İmralı’da hazırlanan Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddiyle hükümet darbe mekaniğini harekete geçirdi
Türkiye ve Ortadoğu siyasi tarihinde önemli bir kavşak olarak, üzerinde çok daha fazla konuşulacak olaylardan biri 28 Şubat 2015 tarihinde imzalanan Dolmabahçe Mutabakatı. Hem içeriği hem de barındırdığı sembolizm ile Kürt sorununun çözümü üzerinden Türkiye’nin demokratikleşmesinde kritik bir öneme sahip olan mutabakatı metni , bizzat PKK Lideri Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınıp, AKP yetkilileri, devlet heyeti ve İmralı Heyeti tarafından ortak açıklamayla deklare edilmişti.
Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı açıklamalarda hem mutabakatı hem de çözüm sürecini reddetti. Sonrasında ise İmralı’daki görüşmelerde de zaman zaman gündeme gelen Ergenekon ile hükümet işbirliği devreye girdi. Aradan geçen 5 yılda, AKP-MHP-Ergenekon ittifakı tüm baskı politikalarının yürütücüsü oldu.
Dolmabahçe Mutabakatı öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler ile atmosfere bakmak, sürecin kritikliğini anlamak açısından elzem.
Mutabakat öncesi neler yaşandı?
Çözüm süreci öncesindeki 2011-2012 yıllarında, PKK ve ordu arasında ağır çatışmalar yaşandı. Özellikle Suriye’de iç savaşın ortaya çıkması, artan çatışmalar ve cezaevlerinde başlayan açlık grevleri Türkiye’yi çözüm sürecine getirdi.
Görüşmelerin önü Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya gidişiyle başladı. Akabinde 3 Ocak 2013 tarihinde Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) milletvekilleri Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata, PKK Lideri Öcalan ile İmralı’da görüştü.
İmralı Heyeti ile Öcalan görüşmeleri 5 Nisan 2015 tarihine kadar devam etti.
Çözüm süreci boyunca İmralı’da görüşmeler başlamadan 9 Ocak’ta Paris’te 3 Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan katledildi. Katliamın MİT tarafından organize edildiği daha sonradan açığa çıkacaktı. Öcalan, o dönemde sürecin tıkanmaması mesajını verdi.
Öcalan: Silah değil siyaset öne çıkıyor
Öcalan’ın 21 Mart 2013 tarihinde gönderdiği Diyarbakır Newroz’una gönderdi mesaj tarihiydi. Öcalan, şunları dile getirmişti: “Artık silahlar sussun, fikirler konuşsun noktasına geldik. Yok sayan, inkâr eden, dışlayan modernist paradigma yerle bir oldu. Ben bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor. Silah değil, siyaset öne çıkıyor.“
Aynı süreçte hükümet, bölgede karakol ve kalekol inşaatlarını ve güvenlik politikalarını arttırdı. Bir yıl sonra 2014 Ocak ayında, Kürt güçleri, Suriye’de Cizire, Kobanê ve Efrin kantonlarını ilan etti. Öcalan ise 2014 yılı Newroz’una şu mesajı gönderdi: “Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur. Barış, savaştan daha zordur ama her savaşın da mutlaka bir barışı vardır. Biz direnirken korkmadık, barışırken de korkmayacağız.”
Dicle: Çöktürme planı Kobane’yle başladı
Aynı yılın Eylül ayında, DAİŞ’in Kobanê’ye saldırısı başladı. Erdoğan, 7 Ekim 2014 tarihinde “Şu an Kobanê düştü, düşüyor” ifadelerinin ardından Kürt kentleri ile batı metropollerinde eylemler başladı.
