Seçimler yaklaşırken Türkiye’nin müdahil olduğu Suriye ve Irak Kürdistanı bölgeleri de hareketlendi. Önce ABD genelkurmay başkanının Kuzey-doğu Suriye ziyareti gerçekleşti, ardından Esad Kremlin’i ziyaret etti ve Türkiye, İran, Suriye ve Rusya heyetleri arasında gerçekleşmesi beklenen dörtlü zirvenin belirsiz bir süre ertelendiği duyuruldu. Sonra, Dohuk’ta hangi ülkeye ait olduğu halen anlaşılmayan ama dokuz SDG kadrosunu taşıdığı iddia edilen bir askeri helikopterin düştüğü haberi geldi. Son olarak da bugünlerde Moskova’da görüşme masasında olması gereken İbrahim Kalın, ters istikamete hareket ederek bir Washington ziyareti gerçekleştirmek durumunda kaldı.
Bu gelişmelerin Türkiye’deki siyasal iktidara bakan yönleri sırayla okunduğunda ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. ABD genelkurmay başkanı ziyaretinin, bir yanıyla Ankara’ya “sakın ha!” uyarısı içermiyor olması akla uygun değil. Erdoğan’ın savaş çıkararak seçimleri askıya alma hevesinin önü alınmış olabilir. Seçim öncesi dörtlü zirve yaparak Suriye’nin kaderinde söz sahibi olduğu havasını yayma ihtimali ise Başar Esad’ın müdahalesiyle engelleniyor. Dohuk helikopteri vakası üzerine akıl yürütülebilir ama henüz aydınlatılmayı bekleyen böyle riskli bir konuda bu aşamada fikir beyan etmek doğru olmaz. Buna rağmen bu helikopter ‘kazası’ ile yukarıdaki gelişmeler arasında bir illiyet bağı olma ihtimali yüksek görünüyor.
Esad’ın müdahalesi ise açık ve üzerinde durulmayı hak ediyor. Esad, özetle iki şey söylüyor: Birincisi, Erdoğan yönetiminin vereceği hiçbir taahhüt Suriye devleti nezdinde güvenilir değildir diyor. İkinci olarak, iki devlet arasında herhangi bir barışçıl temasın önkoşulu TSK’nın Suriye topraklarından çıkmasıdır diyor. Ve sözlerini, “Türkiye’de gerçek deprem seçimlerle olacak” ifadesiyle tamamlıyor. Bu ifadelerin içeriği kadar, Kremlin tarafından önemsenerek dörtlü zirveyi belirsiz süre erteleme kararına yol açmış olması önemli. Putin yönetiminin seçim manipülasyonu konusundaki mahareti birçok Avrupa ülkesi gibi ABD tarafından da iyi biliniyor. Türkiye seçimlerine de Trump’ın kampanyasında yapıldığı belgeli Rus ‘dokunuşunun’ olması kuvvetle muhtemeldi. Ama Putin, Türkiye kamuoyunun artan nabzına bakarak Erdoğan’la böyle bir ‘işbirliğinden’ vazgeçmiş olabilir. Sözün özü: Bir süredir ABD yönetiminin gözden çıkardığını açıkça ifade ettiği Erdoğan’a, bu kez Rusya da ‘bu iş buraya kadar; başının çaresine bak’ demiş olabilir.
Putin, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonucu NATO’nun ikinci büyük ordusu olan TSK’nın Natocu generalleri ve yüksek rütbeli kadroları tasfiye ederek ‘Avrasyacı’ kanadın hakimiyetine geçiş sürecine eğer doğrudan müdahil değilse en azından keyifle izlemiş olmalı. Ardından Erdoğan’ı S400 satın almaya zorlayarak NATO ile bağları iyice germeyi başardı. Yakın zamanda Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini Türkiye’nin veto etmesiyle gerginlik sürdürülüyor. Ama Kremlin, Türkiye’nin NATO’dan koparak topyekun Avrasyacı saflara geçmesi yerine bu gerginliği elden geldiğince sürdürerek sorunlu bir ABD müttefiki olarak yoluna devam etmesini tercih eder. Öte yandan NATO, Türkiye’nin batı sınırlarından başlayarak Balkanlar üzerinden Polonya’ya kadar uzanan yeni bir savunma ve lojistik konuşlanmayı adım adım tamamlayarak tedbirini almış bulunuyor.
İşte NATO’dan dışlanma ama Moskova’dan da davet görmeme hali, herhalde Rusya’nın ikinci ve nihai ‘zeytinyağlı’ intikam yemeği olarak ortaya çıktı. Bunlardan birincisi 27 Şubat 2020 İdlib bombardımanıydı ve resmi rakamlara göre otuz altı Türk askerinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Açalım: Bir Batı atasözü, “İntikam zeytinyağlı bir yemektir; soğuk yenilirse lezzetli olur” diyor. 24 Kasım 2015 günü Rus uçağının düşürülmesi ve sağ kurtulan pilotun Türk cihatçılar tarafından infazının üzerinden yıllar geçti ama Rus hafızası unutmak yerine bekledi, bekliyor. Ve 19 Aralık 2016 akşamı Rus büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesi akabinde suikastçı polisin olay yerinde infazı ve FETÖ’nün sorumlu ilan edilişiyle birlikte apar topar kapatılan dosya, muhtemeldir ki Kremlin’de hala açık duruyor.
ABD başkanı Biden’ın büyük deprem sonrasında bile ziyaretine gelmekten kaçındığı Erdoğan şimdi de yakın dostu Putin tarafından yalnız bırakılmış olabilir mi? Bu durumda seçim sonuçlarıyla oynamak için sofistike siber iletişim operasyonları yerine babadan kalma trafodaki kedi ve ‘sopalı sandık’ yöntemlerinden başka çaresi kalmamış olabilir mi? Tabi daha önemlisi, o yöntemler artık Türkiye’de söker mi? Dış dünyada Katar’dan iç dünyada ise Hizbullah’tan gayrı dostu kalmamış Erdoğan gerçek depremin, ‘asrın felaketinin’ ya da kendi kıyametinin eşiğine mi geldi? Peki, bu kez o namlı trafonun içinde sıkışıp kalmış ve kaçacak yeri de olmayan o kedinin öz-savunma pençesi ve dişleriyle cebelleşmeyi göze alacak bir babayiğit muhalefet var mı? Yaşayarak öğreneceğiz.