Kapitalizmin yapısal ve organik krizi, ekolojik ve sağlık krizi gibi yeni nesil krizleri de tetikleyerek katastrofik bir karaktere büründü. Bu yıkıcı, yok edici anafora karşı durmak ve başka bir dünyayı imkana dönüştürmek 21. yüzyılda sınıflar mücadelesinin ritmini çözmek, antagonist çelişkinin tarafı olmakla mümkün olacak. Dolayımlar üzerinden iktidar ve tahakküm ilişkini ören sistemin acıyan yerini, yerlerini bulmak ve o noktalara vurmak gerekiyor.
Bu bağlamda kızıl renkle kendini ifade eden emeğin, mor renkte mana bulan kadın özgürlük hareketinin ve yeşil renkle simgelenen ekolojik hareketin arasında bir rezonansın kurulması ve yaratıcı üçgenin inşası, başka bir ifadeyle devrimci bileşkenin kurulması yaşamsal bir içeriktedir.
Yaratıcı üçgen vurgumuz bilinçli bir vurgudur ve sınıflar mücadelesinin aktüel ritmini anlatmaya yöneliktir.
Üçgen kadim uygarlıklarda son derece önemli bir simge ya da figürdür. Üçgenin dik noktası aşağı bakıyorsa yeryüzünü ve toprağı simgeler. Yukarı baktığında gökyüzünü… Eğer bu üçgenler iç içe geçmişse kosmosu, kainatı anlatır. Aynı şekilde bir komün dinamiği olan Mayalarda üçgen ışığın ve tohumun simgesidir. Yani hayatın. Hindularda ateşin sembolüdür, eski Çin uygarlığında birliği ve ahengi simgeler.
Aslında bahsettiğimiz yaratıcı üçgen bu simge ve ruhun izahıdır. Yaratıcıdır çünkü gerçek manada ışık, tohum, hayattır söz konusu olan… Hatta kainatın parçası olan canlı ve cansız varlıklarıyla dünyamızın kaderi ve ölümüdür bahsettiğimiz şey. Ancak anti- kapitalist bir kopuşun gerçekleşmesiyle “gelecek uzun sürebilir”. Bu da kendisi hayat olan ve hayatı yücelten bir çabanın ve muhteşem bir enerjinin yaratılmasıyla gerçekleşebilir. Emek ve ekolojik hareket ve kadın özgürlük hareketi her şeyden önce bir karşı duruş ve kapitalist sistemi imha edecek devrimci bileşkenin birbirini tamamlayan ve besleyen, şekillendiren uçlarıdır. Yeryüzünün ve gökyüzünün kurtuluşu emeğin, kadının ve doğanın özgürleşmesiyle ve kurtuluşuyla mümkündür.
Üçgen örgütlenme
20. yüzyılda gerçekleşen en çarpıcı ve zengin mücadele deneyimlerine sahip devrimlerinden biri Cezayir Devrimi’dir. Fransa’nın sömürgeci zulmüne ve Vietnam’da devrimini bastırmak için geliştirdikleri kontr- gerilla yöntemlerine karşı Cezayirli devrimciler yaratıcı şekilde karşılık verirler. Ulusal ve sınıflar mücadelesi içinden zengin mücadele ve örgütlenme yöntemleri ortaya çıkarırlar. En temel başarıları muazzam bir güce karşı vur- kaç taktiğini geliştirdikleri ve kendini en güçlü hissettikleri alan da yani şehirlerde, şehir gerilla savaşını başlatmalarıdır. Şehirleri sömürgeci gücün zayıf karnı haline getiren Cezayirli devrimciler toplumsal mücadeleler tarihine ciddi katkılar sağladılar. Ayrıca uyguladıkları konsripasyon yöntemleri de çarpıcıydı. Cezayir şehir savaşı üçgen örgütlenme üzerinden yürütüldü. Hücre tipi bir örgütlenme biçimine dayanan üçgen örgütlenme, sektör diye anılıyor hücrenin diğer iki kadrosunu sadece sorumlu olan bir kişi tanıyordu. Sömürgeci gücü yıpratmayı, demoralize etmeyi ve etkisizleştirmeyi hedefleyen eylemleri örgütleyen bu kadrolar aynı zamanda Cezayir halkının mücadele gücünü artırmayı, bir nevi katarsis yaratmayı ve Fanon’un ifadesiyle Beyaz Maskeleri söküp atmalarını sağlamayı amaçladılar. Cezayir Devrimi bu birikimler üzerinden şekillenecek ve farklı ülkelerdeki devrimci kavgaya esin kaynağı olacaktır.
