Bazı kitaplar sadece kendini okutmuyor, okuru şahit de ediyor. Ergun Sibel Yücel ve Marlene Schafers’in hazırladığı ‘Ez Gazîn im-Bir Dengbêj Kadın’ kitabı da öyle bir kitap. Aram Yayınları’ndan çıkan kitap hem Türkçe hem de Kürtçe hazırlanmış
Ahmet Güneş
Coğrafya bir kıskaç olarak insanın yolunu daraltabilir. Coğrafyanın kederi ağırdır. Engellere, dönemeçlere hatta çıkmaz sokaklara sürükler insanı. Neyse ki coğrafyanın kederi olduğu gibi verdiği güç de vardır. İşte burada ısınmış bir demire şekil vermek, kendini gerçekleştirmek gibi incelikleri de vardır. Coğrafya kendini gerçekleştirme yeriyken, yaşadığın yere ayna da eder seni.
Bazı kitaplar sadece kendini okutmuyor, okuru şahit de ediyor. Ergun Sibel Yücel ve Marlene Schafers’in hazırladığı “Ez Gazîn im-Bir Dengbêj Kadın” kitabı da öyle bir kitap. Aram Yayınları’ndan çıkan kitap hem Türkçe hem de Kürtçe hazırlanmış. En önce büyük bir emek ve iyi ki öyle bir çalışma yapılmış dedirtiyor okura.
Asıl adı Raziye Kızıl’dır. 1959 yılında Tatvan’ın Unsuz köyünde doğup çocuk yaşta evlendirilen bir kadın, bir tutku ile bağlandığı dengbêjlikte ısrar ederek, bu ısrarı ve yaşadığı hayata nam salarak, kendine Gazîn adını veriyor. Mubah görülen, bir ezber gibi dayatılan kadere başkaldıran Gazîn, en başta kendi adını değiştiriyor. Daha doğrusu verili rolleri reddetmekle isyanını başlatırken, bu uzun ve zorlu yolda ismini de reddediyor ve kendine Gazîn diyor. Kürtçe’de şikâyet ve sitem anlamına gelen Gazîn ile dengbêjliğe ve hayata başlayan bir kadının yaşamıdır bu kitap.
Çocuk yaşta tutkuyla başladığı dengbêjlik ile hayatı ve çevresinin hayatı değişen Dengbêj Gazîn, mücadelesiyle insana feyz veriyor. Öyle ki Sibel Yücel ve Marlene Schafers de kitabı yazarken sadece bir tutkusunun peşinden giden bir kadını değil, on yıllar boyunca şekillenen ve bununla beraber değişen bir kadının soluksuz azmini de çerçevelemiş. Çünkü insan koşullara göre değişirken, aynı zamanda koşulları da değiştirendir. Bu kitap da değişen bir coğrafyanın, mücadeleci bir halkın geçirdiği dönemlere ışık tutuyor.
Hayatı miras kalsın diye
Kitap hem Dengbêj Gazîn’in kendi hayatını anlatımı hem de aile bireylerinden, yakınlarına ve onunla temas etmiş kişilerin anlatımlarından oluşuyor. Çocukları, eşi, kardeşleri, müzik araştırmaları için onun yaşadığı Van’a gidip tanışanlar… Aralarında müzisyenlerin ve öğrencilerin de olduğu bir tanıklık kitabı da diyebiliriz ama sadece bu kadarla da kalmıyor çünkü Dengbêj Gazîn’in kendisi de yaşadığı hayatın zorluğunu bildiği ve miras kalmasını istediği için, zamanında kendisi de hayatını sonraki kuşaklar bilsin diye yazmak istemiş. Ne var ki okuma yazması olmadığı için yapamamış ama Sibel Yücel ve Marlene Schafers, iyi ki bu çalışmayı yapmış.
Baba evinde şarkı söylediği için şiddet görmüş, evlendiği şehre gittiğinde de aynı şeylere maruz kalmış Gazîn. Tüm bunlara rağmen aşık olduğu dengbêj kadınların hayatlarını bildiği için her şeye göğüs germiş ve mücadele etmekten bir an olsun vazgeçmemiş. Öyle ki dengbêjlik yaptığı için onu dışlayanlar, daha sonra sesini duymak için ricada bulunmuşlar. Gazîn değişirken değiştirdiğinin bilincinde olarak yaşamış hayatını.
