Övgüler kasvetli kabahatlere gebe. Muhteşem maskeli riyakârlıklar birbiriyle yarışıyor. Uzağın yangını kimsenin umurunda değil, yakındaki ateşin yalımı herkese bir nefes kadar yakın. Çünkü gelecek bir kaygıdır, gelecek olanın hayali şimdinin içinde kül olmaya mecburdur. Bundan bu kadar yaygara ve yararsız telaş.
Hiç kimse memnun değil hayatından ama başka bir tahayyül bir çöl gibi görünüyor. Oysa çölde rüzgâr harita belirler, kumların altında başka hayatlar belirir. Sonra bir serap belki, ama en sonunda bir tepe ve varılacak bir kuyu görünür. İster su iç, ister suyunu değiştir. En olmadı bağır kuyuya ve unutmak istediklerini teslim et. Biliyoruz ki bağırdıkça yankılanan bir sitem, başka bir kıtada milyonların ağzındaki bir slogan olur.
Nereden nereye demeye mahal bırakmayan ve hızla oluşan, yavaş yavaş kaybolan her neyse, hepsi hep beraber içimizde. Ayna lazım denilir, ayna bulmak gerekir diye bir tehdit savrulur. Söylenenlerin, yazılamayanların tedbiri ve tahakkümü beraberinde birçok şeyi getirir.
Bir kuş uçar, müjde sanılır, bir baykuş görünür, uğursuzluk sayılır, bir karga kanat çırpar, herkes kendini yoklar. Böyledir, her canlının yol güzergâhına bir anlam, sekmez bir emsal, olmadı bir emir bulunur. Tahakküm budur, akıldan vicdana hatta korkuya bulaşır. Sonra bir zaman cesarete ulaşır ve aşıldıkça o eşik, unutulur. Tarih böyle böyle herkesi elemeyi marifet diye kanıksatır.
Alışkanlıkların uzun bir mevsimi, çetin bir döngüsü, acı veren, sonra acının hatırasını unutturan yanı var. Derman da denilir, dert diye de duyurulur. Kendi çeperinde, kendine göre, kendisi gibi neyi görse meyleden uzun bir yakarıştır bu. Zaten insan doğar doğmaz yalnızdır ve yalnız da ölür. Bu da milyon yıllık hep hatırlanan bir alışmaktır. Yani almak ve ayna olmak.
Kaldırımların altında sadece kumsal yok, onun altında kemikler de var. Burası yeryüzü; insanın bakılmayan göğü. İstisnasını yitirmiş bir çağ çığ gibi düşüyor. Engebe lazım, engel bulmak gerekir. Bir kelebeğin yaşam mücadelesi, bir balinanın intiharı ya da bir ahtapotun son tükürüğü dünyaya bir bedel ödetmeli. Sonra dört duvar arasına kıstırılmış bir insanın isyanı sokaklara salınmalı. Büyük çıkış, ihtişamlı isyan, lal olmuş dillere tebelleş olmuş engebeler aşılmalı.
Bizi yakan çağın ateşini biz bulduk, biz verdik. Söndürmek alnımızın yarası ya da boynumuzun borcu. Hangi kıtada bir efsane buyurduysa, hangi masalda yol açıldıysa orada yürümeli. Başka bir rüya yok, başka bir insan rolü de kalmadı. Tesadüflere bir isyan bulmak, teselliye bir ambargo şart. Yol yok, yolu açan çok diye diye bir engin bilgiye ve tecrübeye tebelleş olmak büyük bir fırsat. Yiten ve geride kalan pusula aramasın, sadece öfkeyi alsın. Sonra gelecek olan da gelsin, ona da kavuşmak lazım.
Ne olur ne olmaz, dünyanın şekli bile çağlar boyu tartışıldı. Yeni olan, yenilen, yeniden olan ne olacaksa, hep oraya. Müsabaka vardır, rövanş gerçektir, affetmek ve hatırlamaktan vazgeçmek bir haktır. Örgütlenen karşılaşmaların elbette buluşacağı bir meydanı ve bir ağzı vardır. Yıl devrilirken, devrildiğimiz her kimse ve ne ise, karşılamak boynumuzun borcu, yarının anahtarıdır.
Zorun rolü var olsun. Kapıları kırmaktan kapılarsız hayatların zarafeti bizi bulsun. Yıl devrildi, biz ne devirdik ne de devrildik. Bu da bize göz kırpsın.
Haftanın kitap önerisi: Jennifer Clement, Dul Bayan Basquiat-Bir Aşk Hikâyesi / Çeviren: Avi Pardo, Siren Yayınları