Dağları olmayan Uruguay’da Tupamarolar 1970’li yılların başında, Cezayir Devrimi’nde FLN’nin gerçekleştirdiği şehir savaşından etkilenerek şehir gerillası eylemlerine başladı. Yüksek performans gösteren hareket, etkili bir kitle desteğine sahip oldu. Üçgen örgütlenme adını verdikleri örgütlenme biçimleriyle öncü-kadro-kitle ilişkisini zengin pratiklerle güçlendirdi. Yeni bir politik üslup, tarz, imaj oluşturdu. Ve hızla toplumsal meşruiyet sağladı. Hareketin bu yönleri bugün bile kendini dışa vurmaktadır. Daha sonra (yenilgi, ağır hapis koşulları, açık alana çıkma, hareketin sol sosyal demokrat bir yapıya dönüşmesi sürecine rağmen ve iç muhalefete karşın) bu üslup ve tarz kendini farklı biçimlerde üretmiştir.
Uruguay devlet başkanlığı yapan ve hareketin önder kadrolarından Pepe’de gördüğümüz derviş ve şövalye ruhu bu üslubun ve tarzın oturmuşluk ve sindirmişliğinin bir yansımasıdır. Bu tutum ya da varoluş bir başka yanıyla devrimci politikanın yeniden inşası, siyasal öznenin ve kadrolarının bir derviş ve şövalyeye dönüşmesi ve ruhlarını silahlandırması anlamına gelir. Bu da dünyanın başka türlü algılaması, yaptığı eylemin mananın ve hakikatin mütevazı arayışı olarak görülmesi demektir. Aşağıda belirteceklerimizin manası da burada saklıdır.
Yeni kapitalizm: Ölüm efendiliği
Yeni kapitalizm ya da neo-liberal kapitalizm ontolojisini üç sömürge alanı üzerinden kuruyor: Emeğin sömürgeleştirilmesi, doğanın sömürgeleştirilmesi ve kadının sömürgeleştirmesi… Bu üç eksen kapitalist üretimin ve yeniden üretimin temelini oluşturuyor.
Yeni kapitalizm kapitalizmin doğasına uygun bir şekilde bir ölüm makinası gibi çalışıyor. Artık sürdürebilirlik sınırı aşıldığından, ölümün ve yok oluşun çıplaklığıyla karşı karşıyayız. Başka bir dünyanın yaratılması bu manada ölümle yaşamın, gelecekle yok oluşun, umutla çürümenin arasındaki tercihe, kararlılığa ve iradeye dönüşmüş durumda. Bu manada emeğin, kadının ve doğanın geleceği, varoluşu ve mücadelesi iç içe geçmiş ve stratejik bir mahiyet kazanmıştır. Ve son 40 yılda ve özellikle kapitalizmin yapısal kriziyle birlikte geçtiğimiz 16 yıllık süreçte küresel öfke bu alanlarda birikiyor. Ne var ki bu alanlarda biriken yıkıcı öfke büyük isyanlar, ayaklanmalar ve sınıf ve kitle mobilizasyonları şeklinde kendini dışavursa da devrimci öznenin yokluğu ve enerjinin kristalizasyonun sağlanamaması anti- kapitalist kopuşların önünü açmıyor.
En başta emeğin, kadının ve doğanın sömürgeleştirilmesine karşı Mor- Kızıl- Yeşil üçgeni yaratmayı esas alan bir örgütlenmeyi önümüze koymalıyız. Bu alanları stratejik alanlar olarak görmeli ve bu alanlarda stratejik olarak konumlanmalıyız. Bugün yer yer etkileşim olmasına rağmen tekil düzeyde gelişen mücadelelerin devrimci bileşkesini oluşturmak artık yaşamsal bir sorundur.
Bileşke soğuk bir tanımlama değil, bu ilişkilerin organikliğini, birbirini besleme ve şekillendirme kapasitesini ve enerjilerinin geçişkenliğini gösteren bir içerik taşımaktadır. Mücadele alanlarındaki eşitsiz gelişimi, birleşik mücadelenin zenginliği haline dönüştürmeyi kapsar. Amaçlanan kapitalizmin dolayımlar üzerinden ürettiği çelişkileri, iktidar ve tahakküm ilişkilerini anti-kapitalist mücadelenin ya da aktüel sınıf mücadelesinin zeminleri olarak ele almak ve müdahale etmektir.
