Çok sayıda müzisyen, yazar ve edebiyatçının imzacısı olduğu ‘Barışa Ses Olalım’ deklarasyonu kamuoyu ile paylaşıldı. Deklarasyonda, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın barışın toplumsallaşmasında çok önemli katkılar sunacağı hatırlatılarak, ‘Hükümet baskı, tecrit ve savaş siyasetinden vazgeçmelidir’ denildi
Aydın, yazar ve sanatçıların imzacısı oldukları ‘Barışa Ses Olalım’ deklarasyonu bugün İstanbul Taksim’de bulunan Hill Otel’de düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. 564 ismin imzacısı olduğu deklarasyonu yazar Ayşegül Devecioğlu okudu.
Devecioğlu, cumhuriyetin ikinci yüz yılında demokratik, halkçı ve özgürlükçü bir niteliğe kavuşması karşısındaki engellere dair itirazlarını paylaştıklarının altını çizdi.
Deklarasyonda, 2013 yılında sürdürülen müzakere sürecine işaret edilerek, “Bizler Türkiye’nin sorunlarını müzakere yöntemiyle çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. 2013 yılında başlayan ve halkta büyük barışma umudu yaratan ‘Çözüm Süreci’ kıymetli bir deneme olarak yaşandı. Sorunun muhataplarından biri olan Abdullah Öcalan ile görüşmeler barışmanın olanaklarını doğurmuştu. Toplumun çok büyük bir bölümünün rıza gösterdiği süreç tekrar başlayabilir” denildi.
“Bugün biz susarsak, yarın konuşacak kimse kalmayabilir’ denilen deklarasyonda, evrensel hukukun ve insan haklarının ortaya koyduğu koşulların dönemin siyasi temsilcileri tarafından tereddütsüz yerine getirime, baskı, tecrit ve savaş siyasetinden vazgeçme çağrısı yapıldı.
Süreyya Karacabey, Mikail Aslan, Sevinç Altan, Mazlum Çimen, Nur Sürer, Şanar Yurdatapan, Deniz Faruk Zeren, Cevdet Bağca, Pınar Aydınlar, Ahmet Güneş, Haşim Aydemir, Jülide Kural, Sırrı Süreyya Önder, Ayşegül Devecioğlu gibi isimlerin imzacısı olduğu metnin tam hali şu şekilde:
“Biz aşağıda imzası bulunan sanat ve edebiyat insanları; Cumhuriyet’in ikinci yüz yılda demokratik, halkçı ve özgürlükçü bir niteliğe kavuşması karşısındaki engellere dair itirazımızı kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. Türkiye’nin geleceği konusunda kaygılı olan bizler, bu çoklu kriz ortamında mütevazı bir ses olma isteğindeyiz. Keza bugün biz susarsak, yarın konuşacak kimse kalmayabilir.
Bir yüzyılı heba eden Türkiye’nin yeni bir yüz yılı daha heba etmesine seyirci kalmayacak olan biz sanat ve edebiyat insanları; tüm etnik, inanç ve kültürel kimliklerinin özgürce yaşadığı, baskılanmadıkları, pogromlara uğramadıkları bir geleceği birlikte örmeyi öneriyoruz.
Yasamanın iktidarın baskısı altında olduğu, bağımsız yargının ‘tek adam rejimi’ eliyle bağımsızlığını yitirdiği, laik ve özgür eğitimin çağın gerisine düştüğü, üniversitelere ve halkın belediyelerine kayyım atandığı, kadınların şiddete uğradığı, beyin göçünün had safhaya ulaştığı, gençliğin gelecek kaygısıyla ülkeyi terk ettiği bu kekre zeminde yeni bir söz söylemenin, yeni bir cümle kurmanın sorumluluğundayız.
İnkâr ve asimilasyondan kaynaklı sorunların çözümünde demokratik olanaklarının dışlandığı, şiddetin bir politika olarak sürekli güncellendiği toplumsal ve ekonomik krizlerin derinleştiği bu atmosferde, yeni bir bakma ve görme biçimine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
‘Tecrit ve savaş politikaları krizleri derinleştiriyor’
Başta Kürtlerin demokratik talepleri ve Alevilerin inanç özgürlüğü olmak üzere, birçok insani hak talebi yüz yıl boyunca ötelendi, çözüme kavuşturulmayıp, halklarımız arasında bir ayrışma olgusu olarak, iktidarlara konsolidasyon sağlandı. Halklar ve kültürler arasındaki ayrışmalar derinleştirildi.
Çoklu krizlerle baskı altına alınan kamuoyu, iktidarın ağır manipülasyonu altında. Türkiye’ye hükümet edenler, toplumu gerçek gündeminden koparıp, tali gündemle oyalıyor. Tecrit uygulamaları otokratik iktidarın elinde bir yönetim aparatına dönüşmüş durumda. Toplum, ideolojik ve politik bir kuşatmanın altında. Tecrit ve savaş politikaları toplumsal ve ekonomik krizleri derinleştiriyor.
Binlerce insan siyasi görüşlerinden dolayı, hukuksuz olarak hapiste tutuluyor ve adeta siyasi rehine durumunda. Cezaevlerinde yaşanan ve insan haklarına aykırı olan uygulamalar gün geçtikçe artmaktadır. Şu günlerde binlerce siyasi tutsak tecrit uygulamalarına karşı açlık grevinde. Açlık grevindeki siyasi tutsakların talepleri dinlenmeli, müzakere yolu ile çözülmelidir.
‘Abdullah Öcalan barışmanın olanaklarını doğurdu’
Bizler Türkiye’nin sorunlarını müzakere yöntemiyle çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. 2013 yılında başlayan ve halkta büyük barışma umudu yaratan ‘’Çözüm Süreci’’ kıymetli bir deneme olarak yaşandı. Sorunun muhataplarından biri olan Abdullah Öcalan ile görüşmeler barışmanın olanaklarını doğurmuştu. Toplumun çok büyük bir bölümünün rıza gösterdiği süreç tekrar başlayabilir. Toplumsal barış için cesaretli olmalı. Diyalog kurmaktan, konuşmaktan korkmamalı.
Muhatap konumundaki herkese açık çağrımızdır;
Evrensel hukukun ve insan haklarının ortaya koyduğu koşullar dönemin siyasi temsilcileri tarafından tereddütsüz yerine getirilmeye muhtaçtır. Hükümet baskı, tecrit ve savaş siyasetinden vazgeçmelidir. Biz sanat ve edebiyat insanlarının bu fikir ve önerilerinin, toplumsal barış inşasını arzulayan herkesin sahipleneceğine inanıyoruz.”
HABER MERKEZİ