Ahmet Güneş
Kamyonlar dolu hayal, soğukta ya da nemli sıcakta, sürükleniyor. Sürrealist bir ressam çizmiştir belki bunu, bir şair şiir etmiştir ve daha nicesi aynı hayali görmüş, ayrı dillerde aynı cümleyi kurmuştur. Bulutlar da hayal dolu, kar veya yağmur gibi dünyaya düşüyor ancak. Yerin altında ne varsa, oraların duası daha çok âmin.
Daha çok ağıt lazım, daha çok yalvarma biçimleri. Utana sıkıla dilenmiş hiçbir umut buraya müstahak değil, böyle dileyen de. Beteri lazım geliyor bazen. Ufuksuz bir suça bulanmış sonsuz bir ceza. Allayıp pulladığımız, biçimine hüsran ve kusur işlediğimiz her ne ise, onun ahı ile dökülsün beklenen her şey. Kaydığı yere bir daha düşemeyen bir eşyanın talihsizliği, bu dünya.
Terk edilmiş rüyaların kabuslarını görüyoruz. Miras gibi çöküvermiş geleceğe. Ayrıcalık bir ayrımcılık gibi başlamıştı ama düşünülmemişti. Sonra düşünemediğine düştü ya bir anda, yukarısı aşağısı, gelmiş ya da gelmesi gereken aynı potada yenildi. Bir kıtadan diğer bir kıtaya sürüklenen bir günah, sevabıyla karşılaşamıyor.
Olmaz ile olması gerekenin aynı kulvarda koştuğu bir yarış bu; atlar son varışta düşüp bacağını kıracak. Öyle bir kehanet dünyanın her ülkesinde bir duvar panosu, her dilde bir başka imla. İnsan dehlizlerine çekilir, bir denizde tek başına yüzer, sonra bir kıyıda dalgaları izler. Bir yere varmadan, ıslanmayı sadece düşünerek ürperir. Düşünmenin diğer adıdır düşmek.
Anlatılmayan hikâyeler, görülmeyen rüyalar aramak lazım. Aynı yağmurda farklı düşüncelerle yürümek gerekir bazen. Her dönüş bir başka başlangıca gebe etsin. Listesi yapılsa olacakların, silinebilse ya da olacaklar. Daha neler neler kavgaya bahane olur, acımasız savaşlar her yere sirayet eder. Karışınca kapışma yeri oluyor bu dünya, bu düzen.
Aslında bahşedilecek ve başa çıkılacak çok şey var. Bir şekilde esir edilmiş cesaret, soğuğun yılgınlığa hapsettiği ya da, illa bir kelepçe her isyana deva diye sunulmuş.
Zaman geçer, günler devrilir ve devran döner. Oradayız artık, oralıyız; kırılacak zincirlerin, azat edilecek cesaretin gün doğumunda. Bizi bu güzel havalar isyana çağırır ki yaşam ve ölüm gece ile gündüz kadar eşit ve aynı manada.
Hodri meydan bir düello ile başlasa itiraz, cılız atılmış sloganlar gürleşip caddelerden dağlara kadar yankılansa. Çünkü sokak ve patika aynı yola çıkaracak bizi; bu bizim büyük tesellimiz. İnsan zaten tembih ve tehdit ile ehlileştiğinden beri, söküğüne yabancı bir terzi misali bakıyor dünyaya.
Kınını kaybetmiş bir kılıç kadar çıplak bu hayat en başından beri. Rövanş ve vicdan omuz omuza geldi ki bizi de sürükledi bu günlere. Haysiyetli bir öfke paklar kirliliği de riyakarlığı da. Sese maskot davranan sessizlik çemberinden bir halka kaçıp gitmiş bir halaya. Gözlerimizin gördükleri, görmek istediğimiz apaçık bir dava. Her meydan bir hesap sorma, her ateş bir isyan geçmişi. Yükselen her duman buharlaşan hayaller değil, bedeli ne ise verilen yazılmamış bir destan.
Başka bir başlangıç yetecek bize; yenilgilerden korkmayan, yenmekten vazgeçmeyi bilen.
* Haftanın kitap önerisi: David Grossman, Bir At Bara Girmiş / Çeviren: Aylin Üçer, Siren Yayınları