İmralı Heyeti üyesi Hatip Dicle, o dönemi şöyle anlattı: “Belki biz o tarihi yaşarken önemini bilmiyorduk. Aynı akşam aslında devlet aklı kararlaşmaya giderek, Kürt Özgürlük Hareketi için sonradan öğrendiğimiz ve adına ‘Çöktürme Planı’ denilen taslak hazırlandı. Aynı tarih aynı zamanda DAİŞ’in Kobanê’ye topyekun saldırısının tarihidir. Keza bu Çöktürme Planı’nın bir parçasıydı. Sonrasında YPG’ye esir düşen bir DAİŞ komutanı bu süreci ‘Biz aslında Şam’a yürüyecektik. Daha sonra Kobanê’ye planlamalar değişti. Ne olduğunu merak ettik, sonrasında Erdoğan’ın istediği söylendi’ diyerek, anlattı.”
Dicle, Kobanê olayları sonrasında İmralı’da yapılan görüşmelerde, Öcalan’ın şu yorumu yaptığını aktardı: “Bakın sizin tanklarınızda oradaydı. İsteseydiniz sizde müdahale ederdiniz ama siz sadece seyrettiniz. Amerika müdahale etti ve şimdi tüm Kürt halkının sempatisi Amerika’ya yönelecek bunun da sorumlusu sizsiniz.”
Mutabakat öncesi kritik görüşmeler
2015 Şubat’ında Dolmabahçe Mutabakatı öncesi İmralı’da iki kritik görüşme daha gerçekleştirildi.
İmralı Heyeti üyeleri, Kamu Güvenliği Müsteşarı ve bir devlet yetkilisinin katıldığı 4 Şubat 2015 tarihli görüşmede Öcalan, gelinen aşamanın önemini “Bugünkü geldiğimiz noktayı 55 yıllık bir maratonun kısa bir soluk arası olarak değerlendiriyorum” sözleriyle dile getirdi. Mutabakat’ın son şeklinin verildiği görüşme ise, 27 Şubat tarihinde gerçekleştirildi. Öcalan, bu görüşmede, şu kritik uyarıyı yapmıştı: “Bu sürecin gelişmesi için çabalıyoruz. Çözüm olmazsa binlerce insan ölecek. Ben bunu kavradım ve gereğini yapıyorum. Onlar da bunun önemini kavramışlar mıdır, bilmiyorum. Onlarla iyi tartışın.”
‘Sayın Öcalan beklenmesini istemedi’
Mutabakatın açıklanması için Öcalan’ın 28 Şubat tarihini ve Dolmabahçe Sarayı’nı bilerek seçtiğini belirten Dicle, “28 Şubat’ta Erbakan hükümetine MGK’da ‘terletilme’ derecesinde baskı ile bazı kararlar imzalatılmıştı. Bu aslında bir siyasi darbeydi. Buna karşı Sayın Öcalan darbe tarihinin yıldönümünde anlamlı bir çıkış yapmak istiyordu. Hatta o dönemde KCK Konseyi birkaç gün maddeleri görüşmek için mühlet istemişti ancak Sayın Öcalan beklemeyeceğini söyledi” diye aktardı.
Mutabakat nasıl işleyecekti?
Öcalan, aynı toplantıda Dolmabahçe’de yapılacak açıklamanın “birinci aşama” olduğunu kaydederek, ikinci aşamayı İzleme Kurulu ve Parlamento’nun dahil edileceği sürecin yasallık kazanması ve yine Anayasa Mahkemesi’nin dahil edilmesi olarak formül etmişti. Öcalan’a Bu görüşmede Erdoğan’ın Suriye’ye dair tutumunda bir değişiklik göstermediği de aktarıldı. Bu bilgi üzerine Öcalan, İmralı Heyeti üyelerinden Rojava’nın da kendisinin “kırmızı çizgisi” olduğunun Erdoğan’a iletilmesini istedi.
