Erol Katırcıoğlu
Baskı birleştirir. Farklılığı olan bir insan topluluğuna dışarıdan yapılan bir baskı, o topluluk içindeki farklılıkların törpülenmesine yol açar. Daha doğrusu o topluluk içinde farklılıkları önemsizleştirerek onları homojenize eder. Tabii bu da baskıyı yapan karşısında o baskıya direnebilecek bir grup insanın ortaya çıkmasına neden olur. Aralarındaki ilişki de “çatışmacı” bir ilişki haline dönüşür. Çatışmacı bir ilişki de toplumun her alanda gerilemesine yol açar.
Çağımız ulus-devletlerinin sınırları küreselleşmeyle aşındıkça olan şey kimilerinin beklediği gibi ulus devletlerin sonu olmadı. Ama ulus devletler içinde farklı kimliklerin kendi farklılıkları üzerinden yeni taleplerle siyaset sahnesine çıkmalarına neden oldu. Bu durum da ulus devlet içindeki siyaset alanının kimlikler arası bir mücadele alanı olmasına yol açtı. Ama her ulus devletin kurucu kimliği bu yeni kimlik taleplerini karşılayamayınca (örneğin ana dilde eğitim, özerklik vs gibi) ya da karşılamak istemeyince kimlikler arası gerilimler ve çatışmalar ortaya çıktı.
Bu anlattığım aslında bizim hikayemiz. Kısaca ve kabaca hatırlatacak olursam, Türkiye’nin “kurucu kimliği” olan katı-laik ve Batıcı cumhuriyetçi kimlik kendisinden yeni talepler isteyen İslami kimliğe karşı baskıcı davrandı. Bu baskının sembollerinden en önemlisi de başörtü takan kadınlar ve kızların kamu alanından dışlanması olarak göründü. İşte bu baskı Siyasal İslamcı kimliğin içinde bir homojenizasyon yarattı. Aralarında farklı İslami hayat ve kural anlayışları olan farklı cemaatleri ve tarikatları birleştirdi. İçine başta Fettulah Gülen Cemaati olmak üzere, Nur Cemaati, İsmailağa Cemaati, Süleymancılar, Menzilciler ve daha birçok cemaat ve tarikat kendi aralarındaki İslami konularla ilgili farklı yorumları bir kenara koyarak AKP’nin arkasında durdular.
Ama ne oldu? İslami kimlik iktidara gelip de üzerindeki baskı kalkınca her cemaat AKP’den bir şey istemeye başladı. Tayyip Erdoğan’ın Gülencilerle ilgili olarak “Ne istediler de vermedik?” sözü bu ilişkiyi yeterince açıklayan bir itiraf niteliğindeydi. Ama her nedense, bu her nedensenin içinde henüz bilmediğimiz birçok konu varsa da Cemaatin, iktidarı paylaşmak istemesi noktasına varınca aralarındaki kavga da su yüzüne çıktı. Ve sonrasındaki olaylar ise malum.
Bunları yazmak istememin bir nedeni de “sol, sosyalist ve demokrat” kimliğin üzerindeki baskının da benzer bir işlev gördüğü. En önemli unsurları olan Kürtler ve Alevilerin de içinde yer aldığı bu kimlik dışarıdan baskı yedikçe kendi içinde bir homojenizasyona uğruyor. Kendi aralarındaki farklar azalıyor. Bu da bu kimliğin Türkiye siyasetinde önemli bir kimlik haline gelmesine yol açıyor.
Tabii ki yakın bir gelecekte bu kimliğin iktidara gelme olasılığı yok. O nedenle de İslamcı kimliğin başına gelenlere benzer olaylar yakın bir gelecekte bu kesimde yaşanmayacak. Ama bu deneyimden yararlanarak “sol, sosyalist ve demokrat” kimliğin kendi içinde, dışarının baskısından değil, özgür düşünceden yola çıkarak bir tartışma ortamı yaratarak fikri bir temizlik yapmasında büyük yarar var. Çünkü baskı nedeniyle yan yana durmakla, tartışarak belirli bir bakış açısında uzlaşmak bu kimliğe çok daha büyük bir güç sağlayacaktır.
Baskı birleştirir. Yani ortak paydaları olan insanları yan yana getirir. Onlara güç verir. Ama unutmayalım ki asıl güç özgür iradeyle fikri bir birlik oluşturmaktan geçer. Bu da Demokrasi İttifakı içinde HDP’ye bir misyon yükler.
Düşünelim istedim…