Kimseler duymasın diye kapalı kapılar ardında söylediği ezgileri verdiği mücadele ile konserlere taşımış. Bu kitap işte dört duvar arasından alanlara taşınan bir sesin hikâyesidir aynı zamanda. Bir halkın mücadelesinin etkisidir de. Nitekim kendi mücadelesini halkının mücadelesinden ayrı değil yan yana yürüdüğünü şu sözlerle anlatıyor Dengbêj Gazîn: “Ama gene de bu kadın hareketinin mücadelesi olmasaydı, dengbêjlik yapmak haddimiz olmazdı.”
Dilinin ve kültürünün kıymetini her anında yaşamış ve yaşatmak için türlü cefalar çekmiş Gazîn, ilk dengbêj evini açıyor Van’da, öğrenciler yetiştiriyor. Ondan öncesi yaşamış kadın dengbêjlerden Meryem Xan ve Eyşe Şan’ın yolundan giderken, onun arkasından da birilerinin gelmesi için büyük emekler vermiş. Çocukları toplayıp müziği öğretmiş, müziğe ilgi duyan çocukların ailelerini ikna etmiş.
Unkapanı’ndan çıkan kaset
Okuma yazma bilmeden başladığı müzik serüveninde belki de en ağırlarından biri şudur; Ailesinden ve yakın çevresinden gizli bir şekilde İstanbul Unkapanı’na gelip bir kaset hazırlayan Gazîn’in sesi kısa sürede yaşadığı mahalleye kadar ulaşır. Çarşıda, pazarda hatta komşularının evinde kaseti çalar ama kendi sesi olduğunu dile getiremez. Çünkü bilir ki bir kadın olarak toplumsal rolüne başkaldırmıştır ve her şeyin bir zamanı ve usulü vardır. Derken, 8 Martlara çağrılır, Ermenistan’dan Fransa’ya kadar davetler alır ve televizyonlarda çıkar artık.
Gazîn’in mücadelesi sadece bir müzik mücadelesi ile sınırlı kalmaz. Savaşa karşı gider dağlarda canlı kalkan olur. Toplum şiddetinin yanı sıra devletin vahşi işkencelerine de maruz kalır ama geri adım atmaz. Başkaldıran bir insanı kim durdurabilir ki? Bu inanç ile sesinin peşine düşen Gazîn, halkının mücadelesinden ayrı düşmez, içinde yer alır. Bunu da bir sanatçının boynunun borcu olarak görür.Devlet şiddetini ve ona karşı direnişini ise şu sözlerle dile getirir: “On altı gün gözaltında kaldım. Çok işkence yaptılar, iki kez öldü diye beni evimin kapısına bıraktılar. Eğer dengbêjlik olmasaydı, psikolojik olarak teslim olacaktım. Ama gözaltında bile kilam söyledim, hatta oranın şartlarına bakarak bir de kilam yaptım, Zindana Reş û Tarî.”
Şahsen okurken sadece dengbêj bir kadının hayatını okumadım bu kitapta. Bir coğrafyayı, o coğrafyanın cinsiyete verdiği rolü ve soluksuz bir mücadeleyi okudum. Miras aldığı stranları ve kilamları sonraki kuşağa aktarmak için çırpınan bir kadın, kendi kuşağının da bestelerini yapmış. Erkek tarih yazımına karşı kadının sesiyle söylenmiş ağıtları ve destanları, deyim yerindeyse acıları en çok deneyimlemiş kadının mirasını geri verir. Bunu gittiği her yerde anlatır ve esas anlatıcı ve derleyenlerin kadın olduğuna, erkeğin bunu bilmesine rağmen kendine mal ettiğini belirtir.
Evet, okum yazma bilmez ama toplumdan gördüğü, reva görülen yaşamın içinden sosyolojiyi de siyaseti de kendi başına öğrenmiş. Gazîn kadın olmayı ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini şu sözlerle birleştiriyor: “Dağlar kadınların özgürlüğü için önemli bir mekândır. Demek ki dağlar dilimizi ve kültürümüzü yaşatmamıza da vesile olmuş.”
2018 yılında evinin bahçesinde ailesi ve konuklarının arasında son kilamini söylerken hayatını kaybeden Gazîn’in yaşamını fotoğraflarla da belgeleyen bu kitabın Kürtçe editörlüğünü gazeteci Abdurrahman Gök üstlenirken, çeviri ve notasyonlarını Erhan Özdemir, Gayane Ghazaryan, Akın Arslan, Mehmet Şarman ve Rêdûr Dîjle üstlenmiş. Bu büyük emek ve tanıklık kitabını okumanız, böylesi bir kadının mücadelesinden haberdar olmanız dileğiyle.