Hatip Dicle, mutabakatın işletilmesi konusunda öngörülen sürece dair ise şunları ifade etti: “Müzakere şöyle düşünülüyordu. Örneğin Alevi sorunu tartışılacak. Bununla ilgili toplumdaki tüm kesimler, ilgili STK, kanaat önderleri İmralı’ya davet edilecek ve orada bir tartışma sürdürülecek. Tüm maddeler içerisinde muhataplar dinlenecek ve tartışma yürütülecek. Üçlü bir protokol imzalanacak; STK’lar, devlet heyeti ve İmralı Heyeti. Heyette baş müzakereci Sayın Öcalan idi. Bu tartışmalar şeffaf olacak, kamuoyu tartışmalara dahil edilecekti. Hem İmralı’da hem de toplumda tartışmalar yürütülecekti. Sonrasında tartışılıp, karar altına alınan belgeler Türkiye’nin yeni demokratik anayasa taslağının çerçevesini oluşturacaktı. İmralı’da bittikten sonra Sayın Öcalan PKK’ye kongreyi toplanmasını söyleyecek ve sonrasında Türkiye’ye karşı silah bırakılması kararı çıkacaktı.”
AKP-Ergenekon teması
AKP ve Ergenekon ilişkisi, İmralı görüşmelerinde daha çözüm süreci başlamadan bile gündemdeydi. Oslo görüşmeleri ile Ergenekon operasyonlarının devam ettiği süreçte konuşan Öcalan, barışa dair adım atılmadığı takdirde Ergenekon’un AKP’nin bizzat kendisi olduğu tespitlerinde bulunmuştu. Mutabakat öncesinde de Ergenekon ile gelişmeler yine Öcalan’a aktarıldı.
AKP’li bazı vekillerin Ergenekon temsilcileri ile görüştüğü yönünde sağlam kaynaklardan edinilen bilgilerin İmralı Heyeti tarafından Öcalan’a iletildiğini paylaşan Dicle, şöyle devam etti: “Bu bilgi aktarıldıktan sonra bir dakika sessizlik oldu. Hiç kimse konuşmuyor, herkes Başkanı bekliyordu. Sonrasında Sayın Öcalan KGM’ye dönüp, ‘Siz de böyle bir bilgi var mı?’ diye sordu. Onlarda ‘Biz de böyle bir bilgi yok ama araştırıp, size dönebiliriz’ dedi. Ama ben onda samimi olduklarını sanmıyorum. Bundan haberdar olmamaları mümkün değildi. Yine sessizlik oldu ve Başkan dönüp, çok tarihi bir söz söyledi, ‘AKP hükümeti Ergenekon’u bize tercih edecekse o zaman herkes yoluna gider’ dedi. Alınan bilgi doğruydu, AKP-MHP-Ergenekon görüşmeleri vardı.”
‘Ecevit’le uzlaşılsaydı ne Ergenekon ne de AKP olurdu’
Öcalan kendisi de 3 Ocak 2013 tarihli görüşmede bu duruma ilişkin şu uyarılarda bulunacaktı: “Demokratik kurtuluş ve özgür yaşam süreci. Ben bu deyimi rastgele seçmedim. Zamanında söyledim, anlamadılar. Anlamış olsalardı Ergenekon olmazdı. AKP bunları diyor, ama çok yüzeysel bakıyor. Benim çok inatçı olduğumu biliyorsunuz. Ben ilk günden itibaren Demokratik Cumhuriyeti savundum. Onlar beni anlamadılar. ‘Apo’yu bitirdik’ dediler. Stratejik hatalar yaptılar, Ergenekon’a saptılar. Umarım bu sefer böyle olmaz. Onun için benimle oyun oynanmayacağını özellikle AKP’ye anlatmalısınız. AKP’lilerle konuşun, anlatın. Siz Meclistesiniz, size çok görev düşüyor. Ecevit döneminde anlamlı bir uzlaşmaya girilseydi ne Ergenekon ne de AKP olurdu.”
23 Şubat 2013 tarihli görüşmede de yine bu konu üzerinde duran Öcalan, “Ergenekon’un bizden beklentisi 2002’den itibaren savaşı tırmandırmamızdı. Ben AKP’nin tam olarak oturması ve olgunlaşması için bilerek bekledim” diyerek, uyarılarını sürdürecekti.
