10 Ekim 2015 tarihi öncesi Türkiye toplumunun henüz barış umutlarının sönmeye başlamadığı bir dönemdi. Barış ve demokrasinin ancak bir arada kalıcı olacağının farkında olan Türkiye demokrasi cephesi 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının kazandırdığı özgüvenle son yılların en büyük barış mitingi için o gün Ankara’daki buluşurken, hükümet ise 1 Kasım’daki erken seçimde tekrar tek başına iktidar olabilme amacına konsantre olmuştu.
Ankara Otogarı önünde patlayan IŞİD bombası 103 yurttaşımızı katlederken, aynı zamanda Türkiye’yi savaş konseptinin kısır döngüsü içine soktu ve çöküş başladı.
O günden beridir de ülke kesintisiz biçimde savaş konseptinin yol açtığı bir kriz durumunda.
İçeride ve dışarıda hakim kılınan bu konsept, iktidara hiçbir şey kazandırmadığı, tam tersine kaybettirdiği halde o da bu kısır döngüden çıkamıyor.
Çünkü yerel ve küresel savaş lobilerinin işbirlikçileri de artık iktidar etrafında kümelendiler.
Barış talepleri ülke içinde kriminalize edilir, barışı konuşmak suç addedilirken, her askeri kriz bölgesinde Türkiye’nin de adı geçer oldu. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Dağlık Karabağ, Kıbrıs’ta, Türkiye diplomasiden uzak ve askeri güç kullanmaktan yana bir ülke izlenimi verir oldu.
Türkiye sürekli bir savaş seferberliği durumuna girince, ülke içinde de her muhalefet hareketi otorite tarafından ezilir hale geldi. Milliyetçi dalganın yükselişinden medet uman parti ve güç odakları iktidarı teslim almaya başladı.
Bu durum ülkenin her yerini kanser gibi sardı. İnsani enerji kaybı ve ekonomik kriz ivme kazandı.
Bugün Türkiye birçok ülke tarafından risk bölgesi olarak görülüyor. Dışarıdaki her krizin sonlanmasıyla içeriye dönen savaştan yana güç odakları Kürtlere, Kürt siyasetine ve demokratik muhalefete saldırırken, toplumsal kutuplaşma ve kopuş tehlikeli bir hal aldı.
Bütün bunlar Türkiye’yi ağır bir ekonomik krize soktu.
Kutuplaşmış toplumsal yapı içeride yurttaşların yatırım yapma şevkini kırarken, dış yatırımcıların ülkeyi terk etmesi hızlandı.
Ben bu ülkede yaşıyorum, çocuklarım da bu ülkede ekmeğini kazanıyor. Bu ülkenin bir barış ve demokrasi ülkesi olmasını isterim. Halkların barış içinde bir arada yaşaması hedefi için çalışmak kıymetlidir, ben de sivil toplum alanında bunu yapıyorum.
Ancak umudumu azaltan şeyler oluyor.
Geçen cumartesi Ankara’da ve ülkenin birçok kentinde 10 Ekim katliamında ölen yurttaşları anmak için toplanan insanlara yapılan saldırılar böylesi bir olaydı. Yine de bizler “barış” demek zorundayız.
Bu, barış mücadelesinde kaybettiğimiz gençlerin anısına olan saygımızın gereğidir.