Konya’daki ırkçı saldırılara yönelik Kululu akademisyen Hacı Çevik ile HDP İl Eşbaşkanı Gıyasettin Almaz, sürecin arka planını gazetemize anlattı
M. Ender Öndeş
Sakarya, Ankara, Afyon’dan sonra önceki günlerde Konya’da Kürt bir aileye yöneltilen ırkçı saldırı büyük tepki çekti. Aile fertlerinden Hakim Dal’ın yaşamını yitirdiği olaydan sonra birçok yerde protesto eylemleri yapılırken, valiliğin her zaman olduğu gibi ırkçı saldırıyı reddederek olayı “husumet”le açıklaması, yine ‘cezasızlık’ politikasını gündeme getirdi. Hukukçular, her olaydan sonra saldırıların kişisel sebeplere ya da saldırganların psikolojik hastalıklara bağlanmasının yeni saldırıların yolunu açtığını belirtti. Nitekim avukatlar, toplu linç olayından sadece bir tek kişinin tutuklanmış olmasını da bu politikanın bir parçası olarak gördüklerini ifade ettiler.
Konuyla ilgili olarak ‘Konya’da Kürt mü var?’ isimli araştırması bu yılın nisan ayında İletişim Yayınları’ndan kitap halinde yayınlanan akademisyen Hacı Çevik ve 25 yıldır Konya’da yaşayan HDP İl Eşbaşkanı Gıyaseddin Almaz ile görüştük.
Ayrımcı dil olayları kışkırtıyor
Kendisi de Konya Kululu olan Çevik, Konya Kürtlerinin bölgenin asli unsuru olduğunu belirterek, “Konya Kürtleri üzerine yaptığım çalışmada da bu kadar uzun süredir bir arada yaşayan kesimler arasında -tek tek bireysel olaylar olsa da- kitlesel düzeyde bir çatışma kaydının olmadığını görmüştüm. Konya’nın ilginç bir özelliği bu. Ve hatta çalışmanın sonuçlarından biri de bu belirlemeydi. Konya Kürtleri bu bölgede aşağı yukarı 15. yüzyıldan, hatta 12. yüzyıldan itibaren yerleşikler ve burası onların yurdu olmuş, asli unsuru haline gelmişler” diyor.
Ancak Çevik, yöre halkının, öteden beri burada yaşayan Kürtlerle, daha sonraları yani 1990’lar sürecinde Kürdistan’ı terk etmek zorunda kalarak gelen Kürtler arasında bir fark gözettiğini de kendi gözlemlerine dayanarak belirtiyor: “Onlara daha kolayca ‘terörist’ damgasını vurabiliyor insanlar” diyor. Fakat asıl sorunun son dönemde ulusal politikada kullanılan, etnik ayrımcı, ötekileştirici dille doğrudan bağlantılı olduğunu sözlerine ekleyen Çevik, “Bunu ulusal düzeydeki siyasetten ayrı düşünmek mümkün değil. İktidar ve ortağı MHP tarafından bu kadar ayrıştırıcı bir dil bu kadar yaygın şekilde kullanıldığında mutlaka yerelde bir karşılığı oluyor. Ayrıca cezasızlık politikası da cesaret veriyor insanlara. Zincirleme bir şekilde etnik ayrımcı, ötekileştiren bir dil ile cezasızlık politikası her şeyi çığırından çıkarıyor. Benim için Konya’da olanlar çok şaşırtıcıydı. Şaşırtıcı ama bir yandan da beklenen bir şeydi. Genel düzeyde, Kürtlere karşı, Suriyelilere ve son dönemde Afganlara karşı kullanılan ötekileştirici dilin böyle bir yere varacağı belliydi. Maalesef İzmir’deki Deniz kardeşimizi bir saldırıda kaybetmemiz de bunun bir sonucuydu” diyor.
Büyük bir nefret var
İl Eşbaşkanı Almaz da “Konya’nın geçmişinde yok böyle şeyler, yani olsa da kitlesel olmazdı” diyor ve son dönemde öne çıkan “tekçi, ayrıştırıcı” zihniyetin olayları çığırından çıkardığını, düşmanlık tohumlarının ekildiğini belirtiyor. “Burada Kürt mahalleleri var mesela. Oralarda çok öyle şeyler olmuyor” diyor ve olayın vahametini şöyle anlatıyor: “Bir durum olduğunda gidip barıştırıyoruz, sorun varsa çözüyoruz. Sonuçta komşu bunlar, komşulukta anlaşmazlık olur ama gideriz konuşuruz, çözeriz. Ama bakın bu olayda bireysel olarak cinnet geçirip öldürme filan yok, kalabalık bir grupla aileye saldırılıyor. Öyle ki çocuk öldürülmüş, o da yetmemiş araba hurda haline getirilmiş. Yani öldürülen taraf yaksa yıksa anlarım, öyle bir kin var ki, hem öldürüyor hem de yakıp yıkıyor.”
