Geçen hafta sonu İstanbul’da 78 aydının, “Barışa Çağrı” bildirisi ile Diyarbakır’daki çok sayıda siyasi parti ve STK’nın “Şimdiden Geleceğe Dair Özgürlük Çağrısı” bildirisi esasında Türkiye’nin Kürt sorununda barışa ne kadar ihtiyacı olduğunu ortaya koymakta ve bu yolun açılabilmesinin de İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan üzerindeki katı tecridin kaldırılarak bir an önce yasal ve anayasal haklarının kullandırılması olduğunu ortaya koydular.
Geçen hafta sonunda aynı zamanda Cumhuriyetin ilan edilmesinin 100. yılını geçirdik. Bilindiği gibi Cumhuriyet halkın temsilcileri vasıtası ile yönetime katılma biçimidir. Ancak bu katılmanın demokratik mi olduğu tartışması yapılmadan salt Cumhuriyet kutsandı ve Türkiye’nin ana meseleleri yokmuş gibi davranıldı. Bu durum esasında Türkiye’nin demokrasi kültürü bakımından yeterince gelişmediğini de göstermektedir. 100 yıl önce ilan edilen Cumhuriyetin niçin demokratik bir karaktere bürünmediğini, neden otoriter karakterde olduğunu, tekçi ulus devlet anlayışını sorgulamak yerine salt Cumhuriyet kavramının kutsanması Türkiye’nin temel meselelerini çözemediğinin de adeta bir itirafı gibiydi.
Cumhuriyet üzerine söyleyebileceğim en hafif şey demokratik olmadığıdır. Demokrasinin açıklık, katılımcılık ve hesap verebilirlik niteliği ile insan haklarına dayalılık, hukukun üstünlüğü ve evrensel sözleşmelerdeki azınlık haklarının güvence altına alındığı bir rejim ancak demokratik Cumhuriyet olabilir.
Ortadoğu’da yaşanan savaş, barış mücadelesini yürütmemizi zorunlu kılmaktadır. Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan ve halen Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da devam eden silahlı çatışma hali, Filistin devletinin tanınmamasından ve İsrail’in devlet olarak varlığını sürdürmesine karşıtlıktan kaynaklanan İsrail/Filistin sorunu çözülmeden esasında halkların kendi geleceğini belirleme hakkına uygun çözümler üretilmeden Ortadoğu’da savaşın bitmesi mümkün gözükmüyor. Tam da bu noktada esasında Abdullah Öcalan’ın önce Türkiye ardından Ortadoğu için önerdiği Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Konfederalizm modelleri sorunu çözme noktasında önemli bir işlev görebilir. Bu modeller dünyada önemli çözümler üretmiş modellerdir. Ortadoğu’ya sentezlenip uygulanması da elzem gözükmektedir.
Bugüne kadar ki birçok yazımda belirttiğim gibi dünyadaki çatışma çözüm örneklerinden dersler çıkartmak gerekir. Dünyada geçerli bir kural vardır. Kiminle savaşıyorsan onunla barışacaksın. Bu kural çok farklı özgünlükleri olan ve bugüne kadar 40’ın üzerinde başarı ile sonuçlanan dünya çatışma çözüm örneklerinden çıkmış temel kuraldır. Türkiye’de de mutlaka ve mutlaka Kürt sorununun çözümünde başvurulması gereken bir kuraldır. Türkiye’nin siyasi ve toplumsal muhalefeti Mayıs 2023 seçim sonuçlarından dersler çıkartmalı ve bu kurala bağlı olarak barış sürecini düşünmelidir.
İsrail’in Gazze’ye yönelik ilan ettiği savaş ve akabinde uyguladığı şiddet Cenevre Sözleşmeleri’nde tanımlanan kurallara aykırı olduğu gibi uluslararası Ceza Mahkemesi’nin statüsünü düzenleyen Roma Statüsü’ndeki ağır suç tanımlarına aynen uymaktadır. Sivil yerleşim yerlerine dönük bombalama eylemleri yapmak nerede olursa olsun ağır suçtur. İsrail’in, Gazze’ye yönelik saldırıları bir an önce uluslararası toplum ve BM tarafından durdurulmalıdır. Uluslararası toplum insanlık vicdanını yitirmemelidir. Sivil nüfusun yaşamını olumsuz etkileyecek alt yapı tesislerini bombalamak ta suçtur. Türkiye’nin Gazze için duyarlı ancak Suriye’nin Kuzey ve Kuzeydoğusu için terörle mücadele adı altındaki saldırgan tutumunun hukukta bir karşılığı yoktur. O halde barış talep ederken nerede olursa olsun tüm çatışma ve savaş haline karşı çıkmak hepimizin ortak görevi olmalıdır.
Gelelim Türkiye’nin özgün durumuna. 24 Temmuz 2015’ten beri devam eden silahlı çatışma hali Türkiye’yi çoklu bir krizin içerisine sürüklemiştir. Bu süreç 8 yılını doldurup 9. yılına girmiştir. Bu ağır sürecin bu şekilde devam etmesi Ortadoğu’da ve dünyada yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda kesinlikle sürdürülebilir değildir. O halde hep birlikte siyasi iktidarı yeniden barış sürecine çekmenin mücadelesini yükseltmemiz gerekiyor. Geçen hafta sonu Türkiye’de yapılan açıklamalar oldukça kıymetli ve önemlidir. Hepimiz aydınlara, siyasi parti ve STK’lara destek vermeli, yeni ve güçlü bir barış sürecinin doğması için çaba sarf etmeliyiz. Elbette ki Türkiye’nin siyasi muhalefeti ile toplumsal muhalefeti, barış süreci konusunda siyasi iktidarı, TBMM’de grubu bulunan partileri ve toplumu ikna edecek, barışı toplumsallaştıracak bir hareketlilik içerisine girmelidir. İlk iş olarak da İmralı tecridinin kaldırılması için meşru zeminde harekete geçilmelidir.