Bugün gün daha güzel ışıldıyor, yarının umudunu muştuluyor. Tüm yaşadığımız olumsuzluklara rağmen alanlarda, seçim propagandasında ırkçı söylemler mülteciler, mülteciler sözleri ile yankılanırken sahillerde halay çektiği için polis tarafından işkence edilen gençleri koruyamamanın sancısı canımı yakarken 14 Mayıs seçiminde sandıklarda yapılan hırsızlıklar, yolsuzluklar yüzümüze yüzümüze vururken içimdeki heyecanı sizlerle paylaşmasam olmaz değerli dostlarım.
Cumhurbaşkanlığı seçimine birkaç gün kala ÇED olumlu, ÇED gerekli değildir kararları yaşam alanları üzerinde tahakkümlerini ilan ederken Kanal İstanbul bilirkişi raporunda olduğu gibi (bir iki araştırmacı hariç) raporu yazanların bilgisizliklerini, iktidar yanlısı tutumları ile hukuksuzluğu besleyişlerine tanık olduğumuz dönemde umudu yükselten kararların gelmesi hepimizi umuda davet ediyor.
Bu suça ortak olmayacağız uyarısı yapan metni imzaladıkları için KHK’larla görevlerine hukuksuzca son verilen araştırmacılar mahkeme kararı ile görevlerine iade ediliyor. Sevgili arkadaşım Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse’nin itibarını geri aldığı haberini birkaç gün önce aldık, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki görevine geri dönüyor. Ahmet Haşim Köse’nin dönüşü bir arkadaşım olmasının, uğradığı hakların iadesinin ötesinde umut veriyor bana. Çalışmalarını izlemediyseniz, yaşadıklarımızın siyasi perspektifini ondan dinlemenizi, onun çalışmalarından okumanızı, siyaset biliminin, yaşama değen felsefesini, sorgulamasını onun Marksist bakışı ile görmenizi salık veririm.
Barış metni sonucunda bizlere dayatılanlar; iktidarın yapılandırdığı faşizmin uygulamalarından, özgürlükler üzerine başlatılan faşist müdahale süreçlerinden biri idi. 2016’da siyasi iktidar tarafından Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm edilen halklar için yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğini belirtmiştik. Hatırlarsanız akademisyenler olarak imzaladığımız metinde ülkeyi faşizme sürükleyen ırkçı siyasi uygulamalara, faşizmin halklar üzerinden süren yapılanmasına son verilmesini istemiştik. Ardından siyasi iktidar saldırılarını bizlere yöneltti. Çoğumuz bir gecede binlerce terör propagandası gerekçesi ile önce görevlerinden KHK ile uzaklaştırıldı, benim gibi birkaç kişi zorunlu olarak emekliliğini istedi, ardından hepimiz ağır cezada yargılandık. KHK ile görevden atılma, terör propagandası hükmü ile yargılanma sürdü. Basın, eğitim, sağlık emekçisi, siyasetçiler bu sürece eklemlendi; düşünce özgürlüğü, siyaset yapma özgürlüğü yok sayıldı. Yargılama sonuçları beraatle sonuçlansa bile yaşamlarındaki diğer aşamalarında terörle ilişkilendirilerek haklarında hükümler verildi, her yaşanan olay diğer yaşadığı olayın gerekçesi kılındı, tutuklamaya, özlük hakkının gaspına esas teşkil edildi.
Bir yandan hakların geri verildiği kararlar umut verirken ırkçılık çığırtkanlığının siyasetinin yapıldığı, toplumsallaştırıldığı bugünlerde, aynı mahkemelerde hâlâ düşünce özgürlüğünü yok sayan kararların çıkması ikilemi sürüyor.
Aynı mahkemeler halk sağlığı konusunda önemli uzmanlardan Prof. Dr. Nilay Etiler hakkında yürütüldü. N. Etiler, Barış Bildirisi imzacılarından, halk sağlığı uzmanı, araştırmacılarla [Hamzaoğlu, Çağlayan, Işık (2011)] birlikte yaptığı çalışmalarda Dilovası Sanayisi atıklarının yaşamdaki etkisini doğum yapan kadının sütünde, bebeklerin kakasında belirlemişti. Şimdilerde BM’ye bağlı doktor olarak görevini sürdürüyor. N. Etiler’in; 2014 Newroz’una katılmasını, terörle iltisaklı gerekçesi görevine iade edilmesine engel oldu.
Nilay Etiler’in yaşadığı süreçte de bizlerin Kobanê’de ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan siyasetçilerin davasında ve halka yönelik yapılan operasyonda da çekilen halayda, memleketim şarkısını bilmediğini söylediği için bıçaklanarak öldürülen sokak sanatçısının öldürme gerekçesinde ırkçılığı hükme dönüşümünü görüyoruz. Seçim propagandasında (madem toplumsal baskı buradan deyip) mültecileri hedef tahtasına koyan seçim çığırtkanlığında da seçim ittifaklarında ileri sürülen siyaset koşullarında da terör, terörle ilişkilendirilmenin hükme dönüşümünü, toplumsallaştırılmış ırkçılığın siyasete ve yaşama yansısı açıkça ortaya çıkıyor.
A. H. Köse, N. Etiler ve pek çok arkadaşımızın boşluğu bugün mücadelesini yürüttüğümüz her alanda, dahası üniversite eğitiminin yoksunlaşmasında, bu yoksunluğun yaşama yansısında derinden hissediliyor.
Siyasi iktidarın, tek adam rejiminin faşizm süreçlerini bu kadar rahat uygulamasının gerekçesi kendi bekasını, egemenliğini sürdürmek, yaşamı, yaşam alanlarını dilediği gibi yapılandırmak, sermaye birikimine sokmak, ülkeyi faşizmin tüm araçları ile yönetmek. Ki bu konuda epey yol aldı, mahkemelerden üniversitelere, kamu organlarından kayyımla ele geçirdiği yerel yönetimlere kadar verdiği emirler yerine getirilmekte. Irkçılık egemen siyaset tarafından toplumsallaştırıldı. Kapitalizm; yaşamı, yaşam alanlarını, o alanlar tarım alanı da olsa, orman da kıyı ekosistemi de olsa, koruma altında bile olsa siyasi iktidarın onayı ile sermaye birikimine sokabiliyor.
Bu sürece son verecek önemli uğraklardan birinde olacağız 28 Mayıs’ta. Bir önceki seçimde durdurduğumuz tek adam rejimini demokrasiye, özgürlüklere, birlikte eşit yaşama dönüştürecek en büyük halkın katılımı toplantısında buluşacağız.
Birlikte faşizme, kapitalizmin saldırganlığına son verecek süreci başlatacağız. Yaşam alanlarını özgürlüğü için, düşünce özgürlüğü için, akademik özgürlükler için, şarkıların, halayların, özgürlüğü için, çalışmanın güvencesi için, hukukun, demokrasinin, barışın yeniden tesisi için Erdoğan dönemini sona erdireceğiz, her alanda süren biat sistemini, ırkçılığı ayrımcılığı sona erdirmek için oyumuzu kullanacağız. Son dakikaya kadar sandıkları bırakmadan oylarımıza sahip çıkacağız. Umudu özgürlüğe evireceğiz. Kararlıyız.