Dünya barış günündeyiz ve CHP’de bir “açılım” rüzgârı esmekte olduğu dikkat çekiyor. Önce CHP Gençlik Kolları Başkanı net bir ifadeyle “kayyumu kabul etmiyoruz” açıklamasını yapıyor. Kılıçdaroğlu, Kürtçe dili eğitimi için yetiştirilmiş fakat barış süreci akamete uğrayınca “atanamamış” öğretmenlerle bir araya gelip çözüm arıyor. Ardından, Ekrem İmamoğlu Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanını ziyaret ediyor. Diyarbakır, Mardin ve Van’ın belediye başkanlarıyla Halk TV’de program yapılıyor. CHP İstanbul teşkilatı HDP’lilerle birlikte Taksim’de barış mitingine çağrı bildirileri dağıtıyorlar.
Son bir hafta içinde hızla gerçekleşen bu olgular, CHP’de on yıllardır gelişmekte olan bir iç dinamiğin artık partiyi bir paradigma değişiminin eşiğine getirdiğinin göstergeleri. Erdoğan’ın Papaz Gapon misali önce kışkırtıp tuzak kurduğu ve sonra da “çökertme”, “çukura gömme”, “pençeleme” ve “kıran” gibi bir toplu cinayet dili içinde tam tersine çevirdiği süreci, düştüğü yerden kaldırıp yaraları sarmak ve ileri taşımak için tarihsel bir fırsat…
Eğer böyle ise Kılıçdaroğlu ile onun “özgürlükçü sol” kurmaylarını nelerin beklediği hakkında bilgi ve deneyim paylaşımı yararlı olabilir. Başlıkları hemen sıralayalım:
1- CHP’nin kendi kadroları ve seçmen kitlesi ile girişilmesi gereken ikna ve hegemonya mücadelesi.
2- Devlet ve hükümet ile girişilmesi gereken mücadele ve müzakere
3- Askeri endüstriyel kompleks, ya da savaş lobisi ile girişilmesi gereken mücadele.
4- Barış umudunu, kısa vadeli politik kazanç beklentisine dönüştürmemek hatta oy kaybını göze almak.
5- Sürecin resmi kayıt ve yasal güvence altına alınması.
6- Uluslararası hakem ve gözlemci şartı.
7- Çözümün büyük ölçüde Suriye iç savaşının kaderi ve kısmen Irak’taki gelişmeler ile iç içe olduğu gerçeğini unutmamak.
8- Savaşın ideolojik aygıtlarını orta ve uzun vadede tersine çevirici önlemler; özellikle kolektif patolojiyi sürekli besleyen eğitim sistemi ve semptomatik tetikleyici medya yapısı ile mücadele.
Bu liste uzayabilir. Ama şimdilik, önceki girişimin ve bazı uluslararası deneyimlerin ışığında bu maddeleri ele almakla işe başlayabiliriz. Birincisi, partinin birliğini sağlamak sorunu ile karşılaşılacağı aşikârdır. Tuncay Özkan’ın kaşı gözü şimdiden oynamaya başlamış olmalı ve Deniz Baykal da siyasete döneceğini ilan etmiş bulunuyor. Bu unsurlar ve uzantıları ile mücadelenin ön şartı tutarlı bir programatik çizgi değişikliğidir. Ama bir de bu beton devlet kanadının medyadaki kanaat önderi uzantıları var ki onların gücü ile baş etmek çok daha fazla çaba gerektirir. Sözcü ve kısmen Cumhuriyet’in bu meseleyi ziyadesiyle dert edecekleri aşikâr. Bu bağlamda sosyal demokrat kamuoyu “dış mihrak”, “maşa”, “bölücülük”, “Sevr”, “proje” gibi beylik terimlerin bombardımanına tutulacak, barışçı kanat “vatan hainliği” ile suçlanacaktır. Bu sınavın üstesinden ancak, barışın bütün toplumun temel ihtiyacı olduğunu anlatacak kalibre ve dirayete sahip olunduğu takdirde gelinebilir. Özetle, birinci madde parti teşkilatının ve seçmen kitlesinin bu paradigma değişimine iknasıdır.
İkincisi, en az iki katmanlı bir devlet yapısı ile hem mücadele hem de müzakereyi aynı anda yürütme zorunluluğu kendini dayatacaktır. Alt katman, bizzat CHP’nin kurmuş olduğu devlet geleneğine içkin beka tehlikesi ve bölünme paranoyası gibi dışavurumların çekirdeğini oluşturan Kürt fobisi etrafında yüzyıllık bir geleneğe sahip resmi oligarşidir. Erdoğan, iktidarının ilk döneminde, beton devletçi generalleri ve onların sivil bürokrat “vesayetçi” müttefiklerini Ergenekon ve Balyoz davaları kapsamında hapsederek bu katmanı bastırdığı, böylelikle de Kürt meselesini kendince çözmenin önünde bir engel kalmadığı yanılgısına düşmüştür. Bu nedenle de girişimi, devlet ile Kürt temsili arasında bir sözleşmeden çok hükümetin sözlü vaatleriyle sınırlı kalmıştır. Sonrası malumunuz. Tasfiye edilmekte olan geleneksel oligarşinin boşluğu cemaat tarafından doldurulup Erdoğan’ın karşısına çıktıkça, bu kez bastırılmış Balyoz, Bahçeli’nin sözcülüğünde Fetö ile mücadeleye el vermek üzere geri dönmüş, tasfiye sürecine de noktayı koymuştur. İlk adım, beklendiği üzere barış açılımının tersine çevrilmesi, beka tehlikesi ve Kürt fobisinin yeniden hakimiyetinin tesisi olmuştur. Daha da vahim olarak, CHP önderliği Yenikapı ruhuna dahil olmak ve HDP’li vekillere yapılan hukuksuz saldırıya destek vermek suretiyle bu tüyler ürpertici dönüşe koltuk değnekliği yapmıştır. O halde devlet denilen bu iki katmanlı hüyelâ ile mücadele ve müzakere girişimi, öncelikle bir özeleştiriyi şart kılmaktadır. Bu özeleştiri, Erdoğan’ın demagojisindeki gibi Cehape zihniyeti, tek particilik, karnecilik gibi tarihsel kökenlerle ilgili değil, yakın dönemdeki “koltuk değnekliği” hakkında gereklidir. İlk adımı da, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere hapsedilmiş bütün milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve siyasetçilerin serbest bırakılması yönünde politik mücadele vermektir. Ancak böyle bir özeleştiri üzerinden çift katmanlı devleti (Balyoz devleti ve Saray devleti) bir paradigmal dönüşüme ikna sürecine girişmek mümkün olacaktır. Bu anlamda, CHP doğru adrestir. Devletin derin katmanı, ancak kendi kurucusu tarafından ikna edilebilir.
İki maddeyi bitirdik. CHP kararlılığını sürdürdükçe diğer maddeler üzerinde düşünce üreterek devam edilebilir. Şimdilik en temel öğütle bitirelim. Postmodern zamanlardayız malum, hiçbir şey orijinal değil. Bu yazının başlığı Nazım’dan uyarlama. Bilen bilir, o şiirin son dizeleri şöyledir:
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir!