‘1921 ruhu, yerel muhtariyetleri esas alarak birlikte mücadele eden bir süreçti. Şimdi yapılacak şey ise, gerçekten bir daha savaşa sebep olmayacak, kimseyi inkâr etmeyecek, asimilasyonu terk edecek, çoğulculuğu kabul edecek bir giriş metni ile Anayasa yazmaktır’
31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye yeni bir sürece girdi. Tarihinin en ağır yenilgisini yaşayan AKP cephesinde de, muhalefet tarafında da tartışmalar sürüyor, yeni yol haritaları çiziliyor. Bu koşullarda hazırladığımız dosyamızda, görüştüğümüz siyasi odaklar ve toplumsal kesimlere, öncelikle ‘şimdi ne olacak’ sorusunu yönelttik. Gelinen noktada, bir demokrasi cephesinin imkânlarını, mevcut muhalefet toplamının nasıl bir ittifaka dönüştürülebileceğini, bunun hangi temeller üzerini kurulabileceğini sorduk. Aynı çerçevede, yeni bir demokratik anayasa meselesinin nasıl ele alınabileceği de başka bir sorumuzdu. Bu arada yazılı belge olarak anayasanın tek başına bir anlam ifade etmediği, bunun daha geniş bir demokratik dönüşümün parçası olarak nasıl ele alınabileceğini de sorularımıza ekledik. Ortaya çıkan tabloyu okurlarımızla paylaşıyoruz. Bugün, İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı Öztürk Türkdoğan ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’ya sorduk.
Öztürk Türkdoğan / İnsan Hakları Derneği Eşbaşkanı
Türkiye halkının 31 Mart’taki yönelimi 23 Haziran’da pekişmiştir. Bu da, büyük çoğunlukla halkın demokrasiden ve barıştan yana olan tutumunu gösteriyor. Cumhur İttifakı mevcut Anayasa ve Türk Tipi Başkanlık modelinde ısrar etti, bu modelin hayata geçmesi için bir kez daha oy istedi aslında; fakat halk, onlara istediği desteği vermedi.
Aslında ilginçtir, 23 Haziran İstanbul sonucu, 16 Nisan referandumunu yansıtan bir sonuçtur. Halkın iradesi aynı istikamettedir, hatta 2 puan daha artmıştır. Bu da aslında halkın daha demokratik bir anayasadan yana olduğunu net olarak gösteriyor. Öte yandan, iktidarın ötekileştirici, nefret söylemine dönüşen bir dili vardı. Kürdüm diyenlerin Türkiye’yi terk edip Federe Kürdistan Bölgesi’ne gitmesini istemek gibi. Sürekli olarak CHP, İP, SP ve HDP’yi PKK ile özdeşleştiren söylemler gibi. Bunlar da halkta karşılık bulmadı. Değişik partilerden insanlar, CHP’li, İYİ Partili, HDP’li aynı yönde oy kullanıyorsa burada bir barış isteği vardır.
Halk tekçi sistemi onaylamadı
Yani Türkiye halkı, barış ve çözüm sürecine verdiği desteği sürdürüyor. Buradan hem iktidarın, hem de muhalefetin ders çıkarması lazım. İktidarın alacağı birinci ders, tek kişi yönetimine dayalı bu başkanlık modelinin halk tarafından benimsenmediğidir. Parlamenter sistem zaten sık sık kesintiye uğruyor ve zaman zaman işlemiyordu, ciddi sorunları vardı. Bunların başında da aşırı merkezi devlet yapısı vardı. Türkiye gibi çoğulcu bir ülkede yerel yönetimlerin bile yerinden yönetilmemesi sorunu vardı. Şimdi ise tamamen merkezileşti. Öyle ki şu anda Erdoğan istese tek bir kararname ile Ankara ve Eskişehir’i birleştirip tek bir il yapabilir. O kadar yani.
Yeni bir sözleşme
Mevcut anayasanın toparlanması artık mümkün değildir. Türkiye’nin ihtiyacı yeni bir demokratik anayasa, yeni bir toplumsal sözleşme ve yeni bir kurucu iradedir. Tarihsel olarak bakarsanız, 1921 Anayasası kurtuluş anayasasıydı, çoğulculuğu kabul ediyordu, Anadolu’da yaşayan farklı etnik topluluklar ve inanç gruplarının birlikte mücadelesiyle Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ama ne zaman emperyalist ülkelerle barış anlaşması yapıldı, Türkiye o döneme uygun olarak bir ulus devlet inşasına yöneldi ve çoğulcu yapısını terk etti. Yani, kurucu iradeyi 1921 Anayasası’nı sağlayan mücadelede aramak gerekiyor. Onun dışındakilerin tamamı dönemsel ve konjonktürel gelişmelerden etkilenmiş anayasalardır. 1924, 1960, 1972, 1980, postmodern darbeler, vs… Dolayısıyla tüm bu badireleri yaşamış bir ülkenin artık bir çözüme ve yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var.
