Zafer Yörük
‘Ben cephelerin tutsağıyım’
(Leonard Cohen, The Partisan)
Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu, Erdoğan için 2014 yılında şunları söylemişti: ‘Alevilerin haklarını çalan, cemevine hakaret eden, Sivas katliamı davasının zamanaşımına “hayırlı olsun” diyen, Aleviler başta olmak üzere kendilerine benzemeyen herkesi fişleyen, Alevilere “Yuh” çektiren, Alevi katillerini seçim meydanlarında öven birisidir’.
O ‘birisi’ aynı yıl Kemal Kılıçdaroğlu’na şöyle hitap ediyordu: Kılıçdaroğlu, sen kendin Alevi olabilirsin … Bundan da çekinme, korkma. Bunu da rahat rahat söyle. Ben de Sünniyim, ben de bunu rahat rahat söylüyorum. Bundan çekinmeye gerek yok. Aynı Erdoğan geçtiğimiz günlerde ‘Kökeninden, meşrebinden, kimliğinden ötürü birileri sana aba altından sopa gösteriyorsa, her mağdurun yanında olduğumuz gibi senin de yanında oluruz Bay Kemal’ diyerek kendini tekrarladı.
Her kimlik kendini kendi olmayanlarla farklılıkları üzerinden kurar. Öteki olmadan ben olmak mümkün değildir. Erdoğan’ın her seçim döneminde sahnelediği Alevi düşmanı söylem üzerinden ülkenin çoğunluğunu oluşturan Sünni nüfusu kendiyle özdeşleşmeye davet ettiği görülür. Yaklaşan seçimlerde kendisine rakip olma ihtimali yüksek olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun Sünni olmayışını sonuna kadar kullanacağı anlaşılıyor.
Erdoğan’ın ötekiler listesi Alevilerle sınırlı değil. Kadınlara ettiği küfür üzerine tartışmalar, hukuk davaları ve protestolar sürüyor. Heteroseksüel olmayan yurttaşlara hakaret ve küfür görevi ise İçişleri Bakanı tarafından zaten yerine getirilmekte. Bunlar yetmiyor: Alkollü içki kullanma çerçevesinde günah ile yasak iç içe geçiyor. Hem kadın hem de bira içiyorsanız kendi konutunuzun bahçesinde saldırıya uğrayıp öldüresiye dövülebiliyorsunuz. Sünni ve mütedeyyin hayat tarzı dışında tercih ve yönelimler ötekileştiriliyor; cezalandırma konusu haline geliyor. Kürt iseniz, bunu başkana belli etmemeniz gerekiyor. Kürtçe müzik ve Kürtçe yayın gibi faaliyetlerle kimliğinizi dışa vurmanız yasalarda suç olarak yazmasa da ‘şarkı, konuşma ya da yazı yoluyla terör örgütüne yardım ve yataklık’ benzeri bir takım ifadelerle kitabına uydurularak cezalandırılıyor.
Erdoğan’ın nefret söylemi içinde en tehlikeli öteki, siyasi muhalifler olarak ortaya çıkıyor. Bunlar son tahlilde terörist ya da darbeci olarak etiketleniyor. Gezi eylemlerine katılan protestoculara yönelik ağır hakaret ve iftiralar, ‘hendek’ operasyonları ile aynı cümle içinde kullanılıyor. Zap ve Metina dolaylarında tökezleyen ordusunu cihatçı çetelerle birlikte bir kez daha Suriye’ye saldırtma hevesi, ‘dış güçler’den kırmızı kart görüp kursağında kalınca tepesinden taşan öfke ve nefretini, Yunanistan’ı işgal tehditleri savurarak içeride de polisini Kürt gazeteciler üzerine saldırtarak yatıştırmaya çalışıyor. Nefret söylemi tezgahlarında sürekli şiddet, tehdit, savaş ve nefret suçları üretiliyor.
Zor bir hayat. Böyle her yana çemkirerek, saldırarak, nefret kusarak nasıl yaşanır? Hani Sergio Leone’nin yönettiği Clint Eastwood’un da ‘esas kovboy’ olduğu efsane spagetti western ‘Bir Avuç Dolar İçin’ filmi gibi diyesi geliyor insanın fakat çok daha fazlasının söz konusu olduğu anlaşılıyor: Kasalar, bavullar, çuvallar, konteynerlar dolusu Amerikan doları uğruna dönüyor tezgâh.
Karl Marx, kapitalist sistemde burjuvaziyi insan emeğini sömüren asalak bir sınıf olarak sunarken mutlak olarak ötekileştirmez. Çünkü burjuva, düzenin egemeni de olsa aslında kendi sisteminin tutsağıdır ve işçi sınıfının yapacağı ihtilal burjuvayı da özgür insan haline getirecektir. Erdoğan da son tahlilde makamının, düzeninin, tezgahının, sisteminin ve gayrı-meşru servetinin tutsağı olarak düşünülemez mi? Kimbilir belki Kasımpaşa bitirimhanelerinin argosunu, küfürlerini çocukluk ve ergenlik döneminde bırakmış olmayı, iktidarının ve hayatının bu son demlerini medeni bir beyefendi gibi yaşayarak tamamlamayı o da isterdi fakat, heyhat ne mümkün? Huy çıkmıyor.