21. yüzyılın kültürel çağ olmasına bağlı olarak, pozitivizm ve postmodern etkileşimli tek tipleştirici sosyal düşünce anlayışının yerini özgün sosyal düşüncelere, modellere ve yeni sosyal kurgu ve yaşam arayışlarına bıraktığını biliyoruz. Küresel ölçekte meydana gelen bu tür dönüşümlere paralel olarak coğrafyamızda da çözümleyici niteliğe sahip birçok fikrin ortaya çıktığını gözlemliyoruz. Türkiye’nin “yeni gerçekleri”ni kendi özgün sosyal düşünce sistemi ve politik öngörüleriyle, çağın şartlarını dikkate alarak yorum katan ve çözüm perspektifleri sunan çok az aktörden biri hiç şüphesiz Öcalan’dır. Uzun yıllardır küresel politik olgularla hareket eden Türkiye’nin bölgesel meselelerini kendi öznel koşullarında ele alması ihtiyacını en çok dile getiren yine o olmaktadır. Bunu yaparken, toplumsal olguların tamamını oluşturan ve onun sosyal düşünüşüne biçim veren parametrelerin bütünlük içinde ele alınması gerektiğine özellikle vurgu yapmaktadır. Bütün hatlarıyla bariz bir Türkiye sorunu olan Kürt meselesi başta olmak üzere temel haklar bağlamında cereyan eden sorunların tamamına dair önemli çözüm önerileri ve gelecek perspektifleri sunmasının sebebi de budur. Nihayetinde pandemi ile birlikte küresel ölçekte geçerli olan evrensel hakların ve yaşamsal güvencelerin ne kadar zaruri aparatlar olduğunu hep birlikte gördük. Dolayısıyla toplumların kendine has değerleri çerçevesinde yeniden inşa edilecek, yeni bir “sistemsel” kurgunun üretilmesinin bir gereklilik olduğu hakikati Türkiye’nin de karşısında durmaktadır.
Mevcut yapısal krize karşı yeni bir politik diskur kurmaya ve toplumsal barışa her zamankinden daha fazla gereksinim duyulmaktadır. Özellikle evrensellik, anlam ve temsil fikirler üzerinden yeniden düşünmeye ihtiyaç vardır. Çözülmekte olan geçmişin fikirlerine nostaljik bir bağlılıkla bakmak yerine yeni bir bakma biçimi ve düşünce arayışıyla olgunlaşmış bir düşünce aksına yer açmak gerekiyor. Özellikle de statükonun haracında kalanların, Öcalan’ın çözümleyici politik önermelerinin ülkenin durağan dinamiklerini tekrar harekete geçirebilecek bir enerjiye sahip olduğunu görmesi gerekir. Kürt siyasi hareketi ve HDP’nin çeperindeki gelenekler başta olmak üzere birçok demokratik kesim bunun ne kadar önemli olduğunu politik müesseselerindeki basınçtan her gün hissetmektedirler. Son yirmi yıllık siyasi atmosfer ve toplumsal gerilim hatlarında da görüldüğü üzere yeni bir politik aks ve düşünme biçimi olmadan içinde bulunduğumuz bu karanlık zamanları aşamayacağımızı öngören yine Öcalan’dı. Buradan hareketle içinde bulunduğumuz çıkmazın değişmez keskinliğine varmış ve ortak vatan ve demokratik cumhuriyet ekseninde ortak demokratik mücadele önermişti. Hakeza “Özgürlük Sosyolojisi” diskuruyla da pozitivist dogmatizmi ve dar bakış açısını aşıp, çağımıza uygun bir özgürlük mücadelesi arayışına yol açmıştı.