Çatışma bitmeden yapılamaz
Çatışma çözümüne özellikle dikkat çekiyorum; temel sorununu çözememiş bir ülkenin bir anayasa yapması da mümkün değil. Türkiye 2013-2015 arası bunu denedi, başaramadı. O dönemdeki Anayasa çalışmalarından bir sonuç alınamadı; çünkü çatışma çözümü başarılamadı. O Anayasa çalışmaları önemliydi. 4 parti, ilk 60 maddede uzlaştı. Fakat yönetim biçimi ve Kürt sorununu çözecek yaklaşımlar konusunda uzlaşılamadığı için yarıda kaldı. Yani, yeni anayasa, yeni bir toplumsal sözleşme olduğu için toplumun temel çatışma alanlarının çözülmesi gerekiyor; bunların başında Kürt sorunu geliyor. Ancak bu süreçle beraber yeni bir demokratik anayasa sürecine girilebilir.
Toplumsal müzakere
Ve tabii yöntem sorunu…2013’te benim de içinde yer aldığım Akil İnsanlar Heyeti vardı. İki ay Türkiye’nin tamamını dolaştık ve halkın beklentilerini içeren raporu siyasi iktidara sunduk. İktidarın yapması gereken şey, o beklentilere uygun anayasal, yasal değişikliklerdi. Şu anda da bu çatışma çözümünün gerçekleşmesi için toplumsal uzlaşıya ihtiyaç var. 6 Mayıs’ta açıklanan mektubunda Abdullah Öcalan bu noktalara değiniyor. Anlaşılan bu konuya kafa yormaya devam ediyor ve oradaki önerileri kimsenin reddetmemesi gerekir. Derinlikli toplumsal müzakereden kastı işte bu konuların toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılmasını sağlayacak yöntemler bulunmasıdır. 2012’de ne yapıldı? Komisyon kuruldu.
Yüzlerce STK, parti, emek meslek örgütleri gitti oraya. Kendi anayasa önerilerimizi sunduk. O da bir yöntemdi, fakat bence şimdi hem yaşanan sorunları çözecek, hem de temel hak ve özgürlükleri tartışma konusu yapmayacak çözümler üretilmesi gerekiyor. Öyle haklar vardır ki, müzakere konusu edilemez. Örneğin çok milliyetçi bir tabanın olduğu bir bölgede tartışma yapılırken ifade özgürlüğünü sınırlandıracak bir öneri gelebilir, kast ettiğimiz şey bu değil. Türkiye’nin, Türkiye halkının ihtiyacı nedir, niye tıkanma yaşandı, neden ekonomik, siyasi krize girdik, neden suç oranları bu kadar yükseldi, neden üniversite rolünü oynayamıyor, neden basın özgürlüğü yok, cemaatler niçin yozlaştı, devletle işbirliği yapan kuruluşlar nasıl nemalandı, bunlar yaşamdaki sorunlar. Bunları çözen bir yerden tartışma yürütülmeli.
1921 referans olabilir
Türkiye’de bir ulus devlet var ve onun kurumları da resmi ideolojiyi yaşatmak için hareket ediyor. O da anayasanın başlangıç metnindedir. Anayasanın girişi onun temelidir ve toplumumuzun böyle bir uzlaşması yok şu anda. O yüzden 1921’i referans veriyorum. 1921 ruhu, kimse kimseyi reddetmeden, inkâr etmeden, yerel muhtariyetleri esas alarak birlikte mücadele eden bir süreçti. Şimdi yapılacak şey ise, gerçekten bir daha savaşa sebep olmayacak, kimseyi inkâr etmeyecek, asimilasyonu terk edecek, çoğulcu yapıyı kabul edecek ve halkın barış içinde yaşayacağı bir giriş metni ile Anayasa yazmaktır. Tam da bu nedenle çatışma çözümü gereklidir. Çünkü bu, yeni bir sayfa açacaktır ve geçmişle yüzleşmeyi getirecektir. Tarihle yüzleşmezseniz ders çıkaramazsınız, o zaman da aynı hataları tekrar etmeye devam edersiniz.
Barışı konuşalım önce
Bu mesele asıl şundan önemli: Toplumu dahil ederseniz, insanlar yaptıkları anayasayı korurlar. Halk bilinci de böyledir zaten. Bu nedenle zaten toplumun bu sürece katılması çok çok önemlidir. Tabandan gelmelidir ki, halk buna sahip çıkabilsin. Yani, sonuç olarak yeni bir barış sürecini inşa etmemiz şart. Ki bunları konuşabilelim. Savaşın ve çatışmanın devam ettiği bir ülkede yeni anayasa yapamayız. Yeni Anayasa sürecinde barışa giden yolun açılması gerektiği son derece nettir. Barışı konuşmadan Anayasa konuşmak çok anlamlı olmayacaktır.