Kritik bir aşamadayız
Böylesi bir çalışma olağanüstü mütevazılıkla yürütülen, müthiş bir biriktirme arzusuyla hareket eden, uzun soluklu, eylemin ve örgütlenmenin içinde kendi varoluşunu/ontolojisini inşa eden, sistem dışı ve ihtilalci ve her şeyden önce sahici, sistemin sinir noktalarına vuran bu manada büyük iddialar taşıyan bir devrimci faaliyeti koşullar.
Çünkü emeğin sömürgeleştirilmesi kapitalizmin ontolojisinin kurulduğu yerdir, yani canlı emek yoksa artı değer ve sermayenin döngüsü de yoktur. Emeğin sömürgeleştirilmesi sistemin varoluşunu ve kendini yeniden üretmesini sağlar. Kapitalizmin ruhu ve işleyişi emeğin tahakküm altına alınmasıyla mümkündür.
Kadının sömürgeleştirilmesi kapitalist sistemin yeniden üretimin temeli oluşturur. Ayrıca kapitalist iktidar ve tahakküm ilişkisinin en derin kökleri buralara uzanır, buralarda saklıdır. Patriyarka bu manada sisteme içkindir ve bir nevi sistemin iktidar ağını, şebekesini meydana getirir. Yalnızca iktidar ağı değil, kurucu dinamik olarak sistemin ideolojik, politik, kültürel yeniden üretiminin temel faktörlerinden biridir. Bu manada (patriyarkanın kadınları farklı hiyerarşiler içinde konumlandırdığının farkında olarak) kadın sınıfı ve bir sosyal sınıf olarak kadından bahsedebiliriz. Son çeyrek asırlık gelişmeler, kadının tarihsel yenilgisinden beri ya da sınıflı toplumlar içinde biriken, bir nevi Jung’un nosyonuyla kolektif bilinçdışı olarak şekillenen ya da kolektif hafızayla beslenen, yeni jenerasyonlara bir hayat bilgisi ya da direniş sanatı olarak aktarılan ve hep bir dip akıntısı olarak farklı direniş biçimleriyle ortaya çıkan ve bazen kaybolan karşı duruşlar, bir nevi yeni dönemde kolektif aksiyon biçimlerine bürünmektedir. Yani diyalektik manada nitel bir sıçramanın eşiğindeyiz. Kadının uzun döneme yayılan ama biriktiren yenilgi süreci, sınıflar mücadelesinin aktüalitesinde farklı bir aşamaya veya tarihsel momente evriliyor. Kapitalist kriz sonrası üç dalga halinde gelişen isyan ve ayaklanmaların temel aktörlerinden biri kadınlardır. Küresel Feminist genel grevler kadınların kolektif arayışının ve mücadelenin enternasyonal boyutunun göstergeleridir. Daha önce Narodnik hareket, Meksika Devrimi, İspanya iç savaşı, Nikaragua Devrimi ve aktüel olarak Rojava heteredoks devriminde kadınların dikkat çeken aktif rol alışları ve ağırlıklarının yeni konjonktürde bir üst aşamaya çıkması muhtemeldir. Kadın özgürlük hareketi tarihsel olarak yeni bir momentumun içine giriyor. Tüm tarihsel deneyimlerinden ve birikimlerinden beslenip, şekillenerek ve sıçramalar kaydederek siyasal ve toplumsal ağırlığını ortaya koyuyor. İran kadın hareketinin ülkedeki sınıf mücadelesinin nabzını belirlemesi gibi yeni sınıf ve kitle ve yoksul hareketlerinde kadınlar belirleyici bir rol alıyor. Hayata kapitalizmin stratejik saldırısı, hayatla özdeşleşen kadınların kolektif ayağa kalkışını beraberinde getiriyor. Önümüzdeki dönem kadınların kolektif aksiyon yeteneklerin açığa çıkağı zengin deneyimlere gebe bir dönemdir.