Savaşın tırmandırılması isteğine karşı mutabakat
Ergenekon-AKP temasının beslediği kaygı ve gerilimlere rağmen, tarafların üzerinde mutabık kaldığı Dolmabahçe Mutabakatı 28 Şubat 2015’te imzalandı. Mutabakat, bir yanıyla Öcalan’ın İmralı’ya getirildiğinden beri dikkat çektiği Ergenekon’un ve AKP’nin savaşı tırmandırmasına karşı imzalandı. Mutabakat açıklamasında Öcalan’ın “Silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum” çağrısı okundu. Hükümet adına fotoğrafta yer alan isimlerden biri olan dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise, imza altına alınan mutabakat için “Milletimizin hayır duası ve desteğiyle süreci nihai sonuca ulaştırmakta kararlıyız” ifadelerini kullandı.
Metinde yer alan 10 madde şöyleydi:
1. Demokratik siyaset; tanımı ve içeriği
2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması
3. Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri
4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar
5. Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları
6. Çözüm sürecinin yol açacağı yeni güvenlik yapısı
7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik ve eşit mekanizmaların güvenceleri
9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa
Oturma düzeni bile İmralı’da düzenlendi
Dolmabahçe Mutabakatı’nın imzalanması öncesinde oturma düzeninin dahi İmralı’da tartışıldığını aktaran Dicle, Öcalan’ın özellikle Kamu Güvenlik Müsteşarı’na “Siz hükümetle aynı hizada olmayın, siz devletsiniz. Siz de ayrı bir hakem gibi pozisyon takının” dediğini belirtti.
Öcalan eşme ruhunu hatırlattı
Dolmabahçe’de imzalanan mutabakattan yaklaşık bir ay sonra 19 Mart’ta HDP ve Devlet heyetleri İmralı’da Öcalan ile yeniden bir araya geldi. Bu görüşmede 15 gün sonraki görüşmeye İzleme Kurulu’nun da katılması kararlaştırıldı. Hatta İzleme Kurulu’nun 7 asil, 3 yedek üyesi de belirlendi. Böylece resmi müzakereler başlayacak ve Öcalan, PKK’ye kongre çağrısı yapacaktı. Bu görüşmeden iki gün sonra Diyarbakır Newrozu’nda okunan mesajında Öcalan, şunları kaydetmişti: “Dolmabahçe Sarayı’nda, hepimizce resmen ilan edilen 10 maddelik deklarasyon temelinde yeni bir süreci başlatma görevi ile karşı karşıyayız. Deklarasyon gereği ilkelerde mutabakat oluşmasıyla birlikte PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim.”
Erdoğan Mutabakatı reddetti
Newroz’dan bir gün sonra ise Erdoğan, Ukrayna dönüşü uçakta Dolmabahçe’de birbirinden farklı iki metin okunduğunu, yapılan açıklamayı doğru bulmadığını ve İzleme Heyeti’ne karşı olduğunu söyledi.
Hatip Dicle’ye göre, MHP ve Ergenekon ile ittifak kuran Erdoğan, bu açıklaması ile sürece müdahale edip, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne geçti.
‘AKP-MHP-Ergenekon ittifakı savaşa karar verdi’
Öcalan’ın “Üçüncü Dünya Savaşı’nda eğer biz mutabakat metniyle demokratik bir hamle yapabilirsek Ortadoğu’nun o savaşına bulaşmayacağımız için aynı zamanda demokratik bir hamleyle de bir cazibe merkezi haline gelebiliriz” şeklindeki yorumlarını hatırlatan Dicle, Erdoğan eliyle sürece müdahale edilmesine dair, “Bugün Rojava’da oluşturulan sistemi Sayın Öcalan aynı zamanda Türkiye’de de uygulamak istemişti. Ama sonuçta ulus devlet anlayışıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kavşak nokta olan Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetti. Mutabakatı bir kavşaktı, Türkiye savaşa mı yürüyecek yoksa barışa mı? AKP-MHP-Ergenekon ittifakı savaşa karar verdi” ifadelerini kullandı.
Dicle, görüşmeler boyunca KCK Yürütme Konseyi’nin İmralı’ya gönderdiği raporlarda da iktidarın savaşa hazırlandığı, keşif uçuşları ve çok sayıda kalekol yapıldığına dair bilgilerin yer aldığını aktardı. Dicle, bu bilgileri dinleyen Öcalan’ın “Tamam, biz işimize bakalım” diyerek ısrarla süreci sürdürmek için çaba sarf ettiği paylaştı.