Yerel yönetimler demokrasinin kaynağıdır
Selçuk Mızraklı / Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı
Bence öncelikle şunu görmek gerekiyor: Yerel yönetimler bütün dünyada demokrasinin kaynağıdır. Toplumun adeta kılcal damarları durumunda olan birçok ünite, ister muhtarlıklar deyin, ister sokaktan mahalleye kadar meclisler deyin, hepsinin toplamından beslenen yerel yönetimler, bir anlamda kolektif aklın şekillendiği yerdir. Orada bir üst akıl yoktur, bir devlet aklı yoktur. Üst siyasetin ve hükümet programlarının ötesinde kolektif aklın iradesiyle her gün kendisini güncelleyen bir irade vardır. Yani bir anlamda temsili demokrasiyi temsili olmaktan çıkartan, doğrudan demokrasinin birçok yöntem ve aracını kendi bağrında barındırabilen demokrasi kaynaklarıdır yerel yönetimler.
Yeni çözüm yolu gerekli
Türkiye’ye baktığımızda ise aksine yerel yönetimlerin mevcut kapasitelerini bile boşaltan bir yaklaşım var. Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerinde tasarruflarını kolaylaştıran bir hukuk rejimi var. Dolayısıyla, bunun Türkiye’nin temel meselelerinin çözümünde yaratmış olduğu tıkanıklıklarla da beraber düşündüğümüzde, bizim yeni bir çözüm yolu önermemiz gerekiyor. Bu anlamda, gerek Anayasa düzeyinde, gerek yasalar düzeyinde, gerekse toplumun bu yüz yıllık meselelerini aşma pratiği olarak bir çözüm biçimi ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu çözümün belki en temelde ortaya çıkan biçimi, yerel yönetimlerin yetki ve etki kapasitesini artırabilecek yollardır. Dünya 21. yüzyılda ise farklı bir yere gidiyor. Ortadoğu bölgesindeki mevcut durum, bugüne kadarki geleneksel devlet yöntemlerinin ne kadar mağdur edici olduğunu defalarca ortaya koydu. Dolayısıyla, bölgede nasıl demokrasi ihtiyacı varsa, Türkiye’nin de Kürt sorunu başta olmak üzere temel sorunların çözümü noktasında yerel yönetimlerin etki ve kapasitesinin artırılmasına ihtiyacı var.
Güçlü katılım modelleri
Öte yandan, yerellerin sosyolojisi de önemlidir. Örneğin, kırdan kente göç ekonomik gibi görünen ama sosyolojiyi tahrip eden durumlardır. Türkiye gibi yüz yıllık asimilasyonun devam ettiği bir coğrafyada, inançlar üzerinde baskı ve sömürünün devam ettiği koşullarda, bütün farklılıkların ve özgürlüklerin kendisini en güçlü şekilde ortaya koyabildiği güçlü modellere ihtiyaç var.
Bu çerçevede, bütün Türkiye’deki farklılıkların kendisini ifade edebileceği, birbirini koruyan ve güçlendiren bir yerel yönetim anlayışına ihtiyaç var. Dünya bunu birçok düzeyde tartıştı. Bu ne bölücüdür, ne de ayrıştırıcıdır. Aksine, bütünleştiricidir. Halkların ya da farklılıkların demokratik bir cumhuriyetin temsil mekanizmaları içinde güçlü bir katılım modellerini üretirseniz, bu Türkiye’nin önünü açabilecektir, bölgeye de bir çözüm modeli olarak yansıyacaktır.
Zamanın ruhu demokrasidir
Artık Türkiye’nin temel meselelerinin çözümü için anayasal, yasal düzenlemelerin yapılması, hukuk rejiminin işlemesi gerekiyor. Güçlü bir sivil toplum, güçlü bir demokratik toplum, hukuk rejimine saygılı bir devletten bahsetmek gerekiyor. Türkiye şu anda bütün çatışmaların tam orta noktasında, Ortadoğu gibi bir yerde kendi meselelerine çözüm ürettiği sürece hem kendisi rahata çıkar, hem de bölge halkları ve ülkelerinin de modeli olur. Herkesin bu samimiyet ve geleceği kurtarma bilinciyle hareket etmesi gerekir.
YARIN: ANAYASA MAHKEMESİ RAPORTÖRÜ OSMAN CAN – ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI GÖKMEN YEŞİL – AVUKAT CAN ATALAY