Biz, HDP’nin 4. Kongresindeyken gelmişti kötü haber. İran Merkezli deprem, Van’ın Başkale’si ve bağlı köylerini de vurmuş, yıkım ve ölümlere neden olmuştu.
Üstelik halk Ankara’ya, kongrenin hemen öncesi yakın zamanda Elazığ ve Van’ı peş peşe sarsan depremde ve sonrasında yine Van’da yaşanan çığlarda yitirilen onlarca canın taze acısını taşıyarak gelmişti. Ve kuşkusuz ki, depremin ve çığın sonuçlarını felakete dönüşmesine neden olan devlet aklına ve tutumuna karşı öfkesini de taşıyarak gelmişti.
Ama yine de, kongreyi saran coşkun ruhun havası ve orada olmak halinin baskın politik duygusu, haberi duyurulan depremi, herkes için, andaki pratik bilincin geri katmanlarına doğru iten bir zorunlu durum yaratmıştı. Acı ve öfke katlanmıştı kuşkusuz. Lakin, an itibariyle kongre divanından parti merkezinin ve bölge örgütlerinin hemen harekete geçirileceğinin duyurulması dışında da yapabilecek bir şey yoktu.
Nitekim biz, HDP’nin çağrısıyla oluşturulan heyetle birlikte Van’dan depremin yaşandığı bölgeye doğru yola çıktığımızda gördük ki kongrenin ruhu yani “insanlık bilinci”, tam da olması beklenen gibi, aradan geçen iki gün boyunca da hareket halindeymiş. Bölgenin kayyım atanmamış hemen hemen tüm belediyelerinin ilk elden topladığı 5 kamyonluk yardım malzemeleri heyetimizle beraber yoldaydı. Belediye eş başkanlarından, meclis üyelerinden, bölge millet vekillerinden, HDK, DTK, DBP temsilcilerinden oluşan heyetimizin temsil ettiği şey de buydu; insanlık! Acıları paylaşmak, yaraları sarmak, dayanışmak…
Ve durdurulduk.
Devlet karşımıza dikildi. Oraya “insanlık” taşıyamazsınız, götüremezsiniz dedi. Hepsi bu! Hukuku yok. Yasası yok. Hiç bir ahlak öğretisinde karşılığı yok. Hiç bir din ve inanç kültürünün ilkesinde hükmü yok. Devlet adına muhatap olanın yüzüne karşı; söylendi, tartışıldı, sorgulandı, teşhir edildi bütün bunlar ve daha fazlası. Karşılığı, yok!
Çünkü, karşımızda, insanla insanın, insanlık adına konuşabildiği, ortaklaşabileceği bir ilişki yok. Kürde karşı Türkleşmiş, vatan adına ırkçılaşmış, din adına yobazlaşmış, birlik adına tekçileşmiş bir ideolojinin devlet kılığına girmiş akıl dışılığı, vicdan dışılığı, ahlak dışılığı…ez cümle insan dışılığı var.
Yardım malzemelerimizi geriye göndermek zorunda kaldık. Devlet, kendince, tamam o zaman dedi, amaç hasıl olmuştur sandı, kendi neyse öyle kaldı. Biz insanlığımızla, insanlığı taşıyarak yolumuza devam ettik.
Ve gittiğimiz her yerde gördük ki; devlet adına orada ne varsa, gelmişse ve götürülmüşse, insanlığı kurmaya değil; yıkıma, kırıma, kıyıma uğrayanın acısı ve öfkesini kontrol altında tutmaya, gözünü korkutmaya odaklamış.
Sevdiklerini, evlerini, ahırlarını, hayvanlarını yitirmiş. Karın, soğuğun ortasında apaçık ortada açıkta kalmış halkta, çaresizliği örgütlemeye gelmiş.
Halkın yaralarını sarmaya, ihtiyaçlarını gidermeye değil, devlete/ AKP’ye muhtaç halde tutmaya gelmiş.
Her yerin askerlerle, özel harekat güçleriyle, istihbarat elemanlarıyla dolup taşması bundan.
Göstermelik, yetersiz sayıda, işlevsiz, ısınma araçlarından yoksun çadırlar; beslenme ihtiyacını çorba dağıtmaktan ibaret gören mutfaklar; köylünün geçim aracı hayvanların barınacağı hiç bir yerin yapılmamış olması bundan.
Ve tabii bize dayattıkları gibi, dışarıdan gelen tüm yardım malzemelerini ve insan gücünü valilikler ve AFAD eliyle gasp etme, devlet tekeline bağlama ve denetimine alma çabaları bundan. Çünkü, böylece halkların deprem mağdurlarıyla dayanışma çabasının görünmesini engellemek istiyorlar. Yardım çalışması yürütenlerin iradesini kırmak, yararsızlık ve umutsuzluk duygusu yaratmak istiyorlar. Ama özellikle, halkla, HDP, DTK, vb. kurumlar nezdinde, onların iradelerini temsil eden siyasal ve toplumsal güçlere karşı güvensizlik, inançsızlık duyguları yaratmaya çalışıyorlar.
Gelen yardımları devlet tekeline alma çabaları, aynı zamanda dağıtımını kendi amaçları doğrultusunda ve halk arasında adaletsizce, ayrımcılık ve bağımlılık yaratarak kullanabilme isteklerindendir.
Ama tanık olduk ki, bütün bu gerçekler bölgedeki halk tarafından da görülmekte ve bilinmektedir. Halk devleti tanımaktadır. Böyle bir devletten beklentisi yoktur. Ona itirazı, isyanı vardır. Halk, onca acının ağırlığının altında, yoksunluğun ve kuşatılmışlığın içinde, devlete değil, partisine ve kendi iradesini temsil edenlere, kendi halkına güvendiğini dile getirmiştir. Acılarını azaltacak, yaralarına merhem olacak, gelecek umudunu korumasını, zorluklarla baş etme ve direnme cesaretini büyütmesini sağlayacak olanın bu olduğunu göstermiştir.
Ez cümle, insanlık insanlığı bilmekte, tanımakta ve buluşmaktadır. Bizim nezdimizde olan da bunun bir örneği olmuştur. Hiç bir depremin yıkamayacağı, çığın üstünü örtemeyeceği, selin süpürüp götüremeyeceği şeydir bu. Başkale’nin köylerinde de dimdik ayakta olan da budur. HDP kongresin ruhu gibi…