Geçen haftaki yazımda Türkiye’nin son sekiz yılında yaşanan siyasi ve hukuki gelişmelerin sürekli darbe sonucunu doğuran bir mekanizmaya dönüştüğünü belirtmiştim.
Bu haftaki yazımda bunun ana sebebinin resmi ideolojide ısrar eden iktidar patileri ile (Cumhur İttifakı) ve muhalefet partilerinin büyük çoğunluğunun (Milet İttifakı, Ata ittifakı gibi) tutum ve davranışları ile silahlı çatışma sürecinin devamını sağladıkları, bunu aşmanın yolunun yeni bir barış süreci inşa etmekten geçmek olduğunu adeta kanıtlamaya çalışacağım.
24 Temmuz 2015 tarihli silahlı çatışmaların başladığı tarihten beri aralıksız süren bir çatışma dönemi yaşamaktayız. Çatışmaların coğrafik düzeyi giderek büyümüştür.
İHD’nin 2015-2022 yıllarını kapsayan sekiz yıllık bilançosunda Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve yeniden başlayan silahlı çatışmalar nedeni ile yaşamını yitirenler ile ilgili oldukça ağır bir bilanço mevcut. Buna göre 6.551 ölü, 8.704 yaralı bulunmaktadır. Bu bilançoya Suriye ve Irak’ta (2020 hariç) silahlı çatışmalar ve sınır ötesi askeri operasyonlarda yaşamlarını yitirenler dahil değildir. Bu bilanço tespit edilebilen kadarıdır. Bunun birkaç katı olduğunu unutmayalım. Bu bilanço orta büyüklükte bir savaş bilançosudur.
Çatışma ve savaş ortamı ile birlikte genel baskı ortamında şiddetin öne çıkması ve beraberinde nefret dilinin zehrini akıtması kaçınılmaz olmuştur. Kadın cinayetlerinin önlenememesi, kadına yönelik taciz ve tecavüzün artması böylesi bir şiddet ortamı ile de izah edilebilir. Nefret saiki ile artan ırkçı saldırılar ve katledilen insanlar. Devlet içindeki çetelerin sayısının artması ve Türkiye’nin adeta uyuşturucu bataklığına saplanması ve kara para trafiğinin artarak BM Mali Eylem Görev Gücü raporuna göre Türkiye’nin gri listeye alınması gibi 90’lı yılları aşan hukuk ve kanun dışılıkların yaşanması.
Bu sürecin ekonomiye verdiği telafi edilemez ağır kayıplar ve sadece son 40 yılın ekonomiye maliyetinin 4 trilyon dolardan fazla olması.
Bu sürecin Türkiye’yi getirdiği rejim değişikliği ve Anayasal olarak otoriter bir yönetim anlayışı.
Kürt karşıtlığı üzerinden geliştirilen Ortadoğu politikasının neden olduğu milyonlarca göçmen/sığınmacı/mülteci sorunu.
AB tam üyelik perspektifinden tamamen uzaklaşma ve neredeyse bu sürecin sona erdirilmesi riski.
Bu oldukça ağır olumsuzluklar listesini uzatabiliriz.
Çatışmadan yana olan iktidar ve izleyici konumda olan muhalefet bu tablodan memnun ki, ne yapıp edip 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerini iktidara kazandırdılar ve dünyanın en zor işini başardılar, alabilecekleri seçimi adeta hediye ettiler! Tabi ki devlet aklının marifetini unutmadan!
Şimdi gelelim biz ne yapacağız!
Dünyada geçerli bir kural vardır. Kiminle savaşıyorsan onunla barışacaksın. Tabi ki, Türkiye’deki siyasi partilerin büyük çoğunluğunun resmi ideolojiyi savunmaları nedeni ile aslında devlet partisi olduğu gerçeğini unutmadan.
Yeşil Sol Parti merkezi konferansı ile aldığı kararları hayata geçirecek pratik adımları bir an önce atmalıdır. Bu adımların başında 28 Şubat 2015 tarihli Dolmabahçe Mutabakatı’na bağlı olduğunu sadece sözle değil eylemle göstermelidir. Yukarıda belirttiğim olumsuzlukların yeni bir barış süreci ile olumluya çevrileceğini ve bu durumun Türkiye’yi her açıdan iyileştireceğini ve düzelteceğini halka gidip anlatmak gerekir. İmralı tecridini kaldıracak pratiğin barış siyasetinden geçtiğini belirtmek isterim. Unutmayalım ki, savaş rantından beslenen siyasi çevrelerin karşısına güçlü bir barış siyaseti izlemenin yolu “nerede kalmıştık?” diyebilmektir