Küçük grupların yalnızlığı
Bu tür olayların Cihanbeyli ve Kulu’da yaşanmamasının sebeplerini sorduğumuzda Çevik, şöyle cevap veriyor: “Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı Cihanbeyli ve Kulu bölgelerinde bu tür şeyler yaşanmıyor, çünkü bu ilçelerin etrafında yaklaşık 40 Kürt köyü var ve bu köyler, kent için korunaklı bir alan yaratıyor. Köylerin varlığı, aşiretlerin varlığı ve nicel olarak Kürt nüfusun gücü, bir güvence oluşturuyor. Ama sonradan, yani 90’lardan sonra gelenler ya da son dönemde ekonomik nedenlerle hayvancılık için gelip tarla alan -ki son kaybettiğimiz kardeşimizin ailesi böyledir- varlığı ve gücü sadece kendi ailesinden ibaret olan insanlarda dayanaksızlık ve yalnızlaşma var. Az olmanın zayıflığı ve güçsüzlüğü var.”
Çevik, asıl sorunun saldırganlara ve potansiyel saldırganlara cesaret veren iktidar söylemleri olduğunu söylüyor: “Saldırıya uğrayanların söylediklerini dinledim, aslında uzun süredir sistematik olarak ayrımcılık yapılmış. Valilik ise daha olayı araştırmadan, ailenin dediklerini de dikkate almadan, bunun anlık, adli bir olay olduğunu söylüyor hemen. Böylece aslında genel düzeydeki ayrımcılık politikasını devam ettirmiş oluyor. Avukatın da dediği gibi cezasızlık politikası böylece yeni olayları kışkırtıyor. Bir önceki olayda tutuklananların sanıyorum yüzde 80’i serbest bırakılmış. Bakın bunu o bölgede duymayan yoktur; çok yakın yerler bunlar, küçük bir bölge. Böylece bu bilgi yayılıyor ve cezasızlığı güçlendirip bu tür vahim olayları kolaylaştırıyor maalesef.”
Gıyasettin Almaz da cezasızlık politikalarına dikkat çekiyor: “Olayın üstünü örterek bir yere varamayız. Devletin görevi, bu ayrımcılık suçlarını gerçekten yargılamak ve gereğini yapmaktır. Kim yaparsa yapsın, fark etmez. Kürtler de yapsa, bir insana inancından, cinsiyetinden, kimliğinden ötürü saldırmak kabul edilemez ve mutlaka cezai müeyyidesi olmalı. Bunu yapmazsanız tehlike daha çok büyür ve dal budak salar. Konya’daki geçen olayda bir mahalle dolusu ırkçı, 6 kişiye saldırdı. Ağır yaraladılar hepsini. Bir kadın nasıl o kadar dövülebilir, anlamak mümkün değil. İlkel toplumlarda bile kadına bir saygı vardır. Ta o zamanlarda bile kadınlar tülbendini yere attığında savaşlar dururmuş derler. Burada ise kadının kolu kırılıyor, kafası kırılıyor. Anlamak mümkün değil!”
Ekonomik sebepler de var ama…
Çevik ve Almaz’a göre, Kürtlerin sonradan geldikleri bir yerde ekonomik olarak ayakta durup iş kurmaları da bir ölçüde gerginlik yaratıyor. Çevik, “Kendini oranın asli unsuru, sahibi olarak gören insanlar açısından, dışarıdan gelen birilerinin ekonomik olarak yerleşip onlardan daha güçlü hale gelmesi bölgede bir rahatsızlık yaratıyor olabilir. Olmaması mümkün değil bunun. Dışarıdan gelenin güçlenmesini istememe hali mümkündür” derken, Almaz daha ayrıntıya giriyor: “Bazen tabii iş yapıyorsunuz, dükkân açıyorsunuz, müşterileriniz artıyor, bunlar normal. Sonuçta pazarı paylaşıyorsunuz. Kadınlar pazarı var burada mesela, onların koyun peyniri geldiği zaman diğer köylülerin peynirine kimse rağbet etmiyor. Kendisi çoban, doğal üretiyor, daha ucuza mal ediyor ve daha ucuza satıyor belki. Zaman zaman rekabet ve tatsızlık oluyor mutlaka.”
İnsanlığı korumak zorundayız
Ancak hem Çevik, hem Almaz, olayların gerçek nedeninin iktidarın ötekileştirme politikası ve suçların cezasız kalmasından kaynaklandığı konusunda aynı görüşte.