Doğanın sömürgeleştirilmesi sadece kapitalizme enerji kaynağı yaratmak değil, kapitalist metalaştırma sürecinin ayrılmaz parçasıdır. Ve doğa kapitalist tecavüzün, talan ve yağmanın ve sermaye birikimin vazgeçilmez fetih alanıdır. Tarih boyunca efendiliğin ve tahakkümün inşası ilk olarak doğanın talanı ve yağması üzerinden şekillendi, modern efendiliğin ve tahakkümün inşası da doğanın sistematik sömürgeleştirilmesi üzerinden gerçekleşiyor. Bugün gerçek manada doğanın ölümüyle karşı karşıyayız ve bu ölüm onun organik parçası olan tüm varlıkların ölümü anlamına gelmektedir. Kapitalizmin egemenliği gezegende ölümün efendiliği şeklinde biçimleniyor.
Anti-kapitalist kopuş
Tablo bu derece de kritik ve yaşamsaldır. En başta bu tehlikelerin ve direniş olanaklarının farkına varmak, yoğunlaşmak, var olan dinamiklerin rezonansını kurmak ve enerjilerini kristalize etmek gerekir. Böylesi bir çabanın bir ayağı teorik, diğer ayağı ise zengin pratik deneyimleri içerecektir.
Bahsedilen teorik çaba, spekülatif yada skolastik içerikte değil pratik ve politik bir duruşu ve sınıfsal ekseni baz alır. Bir bütün olarak kapitalist sistemi yıkmayı ve imha etmeyi içeren bir praksistir aslında sözü edilen. Bu manada ayrıştırıcı ve ihtilalci bir karakterdedir. Ve net olarak mikro analizler ve mikro politikalar üzerinden üretilen ve tahakkümle sınırlı kalan bir mücadele perspektifini reddeder. Bu yaklaşım tahakkümü muğlaklaştırıp sınıfsal içeriğinden kopararak, mücadeleyi farklı kimlikler üzerinden ve tanınma esaslı kurgular. Ve sınırını sivil toplum üzerinden belirler. Radikalliği burjuva sivil toplum eksenindedir. Bu aynı zamanda iktidar perspektifinden net bir uzaklaşmadır. Devletin ötesine geçmeyen, devlet alanıyla sınırlı kalan, devletin maddi niteliğiyle hesaplaşmayan bir mücadele hattı en başta anti- kapitalist bir kopuş gerçekleştiremez. Çünkü kapitalist egemenliğin sınıfsal gücü devlet aygıtında maddileşmiş ve yoğunlaşmıştır. Ancak buna meydan okunarak ihtilalci karakter kazanılabilir. Örnek olarak John Holloway’in “iktidar olmadan (almadan) dünyayı değiştirmek” düşüncesi ve Alain Badiou’nun “devletten uzak siyaset” yaklaşımı aynı sorunlarla maluldür.
En başta iktidar ve karşı hegemonyayı hedefleyen bir mücadele hattı için devrimci bir siyasal öznenin varlığı yaşamsaldır. 20. yüzyılın başında Lenin’in sorduğu “Ne Yapmalı?” sorusu ya da devrimci özne sorunu 21. yüzyılda daha yakıcı ve yaşamsal bir sorun haline gelmiştir.
21. yüzyılın Bolşevizmi bu soruya verilen yanıt üzerinden kurulacaktır. Bu sorunun ilk cevabı öfkenin ve hareketin içinde şekillenme ve aynı zamanda öfkeyi ve hareketi şekillendirme üzerinden verilebilir. Bunun için stratejik alanda konumlanmak, biriktirmek ve kuluçkaya yatmak gerekiyor. Bu stratejik konumlanmayı pergel örneğiyle açıklayabiliriz. Bilindiği gibi pergelin bir serbest, bir de sabit ayağı vardır. Ancak sabit ayak sabitlendiğinde, yani proletaryayla ontolojik bağ inşa edildiğinde; serbest ayak “eylemi” gerçekleştirir ya da gerçekleştirme kabiliyetine haiz olur. Sabit ayağın doğru noktada konumlanmaması eylemin etki alanını küçültür ve içeriğini zayıflatır. Sistemi sarsmaz ve niyetten öte sistemin makul bulduğu sınırlar içinde kalır. Yani stratejik konumlanma anti-kapitalist kopuşun olmaz olmazıdır. Ayrıca sistem karşıtı ya da farklı anti- kapitalist alanlardaki mücadelenin tekilleşme riski böylece aşılabilir. Ve bu alanlar arasında rezonans ve bileşke stratejik konumlanmayla ancak mümkün hale gelebilir. Bu alanlarda ortaya çıkan enerjinin kristalizasyonu ve yıkıcı bir enerjiye dönüşmesi ancak bu stratejik konumlanmayla mümkün olur. Ve bu faaliyetler doğası gereği enternasyonal mahiyettedir. Yani faaliyet ve mücadelenin kendisi yaşayan bir enternasyonalin inşasının da maddi zeminlerini yaratabilir.