Bu yeni diskurla birçok riskleri göze alarak toplumsal barışa dair önemli çözüm önerilerinde bulunmuştu. Bu çabaların yanı sıra “Demokratik Ekolojik Toplum Modeli” tezini geliştirerek hem Türkiye iç barışı hem de bölgesel barış için oldukça önemli çözüm önerileri sunmuştu. Kapitalist üretim biçimleri üzerine önemli bir yoğunlaşma süreci yaşayarak mevcut birçok söylem ve önermeyi yeniden sentezleyerek bu modeli oluşturduğunu biliyoruz. Ekolojik ortak bir geleceğin inşası için ümitvar bir kuramsal lensle dünyaya bakan Öcalan, doğayla tekrar hemhal olmuş bir toplumun ekolojik, eşitlikçi ve demokratik bir dünya ve kültürü yaratma fikrini canlı tutmayı hedefliyor. Onun için alternatif ekolojik toplum kuramının öncüleri olarak kabul edilen Dubos, Mumford ve özellikle Bookchin’in tezlerine dayandırılan demokratik ekolojik toplum modelini incelikle irdeliyor. Ağırlıklı olarak Bookchin’in ekoloji kuramından hareketle yeni bir toplum tasavvurunu etraflıca analiz ediyor. Zira Bookchin’in genç bir anarşist olarak kaleme aldığı tezlerinin yeni alt okumalarla hem daha bir bütünlüğe büründüğünü hem de pratik bağlamda sahaya yansıdığını görüyoruz Öcalan’ın çabalarında. Bugün Rojava özerk yönetiminin ana omurgasını oluşturan sistem, kapitalist üretim sistematiğine karşı önermelerin soyutlanmış halinden başka bir şey değildir. Söz konusu sistem insan-doğa ilişkisinin odağını oluşturan bir düstura sahiptir. Burada insan ile doğa arasında kurulan ilişki yapıcı, onarıcı bir içeriğe sahiptir, tahakkümcü değildir. Nitekim kapitalist sistemin tahakkümcü özü hem insan doğasını, hem öz kodlarını hem de ekosistemin dengesini bozmuştur. Dolayısıyla doğa üzerinde kurulan talancı mekanizma aygıtları aynı amaç doğrultusunda insanın toplumsal haline de nüksetmiş ve süreç içerisinde boyunduruk altına almıştır. Böylece baskıcı-hiyerarşik sınıflı toplum modelleri oluşturan kapitalist sistem bu mekanizmalar yoluyla vahşetini artırmıştır.
Öcalan’ın savlaştırdığı yeni yaşam önermelerinin kapitalist modernitenin ekonomi politiğine ciddi bir eleştiri olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Bu bakma biçimine göre, kendi ihtiyacını büyük oranda kendi üreten, kendi kendine yeten, Yunan şehirlerindeki doğrudan demokraside olduğu gibi kendini yöneten bir sistem düşleyen Bookchin’in tezlerine olgusal önermelerle önemli katkılar sunmaktadır.
Ekolojik-demokratik toplum modeli olarak formüle edilen bu yeni sistem özü itibariyle doğa merkezli bir sosyal kurgudur ve merkezinde insan ve doğa eşitliği olduğu kadar komünal bir toplumsal nizamın inşası ve insanın örgütlü hali vardır. Çünkü nesnel akıl üzerinde örgütlenen insan, yaratım yetisini geliştirebilen ve barışa şans verebilen insandır. İnsanlığı tehdit eden küresel yapısal krize karşı, evrensel bir dayanışma ve mücadele gerekliliğinin her zamankinden daha elzem olduğunu hep beraber görüyoruz. Aktüel olaylar üzerinden baktığımızda hem bölgesel savaşların, hem küresel krizlerin ortaya çıkardığı vahamet ve son olarak pandemi krizinin yönetilmeme halini öngören bir saikle hareket ettiğini görüyoruz. Sistem karşıtı güçlerin kazanım ve yenilgilerinin tarihsel ve toplumsal nedenlerine çözümleyici perspektifle bakan Öcalan, politik mücadele yörüngeyi demokratik uygarlık ve bu uygarlığa damgasını vuracak olan güçlerin tarihsel ve düşünsel dünyaları üzerinde çiziyor. Nitekim kapitalist sistemin hem ekonomi politiği hem de iletişimsel modelinin çöküşünün hakikatiyle karşı karşıya kaldığını ve bu yapısal krizin küresel bir medeniyet bunalımına evirileceği hususunda birçok önemli düşünür hemfikirdir.