Toplumlar için algılar gerçekliğin yerini aldığında, ‘beşer-şaşar’ hali uzun sürer. Bu konu folklorumuzda da yerini bulmuştur, “Birine kırk gün delidir dersen…” haliyle.
Diyarbakır, Van ve Mardin illerinin belediye başkanlıklarına, o illerin valilerinin kayyım olarak atanmaları, seçim sonrasında uygulanan bir intikam operasyonunun, cezalandırmanın çok ötesinde anlamlar içeriyor.
Tarihi Kürdistan coğrafyası, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da bir işgal bölgesi olarak algılandı Türk siyaseti açısından. Osmanlı bir imparatorluk olarak bu algıdan rahatsız değildi. Sonuçta Kürdistan veya Ermenistan’ın işgal ettiği, boyunduruk altına aldığı onlarca ülkeden bir farkı yoktu Osmanlı için. Bulgaristan’da Bulgarların, Yunanistan’da Yunanlıların, Mısır’da Arapların yaşadığı kadar doğaldı Ermenistan’da Ermenilerin, Kürdistan’da Kürtlerin yaşıyor olması.
Tılsım ulus devlet modeli ile bozuldu. Bu anlayışa göre ülke coğrafyası da, o coğrafyada yaşayan halklar da tek bir unsura, Türkiye ve Türk milleti tanımlarına göre şekillendi. Bu suni dayatmanın sonucu olarak da insanların kamusal alanda Türkçenin dışında bir dille konuşmaları, anadillerini kullanmaları bölücülük olarak algılandı.
İşin tuhaf tarafı ise, devlet aklının halka bu bakış açısını dayatırken, kendi reflekslerini baki tutması. Sonuçta Diyarbakır’da, Batman’da, Şırnak’ta yaşayan Kürt, günlük yaşamda karşılaştığı jandarma baskısına, her türlü ayrımcılığa, horlanmaya, yok sayılmaya rağmen kendini ülkenin eşit vatandaşı sanmaya meyilliydi. Oysa devlet aklı, kendi önermelerinin aksine, bu coğrafyayı ve üzerinde yaşayan insanları asla kendinden saymadı. Bir anlamda bölücü davrandı bölge insanına. Nitekim sanayileşmenin bölgeler arası dağılımına baktığımızda da bu ayrımcılığı açık bir şekilde görebiliriz. Osmanlı da aynı şekilde, fethettiği ülkelere bir çivi bile çakmamıştır asırlar boyu. Halkın çoğunluğunun Hristiyan inancından olduğu Balkan ülkelerinde cami, medrese yapmak o ülkelere katkı getiren işler değildir.
Kürt nüfusun büyük bir çoğunluk oluşturduğu üç ilde seçmen iradesinin yok sayılması, topyekûn halkın yok sayılması ile mümkün olmuştur. Şeriat millet i hâkime- millet i mahkûma ayrımını din üzerinden tanımlar. Cumhuriyet rejimi ise, soykırımlar ve göçertme- kaçırtma siyasetlerinin sonucunda din terazisinin bir kefesi daha kuruluş yıllarında boşaltıldığından, ayrımı Türklük ve gayrı Türklük üzerinden sürdürmüştür.
Bu saptamaların ışığında Türkiye’de bölücü olanın devlet aklı olduğunu söylemek asla abartı değil. Okul yıllarında Türkiye’nin haritadaki yerini vatan belleyenler, yaşları ilerledikçe o vatan adına tek renge indirgenen arazide başka renkler de olduğunu, siyasi haritanın asla demografik bir anlam ve ifade içermediğini görürler. Yine de Kürt siyasi aklının o siyasi haritanın bütünlüğüne, merkezinin Ankara olmasına, ay yıldızlı bayrakla tanımlanmasına itirazı yok, yeter ki o bütünlük içinde kendi varlığı da tanınsın. Burada bahsi geçen egemen olan, toplum adına siyasi duruş belirleyen Kürt siyasi aklıdır. Yoksa son derece doğal olarak buna itiraz eden, çözüm olarak bağımsız Kürdistan idealine inanan Kürtler de vardır ve onların talebi de son derece meşrudur. Ama sosyolojik bir olgu olarak, batıda yaşayan Kürtlerin nüfusunun Kürdistan’da yaşayanlardan daha yüksek olduğu hesaba katıldığında, çözümü bütünlük içinde arayanlar ağır basmakta.
AKP’nin ‘yurtta savaş, cihanda savaş’ politikası oy kaybına yol açıyor. Ama yine de AKP’li Cumhurbaşkanı’nın ‘Belediyeler Kandil’e para gönderiyor’ iddiasının hiç de azımsanmayacak sayıda alıcısı var. Ne de olsa algılar üzerinden üretilen siyaset, çoğu insanın gerçekleri görmesini engellemeye yetiyor. Hele de teslim alınmış bir medyanın yardımıyla, doğruyu söyleyenlerin sesi alabildiğine kısılmışken, iktidar adına konuşanlar, köpeksiz köyde değneksiz gezmenin keyfini sürüyor.
Ama görünen bir gerçek daha var, belediyeleri gasp edilen illerde insanlar her türlü polis baskısına rağmen evlerine girmiyorlar, itirazlarını haykırmayı sürdürüyorlar. Devlet aklının hesap edemediği ise, sürdürdüğü baskının politik bilinç ile kendisine geri döneceği gerçeği.