Anti- kapitalist alanların ya da otonom ve militan mücadelelerin radikal alternatifler geliştirerek, kendi özerklikleri ve bağımsızlıklarını koruyan, farkı yerlerden sistemin ontolojisine vuran yatay eksenli bir enternasyonal inşası olanaklıdır. Özellikle 2000’lerin başından itibaren bu yönde bir dizi çaba oldu. Ne var ki bu çabalar bahsettiğimiz nedenlerden (konjonktürel ilişkilere dayanması, tekillik problemi, çok parçalılık, sistemin absorbe etme gücü sonucunda) kalıcı ve anti- kapitalist bir bloğun yaratılmasıyla sonuçlanmadı. Stratejik alan ve stratejik konumlanmanın en önemli özelliği sosyal anafor etkisi yaratmasıdır. Geçmiş deneyimlerde sosyal anafor etkisinin açığa çıkmaması bir müddet sonra sistem karşıtı hareketlerin; ekoloji hareketi, kadın özgürlük hareketi, hayvan özgürlük hareketi, LGBTİQ’nun içe dönmesi ve ayrı mecralarda hareket etmesinin önünü açtı. Diğer yandan bahsettiğimiz eksende inşa olmuş ya da yeniden inşa olmuş ve politik programını buna göre belirlemiş devrimci bir siyasal öznenin varlığı üzerinden dikey bir enternasyonalin kurulması olasıdır. Anti- kapitalist kopuşlar bu enternasyonalin ruhunu belirleyecektir.
Yeni bir eksen yaratmak
Aslında söylemek istediğimiz şudur; emeğin, kadının ve doğanın sömürgeleştirmesine karşı yürütülecek mücadele doğası gereği stratejik ve enternasyonal mahiyettedir. Enternasyonalizm mücadeleye mündemiçtir yani felsefi manada içkindir. Küresel düzeyde zincirleme ayaklanmalar dönemine girmemiz, artık kapitalist sistemin her coğrafyasının zayıf halka özelliği taşıması, pratiğin enternasyonalleşmesi bizlere başka bir dünyanın yaratılması ve umudun ayaklanması için muazzam imkanlar sunmaktadır. Yaşanan deneyimlerden öğreneceğiz, kitlelerin kolektif yaratıcılığına inanacağız, devrimci Marksist teori ve pratiği sürekli yeniden değerlendirip, hayata uygulayacağız, zenginleştireceğiz ve geliştireceğiz.
21. yüzyıl Bolşevizminin geçen yüzyıldan çok daha ağır bir sorumluluğu var. Artık yok oluş aşamasına gelmiş dünyadan, canlı, cansız her şeyden sorumlu olduğumuz çağın içindeyiz. Artık ölüme ve yok oluşa karşı nehirlerden ağaçlara, kaplumbağalardan kuşlara, rüzgarlardan böceklere, kayalardan yağmura, nehirlerden gökyüzüne kadar sorumluğu olduğumuz bir dünya var. En başta hepimizin yeryüzü kardeşi olduğunu bilmemiz, hissetmemiz ve anlamamız gerekiyor. Mor, Kızıl, Yeşil yaratıcı üçgenin ya da bileşkenin oturduğu zemin burasıdır. Artık emeğin, kadınların ve doğanın kaderleri aynılaşmıştır.
21. yüzyıl Bolşevizmi yeryüzü kardeşliğini yaratmak için mücadele eden devrimci bir duruştur. 21. yüzyıl Bolşevizmi en başta insan merkezli, erkek merkezli (fallonarsisizm), ilerlemeci olmayan; araçsallaşmış aklı reddeden; tüm canlı ve cansız varlıkların kardeşliğini amaçlayan bir militan ruh, bir mana dünyası ve iddialı bir devrimci pratiktir. Ve kapitalizmden devrimci bir kopuş olmadan hiçbir şeyin geleceği olmayacağı bilen devrimci- Marksist militan bir çizgidir. Kızıl Mor Yeşil yaratıcı üçgen bu militan ruhu besleyen ve başka bir alemi kuracak olan ışık, hayat ve geleceği simgelemektedir.