İnsanlık suçları öyle devlet adamlarının ‘öptüm geçti’ özürleriyle hafiflemiyor. Amerikan tıp tarihinin en aşağılık ‘araştırma’larından biri olan Tuskegee Frengi Deneyi, bugün bile siyahların belleğinde karanlık bir bölge olarak duruyor.
Arif Mostarlı
“Yapılanlar geri alınamaz. Ama sessizliği sonlandırabiliriz. Görmemek için başımızı çevirmeyi bırakabiliriz. Gözlerinizin içine bakabilir ve sonunda Amerikan halkı adına Birleşik Devletler hükümetinin yaptığının utanç verici olduğunu söyleyebiliriz ve özür dileyebiliriz.”
16 Mayıs 1997’de Başkan Bill Clinton konuşuyor…
Amerikan başkanlarının en sevdiği iş budur: Her şey olup bittikten sonra içtenlikli görünmek için titreyen bir sesle özür dilemek! Tam 40 yıllık bir canavarlıktı bu ama. 40 yıl ve sonra üç cümle!
Bir tür idam kararı
Tuskegee Frengi Deneyi, Amerikan tıp tarihinin en karanlık, en kirli sayfalarından biridir. 1932 ile 1972 arasındaki kırk yıl boyunca, ABD Halk Sağlığı Servisi (PHS), sifilizin (frengi) geç evrelerinde 399 siyah erkek üzerinde bir deney yaptı. 1932’de Alabama’da siyahlara ait Tuskegee Üniversitesi ile işbirliği içinde başlayan sözde araştırmada, 600 yoksul siyah ortakçı kaydedildi. Bu erkeklerin 399’unda frengi bulunuyordu ve ayrıca enfekte olmayan 201 kişi de vardı. Çalışmaya katılanlara ücretsiz tıbbi bakım sözü verildi ki, bu yoksul insanların neredeyse hiçbiri daha önce hiç doktor görmemişti.
Çoğunluğu okuma yazma bilmeyen yoksullardan oluşan bu adamlara, hangi hastalığa yakalandıkları veya işin ciddiyeti asla söylenmedi. Yalnızca günlük konuşmada “kötü kan” diye bilinen genel bir hastalıktan söz edildi. Doktorların onları frengiden kurtarmaya zaten hiç niyeti yoktu. Deney için veriler, otopsilerden toplanacaktı ve bu nedenle, kasıtlı olarak frenginin yıkımlarına terk edildiler. İlgili doktorlardan biri, “Gördüğüm kadarıyla, ölene kadar bu hastalarla artık ilgilenmiyoruz” diyordu.
Yoksulluğu kullanmak…
Çalışma, sözde frenginin beyazlara kıyasla siyahları nasıl etkilediğini keşfetmeyi amaçlıyordu. Bilim-dışı, aptalca bir şeydi bu ve aslında çalışmanın klinik olarak ne sağladığı da meçhuldü. Yine de bu rezillik kırk yıl sürdü. Deneyin sonunda, deneklerin 28’i frengiden, 100’ü de hastalıkla ilgili komplikasyonlardan öldü, 40’ının eşi enfekte oldu ve çocuklarından 19’u frengi ile doğdu. Bu arada, deneklere günün bilinen frengi ilaçları da verilmedi; iyileşmeleri istenmiyordu çünkü ve aslında bir şekilde idama mahkûm edilmişlerdi. Bir doktorun dediği gibi, “Ücretsiz hastane bakımını kabul etmenin ölüm öncesi anlamına geldiğinin farkına varırlarsa, hepsi burayı terk ederdi.” PHS Halk Sağlığı Hizmetleri direktörü Dr. Sidney Olansky, bu konuda daha açık sözlüydü: “Okuma yazma bilmemeleri yardımcı oldu, yoksa gazeteleri okuyup neler olup bittiğini görebilirlerdi.”
Her ağacın kurdu…
İşin daha da berbat yanı, bazı siyah kurumlar ve yerel siyah doktorların da çalışmaya katılmasıydı. Siyah bir hemşire olan Eunice Rivers, neredeyse başından sonuna kadar işin içindeydi ve sonradan rolünü pasif itaat olarak açıkladı: “Doktorların talimatlarına uyduk!”
İşin en tüyler ürpertici yönü, PHS’nin tedavileri fiilen engellemesiydi. Zührevi hastalıklara karşı ülke çapında başlatılan bir dizi kampanya Tuskegee’ye hiç uğramadı. Hatta frengi için ilk gerçek tedavi olan penisilinin 1947’de bulunmasına rağmen deneklerin hiçbiri bu tedaviyi rüyasında bile göremedi.
Nihayet hikâye 25 Temmuz 1972’de Washington Star’da Associated Press’ten Jean Heller’ın yazdığı bir makaleyle patlak verdi. Heller’in haber kaynağı, eski bir denek ile PHS zührevi hastalık araştırmacılarından Peter Buxtun’du. Ancak PHS, siyahların “gönüllü” olduklarını ve “doktorları görmekten her zaman mutlu olduklarını” iddia ederek kendini savunmaya çalıştı. Ama suç ifşa olmuştu artık ve hükümet deneyleri rafa kaldırdı. Bu arada, Rosa Parks ve Martin Luther King’in de avukatı olan Fred Gray, 10 milyon dolarlık bir toplu dava açtı ve kazandı.
PHS, medyanın Tuskegee’yi Mengele gibi Nazi doktorlarıyla kıyaslamasından çok incindi! Ama iş yargılamaya gelince tam da Nürnberg mahkemelerinde söylenenleri tekrarladılar: “Biz sadece emirleri yerine getirdik!”
Sonuçta, bütün bu musibetlerin belki de tek yararı, 1974’ten sonra İnsan Araştırmalarını Koruma Ofisi’nin (OHRP) kurulması ve bilgilendirilmiş onam, teşhisin bildirilmesi ve test sonuçlarının doğru şekilde raporlanması gibi kuralların biraz daha protokollere bağlanması oldu.
***
1990’da yapılan bir araştırma, siyah Amerikalıların neredeyse yüzde 30’unun AIDS’in siyahları yok etmek için yaratılmış olabileceğini düşündüğü sonucunu vermişti. Belki bu tür komplo teorileri hepimize saçma görünüyor ama bir halkın tarihinde Tuskegee gibi derin yaralar varsa, biraz oturup düşünmek gerekiyor, öyle değil mi?
Sonuçta, ABD başkanlarının ‘öptüm geçti’ seanslarıyla her şey bitmiyor!