Haydar Ergül
Uygarlığın doğuşuyla birlikte yaşanan tarihsel çatallaşma sonucu iki tür insan eğilimi ortaya çıkar. Bu çatallaşma, ayrışma farklı iki yöne yönelim anlamındadır.
Birinci eğilim, neolitik dönemde doğuş yapan, saf, temiz, hile ve yalan bilmeyendir. Yani insan ve toplumun özünü oluşturan hal oluyor. Asıl bozulmayı gerçekleştiren, özden koparan ikinci eğilimdir. Günümüzde yaşanan tüm insani kriz-kaos gibi temel sorunlar ikinci eğilimden kaynağını almaktadır.
İkinci eğilim, birinci eğilimden kopuş sürecine giren, maddi-manevi anlamda mülkiyetçi, cinsiyetçi sömürü ve baskının zeminidir. Özünde bu, iktidarcı ve devletçi eğilimdir. Aynı zamanda bu eğilim toplumsal varlıktan kopuşu içeren, ona yabancılaşan, ahlaki ölçülerden ayrışmayı sağlayan yönelimdir. Uzun vadede toplumsal varlığın oluşum temeli olan doğayı da sömürüye açan; hedeflerine ulaşmak için savaş, zulüm, baskı ve sömürünün ideolojik, yaşamsal alt yapısını oluşturan zihinsel duruş; hile ve entrika, komplo gibi insanın oluşum doğasına aykırı pozisyon alıştır. Uygarlığın yani iktidar-devletin doğuşu bu ikinci eğilimdir.
Uygarlık, neolitikteki saf, temiz, yalan ve hile bilmeyen insanı adım adım tahkiye yapan, kendini gizleyen, hile ile kandıran insana yönünü çeviren dönemin önünün de açılmasıdır. Tarihin iki eksene yarılması, çatallaşması sadece mülkiyet alanında değil, esas olarak insan zihninde ve düşüncesinde yaşanmaya başlamasıdır.
Günümüz insan ve toplumunu bilme, anlama ve çözümleme özellikle ikinci eğilimin anlaşılmasıyla olanaklıdır. Gerçi iki eğilim şeklinde tam bir ayrışmanın yaşandığını belirtmek de mümkün değildir. Yani bir kişi mutlak birinci eğilimin diğerinin de ikinci eğilime ait olduğunu söylemek mümkün değil; aynı kişilikte her iki eğilim de varlığını sürdürüyor.
Binlerce yıllık uygarlığın bireyin zihin ve yaşamıyla oynaması sonucu kişilikleri kompleks kılmış, karmaşa içinde olan kişiliklerin şekillenmesine yol açmıştır. Özünde psikolojisi bozuk kişiliklerin yaşaması da bu kişilik karmaşasından kaynağını almaktadır. Kişilik çarpıtmasını en uçlarda yaşayanlar iktidar erkini ele geçiren, toplumsal özden en fazla kopan şahıslardır.
Kapitalizm bireyci kılarak tüketici kişilikler üretiminde en yetkinleşmiş uygarlık sistemidir. Kapitalist birey, kendi odaklı düşünen, doğruyu ben bilirim anlayışında olan; bunun özgürlük olduğu yanılsamasını yaşayan, ret ve kabul ölçüleri kendi merkezlidir. Benim doğrularım, benim özgürlüğüm gibi ahlakla çelişen, hemen her şeyi reddeden, karşı duran pozisyondadır. Bu kişilik toplumdan kopuşun bencilliği olmaktadır. Doğru kendisidir, kendi yaşamı ve düşüncesi olmakta, başka doğru yoktur yanılgısı içindedir. Yine mülkiyetçidir, cinsiyetçidir; çatışmalı pozisyonlara açıktır. Farkında olmasa bile çoğunlukla çatıştığı şeyler toplumsal varlığın ahlaki ve politik değerleridir. Savaşın dayandığı zemin bunlar veya benzeri eğilimlerdir. Bu kişilik özellikleri yakınır, şikâyet eder, eksik ve yetersizlikleri başkalarında görür, onlara öfkelenir ve kendini pirüpak görür. Dost-düşman kavramları muğlaktır; düşman kim, dost kim sorularına zihin ve duygu dünyasında net cevapları yoktur. Çoğunlukla düşman oyunlarına gelmeye açık pozisyonda ama bunun farkında olmayabilir ve kendini kandırabilir.
Karmaşa içinde olan kişilik eğilimleri, özel savaşın psikolojik boyutunun etkilediği, muğlaklaştırdığı eğilim oluyor. Bu karmaşa ruh dünyası içinde olan kişilikler olmasa özel savaşın psikolojik hedefleri olmayacağından, onun gereği de olmaz. Şu saptamayı yapmak yerinde olacaktır: İktidar kültürü olmasa devlet olmaz, toplumsal varlık özgür ve demokratik yaşamını sürdürür. Devlet yoksa savaşlar, köleleştirilen kadın, köle halklar, sınıflar olmaz; sömürü, baskı ve zulüm olmaz.
Yanılgıların başında da eleştirel bir yazı ve söylem duyduğunda ‘röntgenimi çekti’ söylemidir. Ancak hangi eksik ve yetersizliğini gördün, anladın diye sorulursa tek kelime etmez. Kendini en çok da bu hallerde açığa vermektedir. Düşünmeden, anlamadan ‘röntgenimi çekti’ demek bir anlam ifade etmez; önemli olan röntgenin açığa çıkardığı eksik ve yetersizlikleri görme, onları aşmadır. Çünkü psikolojik savaşın temel dayandığı bu zaaf ve eksiklikler oluyor; ortadan kaldırmak başarının anahtarıdır. Demokratik ve özgür yaşamın gerçekleşmesi zaaflardan kurtulmakla mümkündür.