Dicle, şöyle devam etti: “KCK’den gelen raporlarda DAİŞ ile Türkiye’nin yakın işbirliğine dair bilgiler vardı. Başkan bazen sorardı KGM’ye; ‘Sizde böyle bir bilgi var mı? Doğru mu?’ diye. Onlarda ‘Hayır doğru değil’ derdi. Yani aslında Başkan her türlü dönen dolabın farkındaydı. Zaman zaman bizi uyarıyordu, ‘Bakın biz burada görüşmeler yapıyoruz ama bu barışa varmayabilir. Barış görüşmeleri olarak algılamayın, savaşa dönebilir’ diyordu.”
Tecrit, savaş, darbe
Nitekim Öcalan, 5 Nisan 2015’te bir araya geldiği HDP heyetine bu görüşmelerinin son olabileceğini söyledi ve dediği gibi de İmralı Heyeti bir daha adaya götürülmedi. Öcalan’ın İmralı görüşmelerinde sıklıkla dile getirdiği “darbe mekaniği” devreye girdi. HDP’nin seçim mitinglerine ve parti örgütlerine bombalı saldırılar düzenlendi. Emniyet ve MİT ile ilişkisi olduğu daha sonra mahkeme belgelerinde ortaya çıkan DAİŞ’in Antep hücresi bu saldırılarda rol aldı.
Hem hükümet hem de muhalefet için 7 Haziran 2015 seçimleri kırılma noktası oldu. AKP’nin 2014 yılında karar altında aldığı “Çöktürme Eylem Planı” 29 Haziran 2015 MGK’sı sonrasında devreye konuldu. 20 Temmuz günü Suruç’ta 33 gencin katledilmesi ardından Ceylanpınar’da 2 polis şaibeli şekilde öldürüldü. Bir komplo olduğu daha sonra ortaya çıkan bu olay, hükümet cephesinde sürecin bitirilmesinin gerekçesi sayılıp, yeniden çatışmalı sürece dönüşün zemini yapıldı. Akabinde 24 Temmuz 2015’te Kandil’e yönelik yapılan hava operasyonları başlayıp, 1 Kasım’da seçim yenilendi ve AKP tek başına yeniden iktidar koltuğuna oturdu.
Kubilay: Devlet Politikası olarak devreye sokuldu
HDP Sözcüsü Günay Kubilay, bu sürece dair “Erdoğan’ın barış sürecinden savaş sürecine doğru yaptığı keskin dönüş, bir devlet politikası olarak devreye sokulmuştu ve AKP-Ergenekon-Ulusalcıların Kürt düşmanlığı ekseninde gerçekleştirdiği ittifakın temel stratejik hedefinin en belirgin ifadesiydi” değerlendirmesinde bulunuyor.
Çözüm sürecinin sonlandırılıp, şiddet politikalarına geri dönülmesi “özyönetim direnişleri”ne sebep oldu. 12 Ağustos’ta Muş’un Varto ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilanı ile başlayan çatışmalı süreç, Silvan, Cizre, Sur, Nusaybin, İdil, Yüksekova, Dargeçit, Lice, Hani ve bölgenin diğer birçok merkezine yayıldı. 2015-2016 yılları içerisinde yaşanan çatışmalar sürecinde askerlere “cezasızlık zırhı” anlamına gelen yasal düzenlemeler yapılması, 15 Temmuz darbe girişimine kapı araladı.
6722 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nda yapılan değişiklikle güvenlik açısından bütün birimler TSK’nin kontrolü altına girmesini sağladı. Yetkilerin TSK’ye devredilmesi “hükümeti ile TSK’nin sivil insanlar üzerinde kurguladığı bir darbe metni” olarak değerlendirildi.
Bu durum Öcalan’ın “Çözüm süreci gelişmezse darbe mekaniği devreye girer” öngörüsünü de haklı çıkardı.
