Bu ülkede meslek ahlakına sahip gazetecilere yönelik tehditler, gözaltılar ve tutuklamalar, kimsenin yabancısı olduğu bir konu değil artık. Özgür basın başta olmak üzere gerçekleri yazmaya ve söylemeye çalışan basın ve gazeteciler üzerindeki baskılar hiç eksik olmadı, günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Art arda yayınlanan raporlar da bu durumu açıkça ortaya koyuyor.
Basın özgürlüğünü savunan uluslararası sivil toplum kuruluşu olan Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye’yi 180 ülke içerisinde 165. sırada gösterdi.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) tarafından hazırlanan 2022-2023 Basın Özgürlüğü Raporu‘na göre ise 47 gazeteci gazetecilik faaliyeti nedeniyle cezaevinde.
Söz konusu rapora göre son bir yılda en az 96 gazeteci fiziksel saldırıya uğradı, 43 gazeteci sözlü olarak tehdit edildi, 97 gazeteci gözaltına alındı ve 32 gazeteci tutuklandı.
Yine Mezopotamya Kadın Gazeteciler Platformu’nun açıkladığı kadın gazetecilere yönelik hak ihlalleri raporuna göre, sadece kadınlar alanında bile son 3 ayda 14 kadın gazeteci gözaltına alındı. 25 kadın gazeteci ise yargılandı.
***
Basın özgürlüğü, tarih boyunca baskı rejimine giden yollarda hep ilk kısıtlanan alan olmuştur.
Bilindiği gibi basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen ve birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Bu özgürlük yalnızca gazetecilere özgü, onların hak ve hukuklarını koruyan bir kavram olarak algılanmamalı. Bu hak gazetecilerin, yazarların, düşünenlerin, aydınların haklarını teminat altına almakla kalmayıp, halkın olan bitenlerden haber alma hakkının teminatı olarak kabul edilmelidir.
Türkiye’de hükümet halihazırdaki yasaları, gazeteciler, aydınlar ve muhalif olan herkesi susturma ve bastırma silahı olarak kullanıyor.
Basın özgürlüğünün önkoşulu ahlaktır. Meslek ahlakı, özgürlükleri artırıcı ve devamını sağlayan bir kavramdır. Basın özgürlüğü için de diğer bütün başka özgürlük konularında olduğu gibi ahlaki temizlenmenin tepeden değil dipten başlaması şarttır.
Bazen doğrudan baskıcı müdahaleye gerek kalmadan, habercilik alanında “intizamı” sağlayıcı “önlemler” alınır. Estirilen terör, verilen gözdağları zaten kimi zihinlerde karakollar kurup, kendiliğinden gerekli otokontrolü sağlamaya yeterli olur
***
Halkın gerçekleri öğrenmesinden korkuyorlar. Yaşananlar; susturma, gözdağı ve sindirme amaçlıdır. Ama ağır bedellere rağmen özgür basın susmadı, bundan sonra da susmayacak.
Yandaş medyanın ahvali belli. Söylemler aynı, replikler ve tepkiler aynı… Aynı paradigmanın ezberleriyle yorumlanıyor her şey, aynı at gözlükleriyle bakılıyor olan bitene, aynı volümden ve aynı perdeden konuşuluyor…
Yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi yansıtarak insanları yanıltmak, propaganda ve “bilgi kirliliği” bu ülkenin merkez medyasında hiç eksik olmadı. Bu yüzden insanlar empatiden, insani değerlerden yoksun ırkçı ve saldırgan bir hale dönüştüler.
Kasıtlı yanlış bilgilendirme, olanları abartarak aktarma, bilgi kirliliği yaratarak halkı yanlış yola kanalize etmenin adıdır dezenformasyon. Medyanın, bu çadır tiyatrosunda, kendisine biçilen rol tastamam budur. Bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak, yaygın dezenformasyon taktiklerinden oldu hep bu ülkede.
***
Tüm bu olumsuzluklara rağmen sayıları az da olsa, aydın tavrını ya da basın ahlakını kendine terbiye edinmiş, tüm baskı ve engellemelere rağmen kalemini satmayan ve özgür kalma uğruna bedel ödeyen güzel insanlar var.
Özgürlük bir bütündür ve bir bütün olarak, herkes için savunulması gerekir. İnsanın yaşamını daraltan, varlığını yok eden, özgürlüğünü kısıtlayan her uygulama, yalnız basına değil, doğrudan doğruya halkın varlığına yönelik bir saldırı olarak düşünülmelidir.