Kimsenin bize saldıracak hali de yok. Saldıracakları varlık değerleri de kalmadı artık, şirketler konkordato üstüne konkordato ilan ediyorlar. Enflasyon aldı başını gitti, faiz hakeza. Genç işsizliği yüzde 24’lerde geziniyor, cari harcamalar için nakit bulamaz hale geliyoruz. Bankaların durumu riskli, kamu bankaları artık kredi vermiyor, veremiyor. Türkiye’deki özel sektör dünyanın en borçlu özel sektörü, lüzumsuz büyük ve verimsiz altyapı projeleri denetlenmiyor, denetlenemiyor, krediler dönmüyor burada.
Yoksulluğun ve eşitsizliğin artışı dünya ortalamasının üstünde, sanayi, tarım gibi ana alanlarda çok büyük kronik sorunlar var. Türkiye’nin acil dış kaynağa ihtiyacı var ama dünyayla sürekli kavga eden bir ülkeye kimse artık doğrudan yatırıma gelmiyor, döviz kuru en fazla artan gelişmekte olan ülke Türkiye. Risk primini gösteren ülke CDS’leri en fazla yükselen ülke Türkiye. Bu pahalı borçlanma, maliyetli ve pahalı para bulma demek. Bir süre sonra bulamama riski demek. YSK’nın meşru seçim sonuçlarını tanımaması elbette bu tabloyu daha da dumura uğratacaktır. Ancak bunun nedeni yabancı yatımcıların hukuk ve demokrasi isteğinden kaynaklanmayacaktır bu kez. Bu zaten her durumda doğru bir klişe değil. Böyle bir durum olursa asıl hayal kırıklığı kendi yerli yatırımcımızda, küçük tasarruf sahibinde olacaktır. Bu muz cumhuriyeti olmayı kabullenmemektir. Buna direnirlerse halk artık bu iktidarı sırtında taşımaz, erken seçime gidilir ve bu hikâye biter. Krizin yaralarını sarmak zaman alacaktır gene de.
Abdullah Gül’ün çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anlamsız, geç kalmış. Adalet adına desem değil, politik bir çıkış desem değil. Türkiye, Abdullah Gül üzerinden bir Erdoğan çıkışı kurgulayamaz, bu bazı liberal kalemlerin, sol düşmanı bazı ezbercilerin gördüğü bir hülya. Yeni siyaset, Ekrem İmamoğlu gibi daha açık siyaset yapan yeni siyasal özneleri hak ediyor. Bu yerel seçimin vaadi de bu olacaktır.
Bundan sonra ne olacak sizce?
Bundan sonra, AKP iktidarının daha da otoriterleşmesi ve baskıcı olabilmesinin siyasi ve meşru zemini tükenmiştir. Ama bir ıslahat da olmayacak. Bocalayan ve kendine güvenini yitirmiş bir zemindeler artık. Bakın seçim bitti, beka da bitti, kimse konuşmuyor. Seçimler yenilenirse ki ihtimal vermiyorum ülke daha büyük bir kaosa düşecek, bu kaosu da muhalefet partilerine, dış güçlere tahvil edip işin içinden sıyrılamayacak bir konumda artık iktidar. Her yolu en az iki kere denediler. Eğer seçim yenilenirse doğrudan Erdoğan’ın üzerinden gideceğini herkes biliyor, belki de bunu istemiyorlar. Çünkü sonu hızlandıracaktır. CHP’li belediyeler büyük bir baskı altında, hata yapmadan yaratıcı ve katılımcı bir şekilde çalışmak zorundalar. Hata yapma şansları yok. Gelecek gelmeye başladı. Benim umudum var.
İmamoğlu siyasi bir duruşa geçti
Ekrem İmamoğlu’nun seçim sonrası aldığı tavrı ve duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ekrem İmamoğlu adaylığı geç açıklanmasına rağmen, sakin, kararlı pozitif bir kampanya yürüttü. Bu bugüne dek ülkemizde pek tanık olmadığımız bir şekilde halkta, seçmende hızla bir karşılık yarattı. Kibirsiz, yalın, sahici, herkesi dinleyen bir siyasetçi figürü çizdi. Ancak bir iki noktaya daha değinmek isterim. İmamoğlu herkesi kucakladı ancak apolitik de değildi, partisiz bir yaklaşımı vardı, ama partisinin dışında bir söylem de icat etmeye kalkmadı, geleneksel muhafazakâr tabana doğrudan ve sıcak mesajları oldu, ama bu karşı mahalleye suni ve fazladan verilen bir reveransla olmadı. Bu denge bence çok önemliydi. Hem partisi, hem de kendi kurduğu çifte gönüllü ağı ile bir önceki dönemde başarısızlığa yol açan hızlı sonuç aktarma anlamında müthiş bir performans gösterdi.
Hızlı sonuç alabilme, seçimlerin motoru olmuştur her zaman. Bu öylesine etkili oldu ki, sandıklara sahip çıkma adına bir coşku yarattığı gibi, Anadolu Ajansı’nın manipülasyonunu da kırdı. YSK gecenin ilerleyen saatlerinde Anadolu Ajansı’nın kendi abonesi olmadığını açıklamak zorunda kaldı. Acaba daha nice seçimlerde ne manipülasyonlara maruz kaldık dedirtti ama, bir yandan da bu yenilgilerin melankolisini sildi, attı. Sonrasında ise önce ısrarlı ve bıktırıcı saydırmalar ile arkasında, seçmen usulsüzlükleri öne sürülerek sürekli yokuşa doğru koşulan bir dönem yaşandı. Ekrem İmamoğlu bu dönemde, karşıtları ile tek tek polemiğe girebilen, her duruma mutlak surette rasyonel karşılıklar üretebilen, siyasi bir duruşa geçti. Bu onun çizgisinde gelecekte ağrılık vereceği bir siyaset etme tarzı olarak yerleşecektir, buna daha fazla tanık olacağız. Hakkı verilmeyen, sürekli ertelenen ama hiç bozulmadan hak arayışını ısrarla sürdüren bir figür olarak, nerdeyse dünya siyasi literatürüne geçti. Bu karşı tarafın direncini kıran en önemli unsurlardan birisi oldu, özgüvenlerini dağıttı. Direnci yüksekti artık daha da yükselecektir.