Türkiye ve Ortadoğu’nun içinde bulunduğu çatışma ve savaş ortamında Kürt sorununun çözümsüzlüğü ulus devletleri oldukça zorlamışa benzemektedir. Emperyalist güçlerin küresel sermayenin çıkarları için yeni ticaret yolları belirlemesi ve bunun için yeni siyasal dengeler kurmak için savaşı büyütme kararlılığı karşısında mevcut ulus devletlerin çözümsüz kalması çoklu krizi derinleştirmektedir.
Böylesi bir 3. Dünya Savaşı ortamında, Türkiye’deki iktidarın Kürt sorununu çözümsüz bırakıp çatışma ve savaşla klasik ideolojik ulus devleti ayakta tutma ve Ortadoğu’da hegemonya oluşturma stratejisi çökmüştür. Türkiye siyasi iktidarı, tarihte örnekleri görüldüğü gibi yeniden Kürtleri hatırlamış ve Kürtlerle kardeşliği ve barışı dillendirmeye başlamıştır.
Kürt siyasal hareketi Sayın Öcalan’ın liderliğinde 1993 yılından beri Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollardan çözülmesi gerektiğini belirtmiş, zamanla demokratik ulus çözümünü geliştirmiş ve bu konuda stratejik olarak bir yönelim içerisine girmiştir. Kürt tarafının bu stratejisine karşılık NATO üyesi Türkiye’nin klasik ulus devlet stratejisinde ısrar etmesi son 30 yılımızı adeta heba etmiştir. Türkiye’nin Batı İttifakı’nın bir parçası olarak İngiltere, İspanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde 20. yüzyıldaki çatışma çözüm örneklerini esas almayıp değişmemekte direnmesi sorunları işin içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Halbuki Türkiye’nin de Avrupa Konseyi üyesi olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM içtihatları uyarınca ve elbette ki BM’nin Barış Hakkı Bildirgesi uyarınca bu sorunu gelişmiş Avrupa ülkeleri gibi çözmesi gerekirdi. Niye çözemediği konusuna girmeyeceğim. Ancak şunu söyleyeyim; tekçi ve inkarcı bir ideolojide ısrar etmek sorunları çözmez. Dünyanın ulaştığı insan hakları ve demokrasi düzeyi sorunların çözümünde yol gösterici ilkelere sahiptir.
Tam da bu noktada barış hakkından ve bu hakkı savunarak güçlü bir barış hareketi oluşturmaktan bahsetmek isterim. Yıllarca tekçi ideolojik ulus devleti savunan ve halen Kürt sorununu kabul etmek istemeyen milliyetçi parti liderinin konjonktürel olarak barıştan ve barışmaktan bahsetmesi karşısında barış savunucularının sesini yüksek sesle çıkartması gerekmez mi? Türkiye’deki ana akım siyasi partilerin hepsi (AKP, CHP, DEM Parti, MHP) ilk defa kendi söylemleri ve jargonları etrafında bana göre Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümü konusunda görüş beyan ettiler. Peki bu barış nasıl sağlanacak? Öncelikle belirtmek gerekir ki İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Sayın Öcalan’ın 44 ay sonra yeğeni Ömer Öcalan ile görüşmesi tecridi kırmış ancak kaldırmamıştır. O halde ilk yapılması gereken şey tecridin tamamen kaldırılmasını sağlamaktır. Tecrit kaldırıldığında ve uygun koşullar oluşturulduğunda inanıyorum ki yeni bir süreç için Sayın Öcalan’dan kapsamlı usul ve esaslara dair bir yol haritası çıkacaktır.
Türkiye’nin siyasi ve toplumsal muhalefetinin barış hakkı ekseninde barış savunuculuğunu güçlü bir şekilde yapması gerekmektedir. Başta insan hakları örgütleri olmak üzere Barış Vakfı’nın, Türkiye’de çatışma çözümü çalışan kuruluşların ve elbette emek meslek örgütlerinin bu siyasal ortamı görmesi ve hızlıca barış hareketi oluşturma noktasında harekete geçmesi gerekmektedir. Esasında Türkiye’nin cılız da olsa bir barış hareketi vardır. Şimdi yapılması gereken bunu güçlendirmektir. Bu konuda da insan hakları savunucularına büyük görevler düşmektedir.
Böylesi dönemlerde barıştan ve barış hakkından bahsetmek ve BM referanslarını hatırlatmak gerekir.
Barış hakkı konusunda BM tarafından oldukça kapsamlı ve yol gösterici belgeler üretilmiştir.
BM İnsan Hakları Konseyi 22 Haziran 2017 tarihli 35/4 sayılı Barış Hakkının Desteklenmesi kararının 3.maddesinde; “Barışın yalnızca çatışma yokluğu değil aynı zamanda diyaloğun teşvik edildiği ve çatışmaların karşılıklı bir anlayış ve işbirliği ruhuyla çözüldüğü ve sosyoekonomik gelişmenin güvence altına alındığı olumlu, dinamik ve katılımcı bir süreç olduğunu tanır,” şeklinde bir tanımlama getiriyor.
Birleşmiş Milletler genel kurulunun 39/11 sayılı ve 12 Kasım 1984 tarihli kararı ile Halkların Barış Hakkı Bildirgesi kabul ve ilan edilmiştir.
BM genel kurulun 71/189 sayılı ve 19 Aralık 2016 tarihli kararı ile Barış Hakkı Bildirgesi kabul ve ilan edildi. Bu bildirge oldukça kapsamlı olup, barış hakkı konusunda atıf yaptığı diğer BM belgelerini hatırlatmak gerekir.
Bildirgenin girişinde, “Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer alan amaçlar ve ilkeler,
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planı, Kalkınma Hakkına Dair Bildirge, Birleşmiş Milletler Binyıl Bildirgesi, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri de dahil olmak üzere Sürdürülebilir Kalkınma için 2030 Gündemi ve 2005 Dünya Zirvesi Sonuç Bildirgesi, Toplumların Barış İçinde Yaşama Hazırlanması Bildirgesi, Halkların Barış Hakkı Bildirgesi, Barış Kültürü Bildirgesi ve Eylem Planı ile işbu Bildirge’nin konusuyla ilgili diğer uluslararası araçlar, Sömürge Yönetimi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca Devletlerarası Dostane İlişkiler ve İşbirliği’ne dair Uluslararası Hukuk İlkelerine İlişkin Bildirge,” gibi çok sayıda belgeye atıf yapılmıştır.
BM İnsan Hakları Konseyi, 22 Haziran 2017 tarihinde Barış Hakkının Desteklenmesi kararı almıştır.
Şimdi Türkiye’deki herkese sormak gerekir, bu kadar çok BM belgesi varken, barış hakkından yüksek sesle bahsetmek gerekmez mi?
Barış için daha çok emek ve mücadele gerekecektir. Bu mücadelede herkese başarılar dilerim.