Olağanüstü Hal’in 20 Temmuz’da ilan edilmesiyle birlikte muhalefetin “siyasi darbe” olarak adlandırdığı süreçte, Türkiye’de rejim değişikliği yapıldı. Ardından belediyeler kayyım atanması ve HDP’li seçilmişlerin tutuklanması içeren “siyasi darbe” süreçleri yaşadı.
AKP-Ergenekon ittifakında çatırdamalar
İmralı’da yapılan görüşmelerde, savaşta ısrar edilmesi ve Kürt sorunun çözülmemesi durumunda AKP’nin içine düşeceği durum da öngörülmüştü. Son haftalarda Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un açıklamaları, ardından gelen FETÖ’nün siyasi ayağı tartışması, darbe söylemleri ve İdlib’de yaşanan Rusya gerilimi, AKP’nin savaş ısrarının kendisini yalnızlaştırdığı, güçsüzleştirdiği ve ittifaksız ayakta durmayacağını göstermiş oldu.
Yaşanan tartışmalara dair yapılan değerlendirmelerin bir yanı AKP-Ergenekon ittifakında çatırdamalar olduğunu yönünde.
HDP Sözcüsü Kubilay’ın, bu duruma dair değerlendirmeleri ise şöyle: “Kürtlerin siyasal statü elde etmesini önlemek amacıyla Moskova-Washington arasında mekik dokuyan ve IŞİD artığı çetelere kol kanat gererek tutunmaya çalışan AKP-MHP-Ergenekon iktidarında, İdlib’te de sona gelinmeye başladıkça, görüş ayrılıkları belirgin biçimler kazandı ve dışa yansıyor. Rusya’nın rejim güçlerine aktif desteği sürdürdükçe, İdlip dahil, Suriye IŞİD artığı çetelerden temizlenip, Suriye’de Kürt sorunu dahil siyasal bir çözüm sürecinin önü açılmaya başladıkça bu ittifak arasındaki gerilimlerin büyüyeceğini düşünmek hiç de abartılı olmaz.”
‘Bazı güçleri harekete geçirme ihtimali var’
Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddedilmesi ardından başlayan askeri ve siyasi darbeler süreci son bulmuş değil. Ülkenin gündeminde hala “darbe” senaryoları var. Geçtiğimiz hafta darbe uyarısı yapan Kubilay, “Başta Suriye’de Kürtler bir siyasal statü elde etmesin diye bölgede bir ‘serseri mayın’ gibi oradan oraya koşan, tehdit, şantaj ve askeri müdahaleler dışında tek bir siyasal çözüm önerisinde dahi bulunamayan, ilkesiz ve savruk bir dış politikadan doğan boşluğu içerde ve dışarda doldurma amacı taşıyan bazı güçlerin bir darbe mekaniğini harekete geçirme ihtimalini gözden ırak tutmamak gerekir. Verili koşullardaki konjonktürel gelişmelerin gölgesinde anlamsız ve dayanaksız gibi görünen bu ihtimale dikkate almanın yaşamsal düzeyde önem taşıdığının altını çizmek istiyoruz” diyor.
Kubilay’a göre Dolmabahçe Mutabakatı reddedilmeseydi, bugün toplumsal krize dönüşmüş bir ekonomik krizden, savaştan, kan ve göz yaşından, yoksulluktan ve tecritten bahsedilmeyecekti. Aksine Türkiye’nin barıştan, demokrasiden, özgürlük ve adaletten söz edeceğini vurgulayan Kubilay, “Bizatihi ülke halklarının kendi eseri olacak, yeni bir toplumsal sözleşmeyle bağıtlanmış eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu, ekolojik ve demokratik cumhuriyetin önü açılmış olacaktı. Başta Suriye savaşı olmak üzere, bölgede süregiden savaşlardan, işgallerden, ilhaklardan söz etmeyecek, bölge barışını, demokratik çözümü, diyalog ve müzakere yoluyla halkların kendi siyasi geleceğini konuşuyor, tartışıyor olacaktık” dedi.
Berivan Altan / Ankara -MA