Çevik, “Umarım bu bir devamlılık göstermez” diyor ve kaygısını da ekliyor: “Ama iktidarın dışlayıcı ve ayrımcı dili devam ettikçe, bu tür olaylar her zaman karşımızda potansiyel bir tehlike olarak durmaya devam edecek gibi. Konya’da olur, Afyon’da olur, tarım işçilerine olur. Kürtler her yerde potansiyel olarak saldırıya uğrama durumundalar. Özellikle Kürtlerin kendilerini yalnız ve güçsüz buldukları yerlerde. Kulu ve Cihanbeyli’de olmaz belki; bakın bütün HDP binalarına saldırılar yapılan bir dönem vardı hatırlarsınız, o dönemde bile Kulu ve Cihanbeyli ilçe binalarının önüne kimse toplanmadı, bir saldırı gerçekleştirilmedi hiç. Orada güçlü bir topluluk var, halk var, bir ekonomi var. Şu anda gidin orada bütün ekonomik hayat Avrupa’dan gelenlerle dönüyor, bu büyük ekonomik bağımlılık bile bu potansiyel saldırıların gerçekleşmesini engelleyen bir şey. Yani yalnızlaşma ve güçsüzlük olunca ve cezasızlık politikası da uygulanınca bundan cesaret bulan kendini bilmezler topluluğu bu tür saldırılar yapabiliyor.”
Böyle mi yöneteceksiniz?
Almaz ise bir gerçeğin altını çiziyor: “Herkesin anlaması gereken şey şu: Bu çocuk burada vuruldu ama cenazesi de bu toprağa gömüldü. Yani siz ne kadar ötekileştirseniz de bu adam bu toprağı kendine vatan sayıyor. Düşmanlık da olsa toprakla barışık bu insanlar. Bunu anlamak lazım. Bırakın etnik kökenleri, biz insanlığı korumak zorundayız. Gelecek nesillere ne bırakacağız? Böyle nasıl dünyalaşacağız. Okuduğun gazete suç, oy verdiğin parti suç, oturduğun mahalle suç. Nereye gideceğiz böyle?”
“Başka bir gezegenimiz, başka bir ülkemiz yok, başka bir ağacımız yok, başka bir suyumuz yok” diyor Almaz ve devam ediyor: “Şu anda keşke Konya Ovası’nın susuzluğuna nasıl bir çözüm buluruz diye tartışıyor olsaydık. Durum içler acısı, kimse görmüyor. Çöle döneceğiz yakında, ürün olmayacak, ürün olmayınca sofra da olmayacak. Herkes perişan, patlamaya hazır bomba gibi. İcra dairelerinin önü tıka basa dolu. Sokağa da yansır bu. Trafikte korna çalan adamı öldürüyorlar bu memlekette. Ama biz maalesef 21. yüzyılda bu tür şeyleri konuşuyoruz.”
Almaz bitirirken yeniden iktidara sesleniyor ve “Türkiye’de yaşıyoruz. Buralıyız. Benim için kimlik de önemli değil. Laboratuvarda can kurtaran insanın inancı milliyeti önemli değil ki. Başımın üstünde yeri var. Muskayla mı bitecek bu salgın? Bilimle akılla yürür bu işler. Alavere dalavere, ona tokat, şuna kurşunla mı yöneteceksiniz ülkeyi?” diye soruyor.
Ve tekrarlıyor yine: “Başka bir gezegenimiz yok, ağacımız, suyumuz yok. Biz bu ülkeyi insanca yaşanır hale getirmenin sorumluluğu altındayız. Bunun adına ne derseniz deyin. Ama bunu yapmak zorundayız.”
Açık açık cinayet
Gıyasettin Almaz anlatıyor son olayı: “İki üç ay önce de bir aileye saldırı olmuştu. Bu aileler öyle doğrudan partiyle ilişkili değildir ama Kürttürler. Koçer’dirler. Bu köye çoktan yerleşmişler, arazi, tarla almışlar. Yeni değiller yani. Ben 25 yıl önce geldim, bu aileler o zaman da vardı. Pazarda peynir satarlardı, biz de onlardan alırdık. Daha önceden de bir şeyler olmuş, gitmeleri istenmiş. Olayın olduğu gece, sürünün yanındaki çobanlar kurşunlanmış. Çobanlar da abilerini arayıp haber vermişler. Abileri arabaya binip gitmiş. Gittiğinde jandarma da oradaymış, biraz rahatlamış ve karşı tarafa seslenerek, “Gelin konuşalım, ne istiyorsunuz bizden” demiş. “İstemiyoruz sizi, gidin buradan” demişler ve saldırmışlar. Silahında üç mermi varmış, o üç mermiyi havaya sıkınca kalabalık biraz uzaklaşmış. Ölen kardeşi ise aşağıdan gelirken grubun içine düşüyor. Grup da onu dövüyor, yere atıyor, en son biri belinden silah çıkarıp vuruyor. Bunlar görülüyor yani. Alıp hastaneye koşturuyorlar ama kurtarılamıyor.”
**